Kafkasya'dan Anadolu'ya Sisli Puslu Zamanlar

#11313 Ekleme Tarihi 21/04/2025 11:13:27

Zeynep Horuzoğlu, ilk romanı ‘Sisli Puslu Evler’de, 1864’te Çerkez Sürgünü ile Kuzey Kafkasya’dan Anadolu’ya gelip de birbirlerine yaşam hakkı tanımayan iki düşman ailenin filmlere konu olabilecek yüzyıllık bir hikâyesini anlatıyor.

Vecdi ÇIRACIOĞLU

Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, ‘okur’ olmaktan ‘yazar’ olmaya giden yol nasıl başladı ve ilerledi?

İlkokuldayken daha Türkçe kitaplarındaki tüm yılda işlenecek okuma parçalarının tamamını dönem başı okuyup bitirirdim. Yaşıma uygun kitap bulamadığımda babamın kütüphanesinden alıp okuduklarım var bir de aklımda. İrfan Yalçın’ın ‘Fareyi Öldürmek’ romanından etkilenmiş, Abdi İpekçi’nin hayatını anlatan ‘Gazeteci’ kitabını okuduktan sonra gazeteci olmaya karar vermiştim. Yazma deneyimim dedemin tuttuğu günlüklere tacizlerimle başladı. Havanın nasıl olduğunu, etrafta olup bitenleri dedemden önce yazmaya başladım. Onun inci gibi yazısının arasında benim kargacık burgacık harflerim hoş bir anı oldu şimdi. Kitap kalemle aram iyiyken, dostluğumuz depreşince önce İngiliz Dili ve Edebiyatı eğitimi aldım sonra öğretmen oldum. Şimdi de Sisli Puslu Evler romanımla buradayım.

‘Sisli Puslu Evler’ bir ilk roman. Yazarken ilk olmanın zorluklarını yaşadınız mı? İlk kitap hem yazar hem yayınevi açısından soru işaretleriyle dolu, heyecanlı bir başlangıçtır. Bu süreç nasıl ilerledi sizde.

Bir roman yazmaya karar verip de bilgisayarımın başına geçip tasarılar yapmadım. Nasıl bir ilhamla başladığımı bilmiyorum ama içimden dolup taşan bir şeyler olduğuna yemin edebilirim. ‘Sisli Puslu Evler’ defterime yazarken doğdu elime, ben de itinayla büyüttüm onu. Zaman zaman kendi yazdığımı unutturacak kadar beni ürküten, sevindiren ya da şaşırtan kanlı canlı karakterlerim oldu. Üç yıl süren yazma sürecinden sonra bildiğim yayınevlerine gönderdim. Büyük yayınevlerinden aldığım ret cevabı eşliğinde editörlerden aldığım olumlu ve olumsuz eleştirilere dikkat ederek romanımı yeniden ele aldım. Heyecanlı bir dönem yaşadım, hâlâ yerime sığamıyorum.

Kitabınızdan bahsedebilir misiniz?

Yirmi yıllık bir zaman dilimini kapsayan olay örgüsü geriye dönüşlerle yüz yıllık bir hikâyeyi içinde barındırıyor. Aynı kasabada yaşayan biri Çerkez iki ailenin farklı zamanlarda aşkla ve nefretle buluşmaları dört ana karakter tarafından anlatılıyor. Acılarla dolu ortak geçmişleri gururu ve onuru her şeyin önüne koymuş, çok çileler çekmiş bu insanlardan birbirlerine istediği gibi yaşama hakkı tanımayan iki düşman ailenin doğmasına sebep olmuş.  Romanın odağında 1864 Büyük Sürgün’ün puslu da olsa izlerini taşıyan insanların ortak hikâyesi var. Devam edebilmek için kendi içlerine döndüklerinde önceki nesillerin var olma çabasıyla gizledikleri geçmişle yüzleşiyorlar.

Yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?

Herhangi bir rutinim yok, sessizlik olsun yeter. Bu bakımdan sabah erken saatlerde ve gecelerde daha yaratıcı oluyorum. Yazmak istemediğimde çalışma masasına zorla oturmadım hiç ama duygularım taştığında tuvalete gitmek için bile başından kalkamadığım çok oldu.  Yazıyla ilişkimiz doludizgin aşk kıvamında; şehvetli ve dürüst.

Kitabınızda sürgün, çile kavramları var. Bunlar gelecekte yazacaklarınıza konu olacak mı?

Bir tarafım Çerkez bir aileden geldiğinden Büyük Sürgün beni özellikle cezbetse de genel olarak Anadolu ve kadın hikâyeleri beni beslediği için kalemim bu konuların uzağına geçmeyecek.

Roman neden rüyayla başlayıp rüyayla bitiyor?

Roman Kuzey Kafkasya’dan sürgünle gelen ailenin üçüncü ve dördüncü nesli etrafında şekilleniyor. Romanın başkişisi diyebileceğimiz Deniz kendi araştırmalarını yapana dek Büyük Sürgün’den detaylı söz edilmiyor. Tarihi konulara da temas eden bu denli gerçekçi bir romandaki olaylar sır perdesinin arkasında kalıyor. Bu nedenle gerçekte olanın gerçek olmayan rüyayla verilmesi romanın tabiatına uygun. Karakterleri kendilerinden bile iyi tanımamızı sağlayan iç döküşlerine ek olarak iç dünyalarına girmemizin bir yolu da rüyalar oluyor. Deniz’in kendisinden yüz elli yıl önce var olmuş bir kadınla özdeşim kurması, isminin ondan geldiğine inanması ve edebiyatla ilgisi büyülü bir yaşam sürdüğü hissi verirken bu düşünce iki rüyayla ahenk buluyor.

Romanda ‘hala’ unsurunun fazlaca öne çıkmasının nedeni nedir?

Romandaki sırların sebebi Esme hala. Genç yaşta öldürülmesi aile içinde korku unsuruna dönüştürmüş onu. Kavuşamayan âşıkları, sürgünü, ölümü, kök salamamayı simgeliyor. Ailenin kasabaya ait olma kaygısıyla Esme de acılı hikâyesi de yok sayılmış. Sırlar, konuşulmaması gerekenler çoğaldıkça yavaş yavaş öz kimliğini yitirmeye başlamış aile. Artık farklı dil konuşur, ondan anlar olmuşlar. Öz adı Nefin olan Esme de konuştuğu dil de ölmüş çoktan. Diğer ‘hala’ romanın başlarında duvardaki siyah beyaz fotoğrafta kafasından büyük kurdelesiyle karşımıza çıkan Meryem. İsa peygamberin annesi gibi efsanevi, yoktan var etmiş sanki ama var ettiğini de gizlemişler. Yıllar içinde her şey değişse de onun yeri duvarda sabit. Hep çocuk kalmış bir kadın. Yaşadığına inanası gelmiyor evdekilerin bile. Gerçekle rüya arasında bir çizgide duruyor Meryem halanın duvarda asılı fotoğrafı. Nazlı’nın tek görüştüğü yakını Ferhunde halası. Annesinin doyurmadığı karnını o doyuruyor. Bir de romanı anlatan dört karakterden biri olan Mümtaz’ın ablası Perihan hala var. Mümtaz en sıkıntılı zamanlarında bile kızlarını Akçakoca’ya Perihan halalarının yanına göndermeye razı oluyor. Romanın sonlarına doğru Esme halanın gerçek hikâyesini yine Mümtaz’ın Şahika halasından öğreniyoruz. Halalar sığınılacak limanlar gibi. Çerkes geleneğinde kadına saygı esastır. Çerkes kadınları güzellikleri ve zarafetleriyle nam saldıkları kadar güçlü karakterleriyle de bilinirler. Hem ataerkil aile yapısı gereği ailede erkek tarafının söz sahibi olması hem de Çerkes ailelerinde kadınların yeri düşünülürse neden halaların öne çıktığı anlaşılıyor.

Yazdığınız ya da yazmayı düşündüğünüz yeni dosyalarınız var mı? Varsa konularından söz eder misiniz?

Bir yazar aklında birçok roman fikriyle ölürmüş. Kütüphanem okunacak romanlarla kafam yazılacaklarla dolu Zülfü Livaneli’nin dediği gibi “Hayat kısa edebiyat uzun” demiyorum, gençliğimiz var diyorum. Bir yıldır kadın dönüşümüyle ilgili bir roman dosyasının üzerinde çalışıyorum. İçinde tarihi dokunuşlar da barındıran, hem fiziksel hem içsel bir yolculuk romanı olacak.

Beğendiğiniz ve sizi etkileyen yerel ve evrensel yazarlar var mı?

Yerel yazarlardan Yaşar Kemal, Sait Faik Abasıyanık, Cevat Şakir, Nezihe Meriç, Tezer Özlü gibi yazarlar beni büyülüyor. Dünyadan ise Tolstoy, Albert Camus, Hermann Hesse, Gabriel Garcia Marquez, Harper Lee, Haruki Murakami ve Magda Szabo diyebilirim.

İlgi duyduğunuz konular neler? Yazım diliniz hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Mitoloji, tarih ve sosyoloji ilgimi çekiyor. Sade, düz bir anlatımla yazmayı, süslü kelimelerin değil sahici duyguların peşine düşmeyi seviyorum.

Kaynak: Birgün

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks