Hilmi İle Tarihte Türk-İran İlişkileri / Bugüne Bakış- Taner Aday (5)

#7398 Ekleme Tarihi 14/09/2021 04:10:38

- V -

- Rus Askeri Eğitimi almış olan Rıza Pehlevi ile Alman Ekolü ile yetişmiş Mustafa Kemal dedin. Bir de iki Feodal iktidarın sonu.

HİLMİ : Gerçekten de biri batıya, diğeri doğuya yönelmiş iki Feodal Din Devleti'nin çöküşüdür bu. Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim'in, Halifeliği -sembolik te olsa- üstlenmesinden sonra, İran Şah İsmail ile Şiiliği resmi devlet dini haline getirmişti. Demin dediğim gibi Nadir Şah'ın bu iki mezhebi barıştırma çabası başarısız kalmıştı.

Bu arada, savaşlar bir yana, her iki devletin de Avrupa ile ilişkileri devam etti. Önce, savaş için gerekli olan yeni teknikler, araçlar ithal edildi. Yani top-tüfek, ile dürbün, takometre gibi arazi ölçme gereçleri. Top gelince güllesi de. Takometre gelince ölçüm aletleri; daha da önemlisi, Papirus'un bulunduğu Mezapotamya ile Mısır'a kağıt.

Anlayacağın, Türkiye-İran “Sünni mi, Şii mi olacağız?” diye savaşadursun, Batı, teknikte önemli gelişmelerle her iki ülkeyi de içten içe bağımlı hale getirmeye başlamıştı bile.

Dediğim gibi, gelişmeler önce askeri alanda olduğundan, her iki taraf da, subaylarını bu yeni askeri tekniklere uygun eğitmeye yöneldiler. Bu dönemde birçok subay, Türkiye'den Almanya'ya, Fransa'ya gitti. Daha çok Almanya'ya. Hatta saraydan da gidenler oldu. Örneğin: Topçu Binbaşısı Prens Abdurrahim, Binbaşı Prens Abdulhalim Piyade Teğmeni, Süvari Yarbayı Prens Osman Fuad, Prusya Ordusu'nda teğmen olarak görev yaptılar. Bu prenslerin yaverleri, Remzi Bey, Assaf Bey, Hayri Bey de birlikte olmak üzere. (24 Aralık 1915 Krupp arşivi. Essen Villa Hügel)

Mustafa Kemal ise Veliaht Vahdettin'in yaveri Askeri Ateşe olarak Sofya ile Berlin'de görev yaptı.

5 Mayıs 1914 Binbaşı Bekir Bey ile Edip Bey, 1914 Haziran'da Vecib Bey, Talat Bey, Binbaşı Selahaddin Bey, Yüzbaşı Sıtkı Bey, Edip Bey, Hüsnü Bey Krupp'a ısmarlanan topları denetleme, teslim alma komisyonunda idiler. Bu gelip gitmeler, askeri tatbikatlara katılmalar 1919 sonuna kadar devam etti.

Bilindiği gibi daha 1839 daki Mısır'lı Mehmed Ali Paşa'ya karşı savaşta (Nizip), Alman generali Helmuth von Moltke, bizzat Türk tarafında yer almıştı. Güney-doğunun ilk topoğrafik haritası da onun tarafından hazırlandı. Kürtlere karşı düzenlenen birçok saldırıda da yer almıştır.

Çanakkale Müdafa'sında da Türk Ordusu, daha Balkan Savaşları'ndan sonra 1913 yılında “yeniden organize” için Liman von Sanders Paşa'ya teslim edilmişti. Cephe örgütlenmesi Guido von Usedom Paşa'ya, deniz savunması ise Amiral Johannes Merten'e. Nusret Mayın Gemisi daha 1911 yılında Germaniawerft'te gene Krupp çalışanlarınca yapılıp Erenköy'e getirilmiş idi.

Bütün bunlar Mustafa Kemal'in Anafartalar'da gösterdiği başarıları gölgelemez. Söylemek istediğimiz, bu “Askeri İşbirliği’nin” aldığı boyuttur.

Türkiye'de bunlar olurken, İran'da da durum farklı değildi. I Dünya savaşı sona erdiğinde 21 Şubat 1921 de, kendisine bağlı birliklerle Tahran'a yürüdü. Kaçaroğlu soyundan son Şah olan Ahmed'e karşı ayaklandı. Şah Ahmed zaten yurt dışında idi.17 Aralık 1925 de kendisini Şah ilan etti. 25 Nisan 1926 tacını başına koydu!

-Aynı tarihlerde Türkiye'de de önemli olaylar oldu. Evet. Almanya'nın yenilmesi ile, müttefik Türkiye'de yenik sayıldı. Açık işgal başladı. Mustafa Kemal, Anadolu'ya geçerek Yeni devletin hazırlıklarına başladı. Sonucu biliyoruz.

HİLMİ : Bu konuda da Mustafa Kemal'in başarısı küçümsenemez. O güne kadar Osmanlılar’ca aşağılanan, horlanan, şüphe ile bakılan Anadolu Alevisi, Kürdü, Lazı, Çerkesi, Ermenisi, Rumu bu kurtuluş savaşında yer aldı. Türk ordusunda birçok Rum, Ermeni Dr. hatta subay vardı.

Rıza Pehlevi, ülkesini İngiliz işgalinden kurtardı. Mustafa Kemal ise işgalcilerden !

Her iki kumandan da, savaş deneyimli idi. Bu nedenle her ikisi de komşularla barışın, yeniden inşa döneminde ne kadar önemli olduğunun bilincinde idiler. İlk ziyareti 1934 yılında Rıza Şah yaptı. Ankara'da buluşan iki lider yüzyıllardır süren Şii-Sünni savaşına resmen son verdiler.

Rıza Şah, İngilizlerle arasındaki Petrol Krizine son verdi. İran Petrolü Anglo İranian Oil Company tarafından işletiliyordu. Rıza Şah Kaçarlar tarafından imzalan antlaşmayı iptal etti. O güne kadar sorun olmayan petrol üretimi, birden sorun haline geldi. İngiltere bu konuyu, 1919 Paris Konferansı'ndan sonra, ABD Başkanı T.W.Wilson'un önerisi ile kurulan BM ön adımı sayılabilecek Uluslar arası Birlik'e bildireceğini söyledi(!). Düşünebiliyor musun, İran Petrollerinin büyük ortağı İngiliz Deniz Kuvvetleri idi. Anlaşma şöyle sağlandı: İngilizler ödemeleri daha yüksek fiyattan yapacaklardı. Çalışanlar da İran'lı işçiler olacaktı.

Türkiye'de de 1909 yılında Gemi İşletmeleri İngilizlere verilmişti. 1925 yılında kaldırıldı. Linyit işletmeleri 1884 yılında Clark adlı bir Amerikalı ile Forbes adlı bir İngiliz'e 99 yıllığına verilmişti. Forbes'in Çelebi Yanako adlı ortağı ile bu işletmeleri 1937 yılına kadar çalıştırmışlardır. Hiç kontrolsüz üretim yapılmıştır.

- Ne yazık ki hala bu madenlerde işçiler ölmektedir. Devlet, AKP Atatürk tarafından kabul edilen devletleştirmeleri iptal edip, işletmesini imtiyazlı firmalara devretmiştir. Bu firmalar da aynı sömürgeci İngiliz Firmaları gibi hiçbir kurala uymadan üretim yapmaktadır. Devlet İngiliz işgalcilerinden daha zalim yöntemlerle hak arayan işçileri susturmaktadır.

HİLMİ : Ne yazık ki doğru. Biz gene devam edelim istersen. Rıza Şah ile Mustafa Kemal Ankara'da imzaladıkları anlaşmaya göre Afganistan'ı da bu anlaşmaya dahil etmek istediler. 8 Haziran 1937 Sadabad Saldırmazlık Anlaşması ile bu da sağlandı. Uluslararası platformlarda bu anlaşma pek yankı bulmadı ama her üç ülke için çok önemli idi. Daha 2 Ekim 1933 yılında, Türkiye, İran, Irak arasında Afganistan'ın da katıldığı bir anlaşma daha olmuştu.

Bu anlaşmalar tarihi açıdan, bugün için Lozan'dan Sevr den daha önemlidir. Çünkü bu anlaşmalar hiçbir “dış” gücün katılımı ile olmadı. Tamamen Mustafa Kemal ile Rıza Şah'ın girişimleri ile yapıldı. Her iki ülkeyi modernleşmeye taşıyacak gelişmelerin politik başlangıcı idi.

- Maddelerde neler vardı?

HİLMİ : Bu konu da çok ilginçtir. Çok sade 10 madde vardır: Sınırların çiğnenmemesi. İç işlere karışılmaması. Anlaşmazlıkların barışçıl yöntemlerle çözülmesi. Devletler arası sorunlarda ortak komisyonlara başvurulması. Saldırmazlık. Son madde önemli: İç işlere asla karışılmaması maddesine ek olarak, bazı örgütlerin faaliyetlerinin bastırılmasında dış devletlerce karışılmaması.

Bu madde özellikle 1919 Paris Konferansı ile belirlenen İran-Irak-Suriye-Türkiye sınırları içinde kalan Hıristiyan Ermeniler, Aleviler, Süryaniler, Araplar, özellikle de Kürtler konusu nedeni ile idi.

Her ne kadar Ermenistan kurulmuş olsa da, Türkiye'de önemli bir Ermeni azınlık “kalmıştı”. Kürtler ise kendi devletlerini kuramadıklarından, 4 ayrı parçaya bölünmüşlerdi. Yeni devletler, özellikle Türkiye, yanlış, talihsiz bir şekilde kendi topraklarında kalan Kürtleri asimile etme yoluna gitti.

-Din konusu nasıl çözüldü?

HİLMİ : Rıza Şah, ilk iş olarak petrol gelirlerinden gelen para ile hastaneler kurdurdu. İlk defa İran Ulusal Bankası adıyla bir banka kurdu.  Tarım alanında önemli işler yaptı. Dut Ağacı ekimini hızlandırdı. İpek üretimi 3-4 misline çıktı. Çay, tütün üretimini geliştirdi. Sağlık konusuna önem verdi. Kız çocuklarının okutulmasına izin verdi. Şah İsmail döneminden beri devam eden çarşafı kaldırdı. Kendi kızını her gittiği yere götürdü. Büyük bir hızla Demir yolları ile kara yolları yaptırdı. Alman-İran ticaret okulu diye bir okul açtırdı. Aynı şeyi Ziraat fakültesi olarak da. 

Sosyal alanda olanlar, tüm bu ekonomik-iktisadi alandakilerden daha önemli gibi görüldü. Neden dersen? Yüzyıllardır bir din Devleti savaşımı veren üst tabaka, önemli bir molla sınıfına dayanıyordu. Ne işçi sınıfı ne de işsizlik bilen İran'da, sosyal sorun iki konu ile açıklanıyordu: Sağlık konusu ile kadınların özgürleşmesi. (Walther Hinz. Age. Sy. 126)

Rıza Şah'a kadar kadınlar, bugünkü Arabistan, Afganistan'daki gibi siyah çarşaflarla gezerlerdi. Okuma özgürlükleri yoktu. Burada özellikle bir kadını anmak gerekiyor: Mehr Banu. O İran'ın Halide Edip'i idi.

Mehr Banu, daha Rıza Şah iktidarda bile değilken kadınların eğitiminin Kuran'a ters düşmediği savaşımı veriyordu. Rıza Şah onu ilk kadın devlet okulunun müdürü yaptı. Bu atacağı adımların radikalliğinin de işareti idi. Ardından, Eğitimci Sadakat Devletabadi, kız çocuklarının eğitimi konusunda önemli çalışmalar yaptı. Prenses Şemsi Pehlevi, kadınlar için İzci Kulübü kurdu.

Rıza Şah, kız çocuklarının evlendirilme yaşını 15 çıkardı(!). 1937 de bu kızlar için 16 çıkarıldı, erkekler için 18 indirildi. Hatta eşler için sağlık raporu istenmesi bile yasalaştı.

Son olarak: Dini alanda ilahiyat Fakültesi mezunlarının kaftan giymeleri, bunu dışında kimsenin giymesi yasaklandı. Böylece Şii Mollalar sadece okullarda eğitilecekler. İmam olduklarında cüppe giyeceklerdi.

Türkiye'de de hemen hemen aynı şeyler oldu. İlginç olan bir başka konu da, her iki ülkenin de Almanya ile ilişkilerinin “sorunsuz” devam etmesi idi. Hitler Almanya’sı ile her iki taraf da iyi ilişki içinde idiler.

- Bu nasıl oldu? Demokrasi savaşımı veren iki ülke bir Faşist diktatör ile ilişki içinde !

Hilmi : Ehh, dedim ya, savaş dönemi bitince iktisadi konular önem kazandı. Gelişme salt ekonomik-teknolojik gelişmeyle özdeşleşti. Sosyal-politik-felsefi alan bir süre arka plana atıldı.

Bunun izlerini kadınlardan bir örnek ile açıklayayım. Temmuz 1932 yılında Belçika'da bir güzellik ve zarafet yarışması yapıldı. Bu yarışmada bir “Türk kızı” birinci oldu: Keriman Halis.

Bir sorun vardı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, İran'dan farklı olarak tüm yurttaşlarını Türk sayıyordu. Keriman Halis ise bir Çerkes Kadını idi. Çok iyi Fransızca biliyordu. Piyano çalıyordu, mankenlik yapıyordu. Yarışmayı kazanıp “Dünya Güzeli” olunca, bizzat Atatürk ona Ece soyadını verdi. Ece yani Prenses!

Atatürk'ün konuşması onun trajedisinin de başlaması anlamına geldi. Atatürk bu kutlama mesajında: ”Türk ırkının necip (soylu) güzelliğinin daima mahfuz olduğunu (korunduğunu) gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz. (.........)Bu güzel Türk kızımız, ırkının kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla (...)Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin Dünya Güzeli intihap edilmiş (seçilmiş) olmasını çok tabii buldum. (.....)” deyince, son günlerine kadar bir Çerkes olduğunu söyleyememiştir. Ancak 90 yaşında öldükten sonra onun çerkesliği gündeme gelebilmiştir.

Bu, onun ailesi açısından, çok acıklı bir gelişme olarak önemlidir ama politik açıdan, Mustafa Kemal'in topluma bakışını göstermesi anlamında daha da önemlidir!

-Çok acıklı gerçekten de.

HİLMİ : Evet. İşte bir ulus “yaratma” iddiasının geldiği nokta: Kendinden olmayanı yok sayma, varlığını yadsıma, politik olarak asimilasyon. Becerilebildi mi? Hayır !

- Sonuç olarak?

HİLMİ : Evet biraz uzun oldu. Umarım bazı kafalarda soru işaretleri oluşturabildik.

Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye ile İran gene bir anlaşma yapacaklardır. Bu anlaşma da işte o zamanlardaki Atatürk ile Rıza Şah'ın Ankara Buluşması ile Sadabad Anlaşması temel alınacaktır. Gene İran-Irak-Türkiye !

Olan gene Alevilere, Kürtlere, diğer azınlıklara olacaktır.

Kısaca sonuç yerine: Osmanlılar sanıldığı gibi İslamiyet’i yaymamışlardır. Halifelik ile zor kullanarak zaten Sünni Müslüman olan Kuzey Afrika devletleri i Filistin ile Arabistan'a hakim olmuşlardır. Bu “gücü” tehdit unsuru olarak kullanıp, Avrupa’ya açılmışlardır. 600 yıllık iktidarları boyunca ne Bulgaristan, ne Macaristan, ne Yunanistan, ne Sırbistan, ne Makedonya ne Bosna-Hersek'e İslamiyet gitmemiştir.

Osmanlılar Türk Boylarını sürekli hor görmüş, aşağılamışlardır.

Şiiler de hiçbir zaman İran'a özgürlük getirmemişlerdir. İslam’ın en baskıcı yönetim biçimini, bir politik kan davası da ekleyerek devlet idaresi haline getirmişlerdir.

İşte bugünkü SÜNNİ-Şİİ İTTİFAKI, tarihi yenilgilerinin intikamı anlamında, hem Türkiye'ye; hem de Orta-Doğu'ya yeni bir kanlı savaş getirecektir.

İslamcılar uzun yürüyüşlerini zorunlu bir “barış” ile tamamlamışlardır.

Tek ortak paydaları, Solcu, Alevi düşmanlığıdır.

Bunun da en tehlikelisi olarak her türlü özgürlüklerin savunucusu solcuları gördüklerinden, Alevi eşittir solcu diyerek, kanlı bir “temizlik” hareketinin işaretini vermektedirler.

Aleviler bir an önce bu Şii eğilimli politikalarından uzaklaşmalıdır.

Türkiye bir Sünni İran olmak yolunda önemli bir adım attı.

Yapılması gereken: Tüm dini-ulusal azınlıkların eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir toplumun garantisi olacak olan Laikliği savunmaktır.

Avrupa, bu toplumsal barışı,30 yıl savaşları sonucu Din'i Vatikan sınırları içine “tıkarak” aştı.

Biz de gerçekten de Laik bir devlet kurarak aşabileceğiz.

 

Foto: Pinterest ile Wikipedia'dan alınmıştır.

Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks