Hilmi İle Somut Gerçeklik Üzerine

#7283 Ekleme Tarihi 10/08/2021 01:12:50

-Winston S. Churchill ne demişti?-

-    Havaalanı, köprü, kömür ocakları, kalkınma derken geldiğimiz nokta neresi?

HİLMİ : Nükleer santral, altın madeni “işini” de ekle. Zeytin ağaçlarını neden kestiler? Sinop’ta, Fatsa’da, Kazdağları’nda daha başka yerlerde neden binlerce ağaç kesiliyor? Kesemedikleri yerlerde çıkan yangınlara karşı ne yapılıyor?

Bildiğin gibi, “Doğru sorulmuş soru cevabın yarısı eder.” derler.

Zeytinliklerden başlayıp bir yakın tarih anımsatması yapalım. Zeytinliklerin kalkındırılması, yabani zeytinlerin aşılanması üzerine yasanın 20 maddesi "Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az üç kilometre mesafede, zeytinliklerin bitkisel gelişimini ve çoğalmalarını engelleyecek kimyasal atık oluşturulacak tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu sahalardaki zeytin ağaçlarının sökülmesi izne tâbi olup, izinlerin alınması durumunda dahi kesin zaruret görülmeyen zeytin ağacı kesilemez." diyor.

AKP Hükümeti, işte bu yasayı bir önerge ile değiştirmek istedi.

Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, bir açıklama ile bu yeni yasal değişikliği açıkladı: „Alternatif alan bulunmaması ve kurulun uygun görmesi şartıyla bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış yatırımlar için zeytinlik sahalarında yatırım yapılmasına izin verebilecek, bu yetkisini gerektiğinde valiliklere devredebilecek. Bu sahalarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile tarımsal işletmelerin yapımı, işletilmesi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının iznine bağlı olacak"

Bakınız „Kamu yararı KARARI ALINMIŞ yatırımlar“ deniyor. İşte kendilerini ele verdikleri nokta. Birileri karar alıyor, ülkenin en önemli gelir kaynaklarından, zeytin ile zeytin yağı üreticiliği, artık kime ne yarar sağlayacağı belli olmayan bir iş için yok ediliyor! 

Bu önerinin bir tek anlamı vardır. Küçük üretici ile yoksul köylülerin daha da yoksullaştırılması, bu yolla yandaşların varsıllaşmalarının sağlanması. Gİderek yoksullaşan insanlar da Ak Parti’ye oy verirlerse kurtulacakları inancına saplanacaklar!

Kısaca, aklı başında, sorgulayan, bilinçli yurttaş yerine, inanan, sorgulamayan, bilinci dumura uğramış yandaş kalabalıklar isteniyor. Amaç bu.

-    Peki köprüler, santrallar, altın?...

HİLMİ : Demin dediğim gibi işte bu saydıkların da topluma “büyük yatırım” olarak duyurulan, ülkeyi borçlandırıp yandaş zenginler yaratmak, çalışanları yoksullaştırmak projeleridir. “Biz yaptık” diye bağırarak duyurulan bu projeler Fransız, Japon, Çin, Alman firmalarına borçlanılma projeleridir. Dahası var. Bu projelerin maliyetleri yüksek tutulup, yandaş firmalar kalkındırılırken, yurt dışına “aktarılan” ödenmiş komisyonlar var. 

Sinop’ta yapılması planlanan Santralin üreteceği elektriğin TR de %78 pahallıya geleceği, maliyetin tasarlanandan çok daha fazla olduğu (ABD göre 20 milyar Dolar, Japonlara göre 16,5 milyar Dolar) gerekçesi ile inşaatı sık sık durdurulan inşaat için kesilen ağaç sayısı 700 bine yakın! Kaz Dağlarında kesilen ağaçlar için yollara dökülen insanlar keşke ondan önce CHP millet vekillerinin usulsüz yaptırdıkları kat izni olmadan 4-5 kat çıkılmış evler yapılırken, dağ taş imar izni ile betonlaşmaya açılırken karşı çıksalardı!  

Kısaca İzmit’te yapılan Orhan Gazi köprüsü zararda, birçok hava alanı kapandı çünkü yolcu sayısı masrafı karşılamıyor! Yahu Gümüşhane’den, Tokat’tan yılda kaç kişi İstanbul’a, Mersin’e, Antalya’ya gider?  Ama bu hava alanlarının masrafı yurttaşın sırtından ödendi. Üçüncü köprü, İstanbul Hava alanı da aynı. Milyarlarca Dolar ya da Evro’yu bulan devlet borçlar bir şekilde ödenecek.

-    Nasıl?

HİLMİ : Evet, nasıl? Şimdi bu özü sözü bir müslüman, sözüm ona müteahhitler, yurt dışına kaçırdıkları paraları getirip “Vatandaşın vergi yükünü azaltalım bari” derler mi? Başkanın yakınları, yurt dışındaki paralarını yurda sokmak için bir eylem yaparlar mı sizce? Hemen diyeyim: Yapmazlar. Yapmazlar çünkü bu bir politik itiraf olur. Hırsızlığın itirafı.
 
Geldiğimiz noktada, ithal et ile tohum ile yandaş zengin edip, hayvancılığı, tarımı bitirenler, dış borçları ödeyebilme umudu ile dağda taşta altın aramaya başladılar. Bunun adı defineciliktir! Defineciliğin vardığı en uç yer de işte Gümüşhane’deki 12 bin yıllık Dipsiz Göl olayıdır. Şimdi o göl yok! Altın filan da bulunmadı.

Ben adını demekten sakındığım, ordumuzu işgalci ordu durumuna sokan askeri harekatın masrafını bilmiyorum. Bu da bu halkın cebinden çıkacak. Geride bıraktığı sosyal- psikolojik yıkım da cabası.

-    Tablo felaket tablosu gibi

HİLMİ : Evet ama gerçek de bu işte. Bak bir tarihi olay ile somutlayalım. Bir çok insanın militan köktendincilik olarak adını IŞİD ile DEAŞ ile duyduğu, İslam’ın modern bir radikal politika olarak belirmesi ile ilgili bir olayı anımsatmak istiyorum. 

Bu radikal dinci örgütlerin ilki 1881-85 arası Sudan’da kuruldu. Kurucusu Muhammed Ahmed kendisini Mehdi olarak tanıttı. Karthum’u ele geçirdi. Ülkede insanlara 13 yıl boyunca cehennem hayatı yaşattı. Mehdi, Karthum’u ele geçirir geçirmez ilk iş olarak bir Harem kurdu. Haremdeki kadınların sayısı bilinmiyor! Yakınındaki kumandanlar, sekreterler, askerler hemen Mehdiyi örnek aldılar. Kölecilik serbest oldu. O güne kadar bir yamalı hırka ile gezerek taraftar toplayan Muhammed Ahmet ilk iş olarak ipekli Cübbe(Arapların, Afrikalı devlet başkanlarının giydikleri entari benzeri giysi) yaptırdı! Ardından Obdurman adında bir kent kurdu. Bu kentte de bir saray yaptırdı. Sarayın içine bir cami ile korumaları için ayrı bir bina. Kısaca yoksul bir derviş iken savunduğu ahlak, namus, insanlık ne varsa tam tersini yaptı.

İşte bu savaşlarda bir Süvari Birliği’ne kumanda eden genç bir subay vardı: Winston S. Churchill. O yıllarda 24 yaşında genç bir subay olan Churchill, Sudan’da yaşadıklarını Nehir Savaşı (The River War) adı ile yayınladı. Daha önce 19 yaşında iken Hindistan’da bulunan Churchil, anılarını büyük bir titizlikle, bir tarihçi dikkati ile yazdı. Bu gün politika ile ilgilenen herkesin mutlaka okuması gerektiği bir kitap diyebilirim.

Bakın bir yerde ne diyor:
“Tarih boyu bilinen askeri rejimler içinde en kötü olanı büyük bir olasılıkla dervişlerinkidir. Öteki askeri rejimler, en azından uzlaşma erdemi sayılabilecek  işaretler de sergilerlerdi. Burada, en düşük seviyede genel hukuka dikkat ile belirgin bir bireysel onur anlayışı vardı. Ya da iktisadi-ekonomik aptallıklar bazen yükseltilen yurtseverlik duyguları ile dengelenirdi. Halkın yoksulluğu, sıkıntıları, çoğunlukla ordunun askeri gösterileri ile perdelenirdi. Adetlerden gelen gevşeklik, hoşa gidecek davranışlarla geçiştirilirdi.

Ama dervişlerin ülkesinde, ne kadar saygınlıkla görülüyor olsa da başka yerlerde de sıkça görülen cesaretten başka bir erdem yoktu. Ülkedeki yoksulluk görkemli, şatafatlı gösterilere izin vermiyordu. Halkın bilgisizliği, bilinçsizliği de gelenek göreneklerde bir inceliğe, titizliğe uygun değildi. Devişlerin iktidarı savaş ile sağlandı, savaş ile korundu, savaş ile gitti. Karthum’un yağması ile başlamıştı, on üç yıl sonra Obdurman’daki savaşla da aniden bitti.” (W.Churchill, The River War. London 1899. İlk baskı Longman’s Green and Company Sy. 132-133.)

İşte böyle. Bir yüzükle gelip, sarayda oturanın sonu her zaman hüsran. Torunlarının torunlarına kalacak olan da utanç ile onursuzluk. Onlar asla o sarayda oturamayacaklar!

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks