Asya Balsam'dan Çerkesler Belgeseli

#9966 Ekleme Tarihi 16/01/2024 04:41:43

Samsun Merkezli düşünce kuruluşu Asya Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezine bağlı Asya Balsam Akademi tarafından Çerkes kültürü ve tarihi üzerine bir belgesel yayınlandı.

TARİHİ VE KÜLTÜRÜYLE ÇERKESLER, DÜNYA HALKLARI 5. BÖLÜM

Asya Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezine bağlı Asya Balsam Akademi tarafından hazırlanan dünya halkları serisinin bugünkü bölümünde Kuzey Kafkasya'nın kadim halklarından birisi olan Çerkesler'den söz edeceğiz.

Kendilerini çoğunlukla Adıge olarak nitelendiren Kuzey Kafkasya Halkları, dil ve kültür yönünden benzerlikler taşıyan çok sayıda boy ve topluluktan oluşur.

Milattan önce on bin yıllarında sona eren son buzul çağından bu yana Ortadoğu ile Karadenizin kuzeyi arasındaki bölgeler arasında yoğun göç dalgalarına sahne olan Kafkasyanın zengin gen havuzundan etkilenmiş olsalar da bölge sakinlerinin kadim bir kültür oluşturduğu açıkça görülür.

Bunun nedeni, Kafkas dağlarının doğal bir sınır teşkil etmesi olduğu kadar, kuzeydeki sert iklim koşullarının bölgeye gelen saldırıların kalıcı etkiler yapmasına engel teşkil etmesidir.

Kuzey Kafkasyanın yerli halkları arasındaki küçük dil ve kültür farklılıkları, yöre halkı tarafından bilinse de coğrafyaya komşu milletler tarafından yeterince algılanamadığı için topyekun bir isimlendirme yapılır.

Dolayısıyla ondan fazla boy, topluca Çerkes adıyla anılır. Yanlış bir isimlendirme olmakla birlikte  Kafkasya’daki Dağıstan, Lezgi ve Avar gibi halklar da bazen Çerkes ismiyle anılmaktadır.

Abzeh, Bjeduğ, Çemguy, Hatukay, Şapsığ ve Mahoşlar ile bugüne ulaşmayan Nathuhay, Ademey, Jane, Heğak, Hetuk, Acoy ve Çapsunlar’ın teşkil ettiği topluluklar, Batı Çerkesleri olarak isimlendirilir ve birbirlerine daha yakın diller konuşurlar.

Kabartaylar, Besleneyler ve Ubıhlar ise Doğu Çerkesleri gurubunu oluşturur.

Batı ve Doğu Çerkeslerin dilleri ve kültürleri arasında belirgin farklar vardır, ancak yine de birbirlerinin konuştukları yerel ağızları anlayabilirler.

Çerkes sözcüğünün etimolojik geçmişi bir hayli tartışmalıdır.

Antik Yunanlılar, bölge halkından 1245 yılına kadar Çerkes olarak söz eden hiçbir kaynak yoktur.

Antik Yunanca’da Zıvyoi diye anılan Kuzey Kafkas halkları, Moğol istilasından önce Zih olarak isimlendiriliyordu.   Araplar arasında Kaşak ve Ruslar arasında Kassog olaran isimlendirilen Kuzey Kafkasyalılara ilk olarak 1245’te Çerkes denmeye başlandı.

Çerkes isminin çok büyük bir ihtimalle Moğolca “yol kesen kişi” anlamındaki “Jerkes” ve Kıpçak Türkçesindeki askerleri keserek öldüren anlamında “Çerikes” sözcüklerinden türeyen bu sözcüğün Farsça olduğunu iddia eden dil bilimciler de bulunuyor.

Bu sözcüğün Rusça’ya Şerkes, Almanca’ya Şerkessen, İngilizce’ye sircesyın olarak girdiği görülür.

Esasen Türkçe’deki Kafkas sözcüğü ile Çerkes sözcüklerinin etimolojik olarak aynı kökten geldiğini söylemek mümkündür.

Çerkeslerin yaşadıkları bölgede bilinen en eski kavim Kimmerler’dir.

Milattan önce sekizinci yüzyıla kadar olan dönemde Kafkas Dağlarının kuzeyinde, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında kalan düzlüklerde ve İdil boylarında yaşayan Kimmerler, Yunan kaynaklarında savaşçı ve gizemli bir halk olarak geçer.

Günümüzden yaklaşık 2800 yıl önce bir anda Hazar Denizinin kuzeyinde ortaya çıkan İskit akıncıları Kimmerleri yurtlarından çıkartarak Anadolu’ya sürdüler.

Milattan önce yedinci yüzyılda yine Eski Yunan kayıtlarında Kuzey Kafkasyada yaşadıkları kaydedilen Sind, Meot ve Kerket kavimlerinin Kimmerler’den kalan yerli halklar mı, yoksa İskit boyları mı oldukları konusunda yeterli bilgi yoktur.

Oldukça uzun süren İskit döneminin birer parçası olan Sarmat ve Bosfor hakimiyetinde geçen süreçte bölgede Ön Türkçe ve Ön Farsça konuşan bozkır kavimlerinin etkisi hissedilir.

Milattan sonra dördüncü yüzyılda Hunların tetiklediği Kavimler Göçü dönemi, Kuzey Kafkasya’da çok önemli izler bıraktı. Doğudan gelen saldırganlar, yörede önemli bir yıkıma yol açtı. Bazı topluluklar güneye kaçtı, bugünkü Gürcistan ve Azerbaycan üzerinden Anadolu ve İran’a göç etti. Daha kalabalık bir başka topluluk ise batıya yöneldi, Kırım ve Ukrayna üzerinden Balkanlar’a ve Doğu Avrupa’ya dağıldı.

Onların boşalttığı bölgelere ise Hazar Denizinin kuzey doğusundan ve kuzeyinden gelen farklı topluluklar geldiler.

Kimmerler, İskitler, Sarmatlar ve sonrasında Hunların önünden kaçarak bölgeden gelip geçen birçok topluluk, bölgenin yerlileri ile karışarak Kuzey Kafkasya ve Karadenizin kuzey doğusunda özgün bir kültür oluşturmaya başladı.

İlerleyen dönemde, Karadeniz sahilindeki ticaret iskeleleri vasıtasıyla Bizanslılar ve Cenevizliler ile temas halinde olan bölge sakinleri çoğunlukla Hazarlar, Peçenekler, Bulgarlar ve Kumanlar gibi Kıpçak düzlüklerinden gelen Turani halklarla birlikte yaşadı.

Hıristiyan misyonerler ve Museviliği benimseyen Hazarlar’ın etkisi ile bölgede tek Tanrılı dinler yayılma eğilimi gösterse de tarihin derinliklerinden gelen Pagan inanışlarının hakimiyeti uzun yüzyıllar boyunca devam etti.

Benzer durum, İslamiyeti bölgeye getiren Arap akınları döneminde yaşandı.

Sözün gelişi Gürcüler tümüyle Hıristiyan, Dağıstanlılar ve Tatarlar tümüyle Müslüman olurken Çerkes kavimleri arasında Pagan inanışları onaltıncı Yüzyıla kadar varlığını devam ettirdi.

Sonraki dönemde Ruslarla çıkan savaşlar nedeniyle giderek Osmanlılarla yakınlaşan Çerkes toplulukları hızla Sünni İslam inancını benimsemeye başladı.

Öte yandan Mısır’da 1281’de kurulan Memluk devletinde Çerkeslerin çeşitli dönemlerde etkin güç olduklarını kaydetmek gerekir.

İslam literatürüne memluk adıya geçen ve bir tür besleme ya da kiralık asker olarak nitelendirilen birlikler, Oğuz Türkleri ve Kafkasyalılardan oluşuyordu.

Başlarında kendi soylarından bir komutan olan ve İslam dinini benimsemiş paralı askerlerden oluşan Memluklar, Ortadoğu siyasetine yön vermişlerdir.

Mısır Memluk Devletinde de Türk ve Çerkes kökenli devlet adamlarının hüküm sürdüğü görülür.

On yedinci yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlılar ile Ruslar arasında süre gelen savaşlarda Çerkesler ve Kırım Tatarlarının Türklerin yanında işgale direndiklerini görüyoruz.

Ancak Rusların savaş meydanlarında Osmanlılar’a karşı elde ettiği başarılar, bölgedeki diğer Müslüman topluluklar gibi Çerkesler için de giderek hayatı zorlaştırdı.

Küçük Kaynarca Anlaşması sonrası bölgeye giderek hakim olan Ruslar, 1783’de Kırım’ı ilhak etti. Daha sonra da Çerkes coğrafyasına doğru saldırılarını arttırdı.

Sonraki 50 yıl boyunca üç defa tekrar eden Osmanlı – Rus savaşlarının ardından 1829’daki Edirne Anlaşması ile Osmanlılar Kuzey Kafkasyadan tümüyle çekildi.

Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Kafkas Müslümanlarını birleştirmeye çalışan Şeyh Şamil, Dağıstan ve Çeçenistan’da bulduğu desteği başlangıçte Batı Çerkes topluluklarından alamadı.

Ancak 1853 yılında başlayan Kırım Savaşında Osmanlıların yanında tekrar Ruslarla savaşmaya başlayan Çerkesler, bağımsız bir devlet kurmak için mücadelelerinden uzun yıllar vaz geçmedi.

13 haziran 1861’de Soçi’de toplanan Çerkes ileri gelenleri, Osmanlılar, Fransızlar ve İngilizler’den yardım talep ettiler.

Ancak beklenen destek gelmedi ve ilerleyen üç yıl içinde Ruslar tüm Çerkes topraklarını işgal etti.

Yakın çağın ilk etnik temizlik ve sürgün politikasını en acımasız biçimde uygulayan Ruslar, Çerkesleri zorla topraklarından çıkardı.

Bazı Çerkes toplulukları savaş esiri olarak Rusya’nın içlerine sürgün edilirken büyük bölümü Osmanlı topraklarına çok zor koşullarda göç etmek zorunda bırakıldı.

Tam bir soykırım olarak tarihin karanlık bir sayfaları arasında yazılan Çerkes sürgününde en az bir milyon iki yüz bin kişi Osmanlı topraklarına sürüldü. Bazı kaynaklar, Rusya içlerine sürülenler ve kaydı tutulamayanlarla birlikte iki milyondan fazla kişinin sürgün edildiğini yazmaktadır. Soykırım sırasında ve göç yollarında hayatını kaybeden Çerkeslerin sayısı ise yüzbinleri bulmaktadır.

Osmanlıların çöküş ve yıkılma döneminde son derece kötü koşullarda Çerkes göçmenlerin İstanbul, Rumeli, Anadolu ve Suriye’ye yerleştirildikleri görülür.

Rumeli’ye yerleşen Çerkeslerin neredeyse tamamı ve Suriye’dekilerin bir kısmı ise Balkan Savaşları ve ardından Birinci Dünya Savaşı yıllarında Anadolu’ya ikinci bir göç daha yaşadılar.

Kuzey Kafkasyada kalan az sayıdaki Çerkes, Kuban Irmağı boylarındaki bataklıklarda yaşamaya mahkum edildi.

1917 devrimi sonrası Çerkes halklarının yöredeki diğer komşu halklarla birleşerek kurdukları Kuzey Kafkasya Devleti, 1921’de tekrar Rusya’nın işgaline maruz kaldı.

Bu devlet, Sovyetler Birliği tarafından parçalanarak Dağıstan, Çeçenistan, İnguşya, Osetya, Kabartay, Balkar, Karaçay ve Çerkesya gibi küçük idari bölümlere ayrıldı.

Günümüzde bu idari yapı, Rusya Federasyonu içinde sembolik özerklikleri bulunan cumhuriyetler olarak sürüyor.

Dünyada Çerkes topluluklarının Türkiye, Rusya, Ürdün, Suriye, İsrail, Gürcistan ve Azerbaycan’da yaşadığını görüyoruz.

En büyük Çerkes nüfusu barındıran Türkiye’de, İstanbul, Kayseri, Samsun, Amasya, Tokat gibi illerde kalabalık Çerkes toplulukları yaşamaktadır.

Rusya’da ise farklı idari bölgelerde sekizyüz binden çok Çerkes kökenli yaşamını sürdürüyor.

Osmanlı Saltanat ailesine çok sayıda gelin veren Çerkeslerin Kurtuluş Savaşı döneminde milli mücadelede önemli katkıları olduğu bilinmektedir.

Cumhuriyet dönemi boyunca Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyetinin sadık vatandaşları olarak ülke kalkınmasında kilit rol oynadıkları görülür.

Çerkeslerin konuştuğu dil ve ağızlar, yapısal olarak Hint – Avrupa dil ailesine benzemekle birlikte kelime yoğunluğu ve kelime türetme mantığı bakımından Ural – Altay dillerine yaklaşmaktadır.

Çerkes dillerini konumlandırırken dünyadaki yerleşik dil sınıflandırma mantığının pek işe yaramadığı söylenebilir.

Kafkas dil ailesinin Adıge Abhaz koluna ait bir grup olarak kabul edilen Çerkesçe, doğu ve batı olmak üzere iki lehçeye ayrılır.

Çoğu ünsüz olmak üzere elli dört sese sahip, uzun bir geçmişe, zengin kelime hazinesine ve kültüre dayanan, ifade gücü yönünden işlek bir dil olan, geçmişte farklı alfabelerle yazılan Çerkezce, Sovyet döneminin ilk yıllarında önce Arap, ardından Latin, 1936-1938’den sonra Kiril alfabesiyle yazıldı.

1924 ile1938 arasında Batı ve Doğu Çerkez lehçeleri üzerine iki ayrı yazı ve edebiyat dili oluşturuldu.

Çerkeslerin beş bin yıl öncesine dayanan tarihinden süzülüp gelen halk hikayeleri, Nart Destanı adı verilen sözlü edebiyat geleneğini oluşturmuştur.

Nart Destanlarındaki öyküler, Çerkes milli kimliğinin oluşumunda önemli rol oynamıştır.

Asya Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezine bağlı Asya Balsam Akademi tarafından hazırlanan dünya halkları serisinin bugünkü bölümünde Kuzey Kafkasyanın kadim halklarından birisi olan Çerkeslerden söz ettik.

Yeniden görüşmek dileğiyle tüm dünyadaki Çerkes kardeşlerimize selam ve saygılarımızı sunuyoruz.

Kaynak: Asya Balsam

Diaspora
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks