Fahri Huvaj: Soru ve Cevaplarla 'Dönüşün Doğuşu ve Yokuşu' -3-

#7887 Ekleme Tarihi 24/01/2022 09:29:59

Hatko Schamis- Dönüş'e, mesela SSCB hiç "yeşil ışık" yakmış mıydı? Veya hiç destek veren-destek vereceği anlamına gelecek bir açıklama yapmış mıydı?

Fahri Huvaj- Genel anlamda “halkların kardeşliğini”, “Ulusların kaderini tayin hakkını” savunduğunu iddia eden Sovyetler Birliği’nin özel olarak Dönüş’e de yeşil ışık yaktığını çok sonradan öğrendik. 

Yanlış anımsamıyorsam 1929 yılında Türkçe yayın yapan “Bizim Radyo”da bu yönde bir çağrı yayınlanmış olduğunu yıllar sonra öğrenip bu haberi Yamçı’da da vermiştik. 

Sonraki yıllarda da gerçekten Türkiye’de Vatana dönmek isteyecek bir Çerkes nüfus olup olmadığını gözleyip saptamak amacıyla çeşitli (turistik veya başka) vesilelerle Türkiye’ye seyahat eden gruplar içinde güvenilir Çerkes temsilcilerine de yer verildiğini öğrendik. 

Örneğin; Tewune Haçim, Meşbaş’e Yishak gibi bazı ünlü yazarlar, edebiyatçılar sanırım 60’lı yılların başlarında Türkiye’ye gelmişler, muhataplarına Çerkesleri sormuşlar, Çerkeslerle görüşmek istediklerini söylemişler ama “Türkiye’de Çerkes olmadığı” cevabını almışlardı. Bütün bunlardan SSCB’nin bizimle tümden ilgisiz olmadığını gösterdiği düşünülebilir. 

Belki 70’li yılların sonlarından itibaren Rodina eliyle Vatana gidiş-gelişleri organize etmesi de bir tür “yeşil ışık” sayılabilir. Her ne kadar Türkiye – Sovyetler Birliği ilişkileri ve farklı kamplarda yer almaları nedeniyle Rodina Türkiye ile ilgili programlar yapmaya çok geç başlamış olsa da özellikle Ürdün ve Suriye gibi ülkelerde çok daha önceden beri kültürel, turistik programlar uyguluyordu. Sanırım Rodina eliyle ilk resmi grup gezisini 1978 yılında biz gerçekleştirmiştik. 

1969 yılından itibaren Türkiye’ye gelip giden turist grupları içinde yer alan Çerkesyalı Çerkeslerle yaptığımız görüşmelerde, halkımızın dönüşümüze sıcak baktığı, en azından soğuk bakmadığı, Dönüş’ün bir biçimde mümkün olabileceği yönünde izlenimler aldığımızı da söyleyebiliriz.

Bunların dışında “yeşil ışık” denilebilecek herhangi bir somut durumdan söz etmek mümkün değildir. 

Hatko Schamis- Bir Rus akademisyen Veronika Tsibenko, 2018 yılında yayınlanan, "Circassian Question: Transformation of Content and Perception" başlıklı uzun bir makalesinde, ilginç bir şey söylüyor. Uzun bir alıntı olacak, ama önemli olduğu ve yanlış anlamaya neden olmamak için, tamamını buraya yazmak istiyorum. Şöyle: "... Soğuk Savaş'ın başlamasının bir sonucu olarak 20. yüzyılın 50'li yıllarında Çerkes Sorunu, uluslararası arenada bir kez daha ilgi odağı oldu. 1952'de Türkiye, Çerkes göçmenler ve onların soyundan gelenler arasında anti-Sovyet bir siyasallaşmaya büyük katkıda bulunan NATO'ya katıldı. Türkiye'de Çerkes derneklerinin kurulması yasak olduğu için, bu hareket Kafkas Dernekleri olarak kurumsallaştı [39]. Çerkes örgütleri Batı'da da ortaya çıkmaya başladı: ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde, daha sonra Almanya'da [40]. Kurulan çok sayıda Kuzey Kafkas kültür örgütü, uluslararası toplumun sadece Çerkeslerin kültürüne ve tarihine değil, aynı zamanda Kafkas halklarının siyasi ve yasal statüsüne de dikkat çekti. Bunlar, etnik Ruslar ve Çerkesler arasında kan davası olduğunu iddia ederek, Rus İmparatorluğu ve daha sonra Sovyetler Birliği tarafından zorla ele geçirildiği düşüncesini geliştirdiler ve Kafkasya'nın ayrılmasını (özgürleşmesini çn.) istediler. Bu çalışmalar ve söylemler Soğuk Savaş koşullarında ilgi gördü. Örneğin, 1976'da, New Jersey Valisi Brendan Byrne, ABD Kongresi'nde yaptığı bir konuşmada, Kuzey Kafkas halklarının bağımsızlığının 58. yıldönümü ile bağlantılı olarak Kuzey Kafkasya halklarına yönelik baskıları gündeme getirdi [41]. Burada, Kuzeybatı Kafkasya Çerkesleri ile diaspora Çerkesleri arasında gerçek bir temas kurma imkanı Demir Perde tarafından sınırlandığı için, uluslararası gündemin SSCB'nin Çerkes halkları üzerinde neredeyse hiçbir etkisinin olmadığı belirtilmelidir. (SSCB Çerkesleri ile diaspora Çerkesleri arasında çn) Karşılıklı etkileşim, özel programların bir parçası olarak, Sovyetler Birliği'nin öncelikli amaç ve hedeflerine uygun olarak kuruldu. Bu amaçla, 1955 yılında kurulan Yurtdışındaki Yurttaşlarla İlişkiler Derneği - Rodina ve 1966 yılında kurulan Yurtdışındaki Yurttaşlarla Kültürel İlişkiler Sovyet Komitesi Kabardey-Balkar şubesi kullanıldı. Sovyet kamu kuruluşları, araştırma enstitüleri, Kültür ve Eğitim Bakanlığı, radyo ve televizyon kurumları, üniversiteler ve diğer kuruluşlar da bu çalışmalara katıldılar [42]. Bu örgütlerin faaliyetleri o kadar etkili oldu ki, sadece Çerkes kültürünün ve Çerkes tarihinin başarıları hakkında olumlu bir bilgi kaynağı haline gelmekle kalmadılar, aynı zamanda sosyalist fikirleri de başarıyla yaydılar. Bu çalışmaların sonucu olarak Türkiye'deki Çerkesler arasında güçlü bir sol hareket ortaya çıktı..." 

Bu uzun alıntıdan ben şöyle bir anlam da çıkarıyorum: SSCB, Batı'nın diaspora Çerkesleri üzerindeki etkisini kırmak ve SSCB'ye dost bir Çerkes kitlesi örgütlemek için müdahale etti. Ve Çerkeslerin kitlesel-kalabalık olarak anavatana dönmelerini istemese de, "Dönüş" düşüncesini SSCB'ye-Sosyalizme dost bir kitle örgütlemek için bunun için kullandı. Çok mu abartılı ve yanlış olur böyle bir yorum? 

Fahri Huvaj- Çerkeslerin dünya üzerindeki konumları; hem Vatan’da hem de muhaceret ülkelerinde yaşıyor olmaları nedeniyle, her iki tarafın da bu durumu kendi lehlerine kullanmayı düşünmeleri doğal olarak akla gelebilir. 

Nitekim bu durumu Amerika’nın önemli ölçüde etkili biçimde kullandığı söylenebilir. Sovyetler Birliğini kötülemeleri, anti-komünist, anti-sovyet propaganda ve çalışma yapmaları karşılığında Amerika’daki azınlık veya etnisite derneklerine ciddi teşvikler, ödenekler verildiği biliniyor. 

Bir ara bu yüzden Amerika’da birçok Çerkes/Kafkas Derneği kurulmuştu. Hatta kendi aralarında neredeyse düşmanlık noktasına varabilecek düzeyde ciddi rekabete girdikleri de söyleniyordu.  

Kendi içindeki azınlıkları/etnisiteleri bu amaçla etkili biçimde kullanan Amerika’nın ezeli rakip ve hasım saydığı SSCB’nin de benzer bir çalışma içine girmiş olabileceğini düşünmesi ve bu fikri yayması çok doğaldır. 

Bu şekilde SSCB’nin etki alanına girdiğini düşündüğü hatta öyle olduğundan kuşkulandığı hemen herkes ve her girişim için kötüleme, itibarsızlaştırma kampanyalarını çok iyi kullanmıştır. 

Mesela bizim için bile, hiç alakamız olmadığı halde “komünist”, “Rus uşağı” gibi söylentiler çıkarmış ve bunları yaymaya çalışmıştır. Bu karalama ve itibarsızlaştırma kampanyalarının Dönüş Hareketine yapışmamasında sanırım benim ilahiyat eğitimi almış olmam yanında, sağ partilerden milletvekili, belediye başkanı adayı olmuş kimilerinin de Dönüş fikrine destek vermesi, aynı zamanda “solcu”, “sosyalist”, devrimci” arkadaşların da bizi “karşı devrimci”, “grev kırıcı” gibi görüp suçlamaları da etkili olmuş olabilir. 

Bu genel durumlar dışında ne Amerika’dan ne de SSCB’den bize ulaşmış herhangi bir somut destek iması bile olmadığını söyleyebilirim. 

Ama yukarıda değindiğim kısmi avantajlarımızı kullanarak her zaman her iki tarafın da ilgisini çekmeye, göreli desteğini sağlamaya çalışan bir Ulusal kurtuluş hareketine dönüşme potansiyelimiz olduğu da söylenebilir.

Hatko Schamis- Ermeni Dönüş Hareketi'ne büyük destek veren, hatta bu hareketi Konsoloslukları eliyle bizzat örgütleyen SSCB'nin "Dönüş Hareketi"ne veya "Dönüş Düşüncesi"ne yeterince destek verdiğini düşünüyor musun? Vermediyse neden vermedi? Verecek olsaydı, hangi şartlarda verirdi? SSCB'nin destek vermeyeceği bir "Dönüş" mümkün olabilir miydi? 

Fahri Huvaj- Yukarıda değindiğim gibi, Dönüş Hareketi yaygınlaşıp güçlenmesine paralel olarak SSCB’nin destekleyebileceği bir hareket haline gelebilir, getirilebilirdi. 

Bizim Dönüş Hareketini formüle edip ortaya koyduğumuz dönemde, yukarıda sözünü ettiğim radyo çağrısı ve nabız yoklama gezileri dışında SSCB’nin herhangi bir desteği söz konusu olmadı. 

Sonraki yıllarda da Rodina örgütü eliyle küçük grupları davet ederek, planlı-programlı geziler yaptırması gibi uygulamalar, elbette kültür ve sanat topluluklarının ziyaretleri, kitap, yayın taleplerimizin karşılanmaya çalışılması gibi durumlar dışında somut bir desteği söz konusu olmadı. 

Ama biz, SSCB’nin desteğinin önemini biliyorduk ve bunu kaybettirebilecek düşmanca söylem ve eylemlerden uzak durmaya özen gösteriyorduk. 

12 Eylül darbesi olmasa belki Dönüşü bu eksende örgütleyip yaygınlaştırabilir ve önemli bir kitlemizi Vatanımıza taşıyabilirdik.

SSCB’nin Ermeni Dönüşünü desteklemesi de bizim için değerlendirilebilecek bir örnek uygulama olabilirdi.

Şimali Kafkas Türk Kültür ve Yardımlaşma Derneği ile Birleşik Kafkasya Dergisi gibi kuruluş ve yayınlar başta olmak üzere genellikle Çerkes kurumlarının özellikle 1950’li yıllardan itibaren ABD ve NATO etkisiyle anti-komünist, anti-Sovyet ve anti-Rus söylem ve propagandaların etkisi altına girmesi nedeniyle SSCB’nin Türkiye Çerkeslerinin ABD ve NATO güdümünde kendisine karşı bir düşmanlık odağı olarak görmesi anlaşılabilir bir şeydi. 

Hatta Türkiye’deki sol çevrelerde de Çerkes algısı böyle bir şeydi. 

Biz bunun doğru olmadığını, genellemelerin yanlış olduğunu kurumsal olarak da gösterebilmek adına Ankara Derneğimizin adını Kuzey Kafkasya Halk Kültür Derneği olarak değiştirme gereği duymuştuk. 

Elbette bu değişikliğin tek nedeni bu değildi. 

Bununla aynı zamanda bir feodal düzen savunuculuğu içinde olmadığımızı, demokratik halk kültürünü savunan bir anlayış içinde olduğumuzu ifade etmiş olacağımızı düşünüyorduk. 

Nitekim 1978 yılındaki bu değişiklikten sonra özellikle Türkiye’deki sol çevrelerin de bize ve Çerkes toplumuna bakışları değişmeye başlamıştı.

Devam edecek...

Diaspora
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks