Kan ve gözyaşı ile yoğrulan toprakların ‘çiçekçi’ prensesleri… İstanbul’daki Beyaz Ruslar…

#8229 Ekleme Tarihi 18/04/2022 03:56:16

Deniz Ayas

Rusya'nın işgal harekâtı sonrası Ukrayna'daki zoraki göç, akıllara 1917 Bolşevik İhtilali'nin ardından iç savaşa sürüklenen dönemin Rusya’sındaki topraklardan 'kaçışı' da getirdi. Başta bugünkü Kiev ve Moskova'dan olmak üzere yüz binlerce Rus, hayatta kalabilmek için yurt dışına kaçmış, en büyük rağbeti ise işgal altındaki İstanbul görmüştü... Osmanlı ordusuna birçok kez kafa tutan Çar'ın torunları canlarını kurtarmak için Osmanlı bayrağının gölgesine sığınmıştı. İşte bir asır öncesinin bol hüzünlü, kanlı hikayesi ve İstanbul'daki sosyokültürel hayata bıraktığı izler...

 

Son olarak Rusya-Ukrayna savaşı ile gündeme gelse de Kırım ve Kuzey Kafkasya da tıpkı Ortadoğu gibi sürekli kan ve gözyaşı ile yoğrulan topraklar.

Bin yıllar boyunca katliamlar, sürgünler, savaşlar bu topraklardan hiç eksik olmadı. Acıklı olayların birçoğu ise Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşandı.

Büyük savaş milyonlarca insanı yerinden, yurdundan söküp atmış, yüz binlerce insan 'vatansız' kalıp buldukları güvenli limanlara sığınmışlardı. Bu göçün güvenli limanlarından birisi de işgal altındaki İstanbul olmuştu.

1917'deki savaş göçünün tarafları ise ne Kırım Türk'leriydi ne de Kafkasya Müslümanları. Bu defa İstanbul'a sığınanlar yüzyıllar boyunca Osmanlı'yla savaşmış, Çarlık Rusya’sının 'soyluları' ve askerleriydi.

7 Kasım 1917'de gerçekleşen Bolşevik İhtilali sonrası aralarında prensler, prensesler, generaller, üst düzey subayların da bulunduğu yaklaşık 150 bin Beyaz Rus, İstanbul'a akın etti. O dönem nüfusu 900 bin civarında olan İstanbul, yaklaşık 150 bin Beyaz Rus’a kapılarını sonuna kadar açtı.

1917'nin sonunda küçük gruplarla başlayan göç, 1920'de Kırım'ın da Bolşeviklere kaybedilmesi ile büyüdü.

Sivastopol’dan kalkan ABD gemileri on binlerce Rus'u, İstanbul limanlarına taşıdı.

Uçsuz bucaksız insan seli gemilerin merdiveninden yukarıya doğru uzayıp gidiyordu. Her askere yalnızca bir çuval götürme hakkı verilmişti. Fazlası denize atılıyordu. Bu binlerce kişiden oluşan kalabalık, yavaş yavaş bütün güverteye yayılıyordu, insanlar omuz omuza duruyordu.Bunun geçici olduğunu, daha sonra kamaralara yerleştirileceklerini düşünüyordum. Bütün kamaraların dolu olduğunu ve bu insanların Konstantinopol’e güvertede gittiklerini sonradan öğrendim. Konstantinopol’e yapılan tahliye baştan sona korkunçtu.

Dönemin Rus siyasetçisi Petr Semyenoviç Bobrovski

Rusya'da unvanlarını, paralarını, saraylarını bırakıp İstanbul'a gelen on binlerce kişi, kentin dört bir yanına dağılıp hayata tutunmaya çalıştı.

Kimi kitap, kimi el işi hediyelik eşya kimi ise çiçek sattı. Çiçekçi Rus kızlarının mesken tutması sonrasında, eski adı Hristaki Pasajı olan yer Çiçek Pasajı olarak anılmaya başladı.

1908 yılında Sadrazam Sait Paşa'nın satın almasıyla "Sait Paşa Geçidi" adını alan pasaj 1917'den sonra Çiçek Pasajı olarak anılmaya başlandı.

Kan ve gözyaşı ile yoğrulan toprakların ‘çiçekçi’ prensesleri… İstanbul’daki Beyaz Ruslar…

FİLM SENARYOSU GİBİ ACIKLI HİKAYELER…

Rus tarihi ile ilgili yaptığı çalışmalarla dünya çapında ün kazanan Prof. Dr. Kezban Acar, tarihin tozlu sayfalarını Hürriyet.com.tr için araladı.

Osmanlı İmparatorluğu'na sığınan Rus mültecilerin hikayesini anlatan Acar şunları söyledi:

--1917 sonrasında ama daha çok 1919 ve özellikle de 1920 yılında geldiler Rus mülteciler. 1919’da gelenler, ekonomik olarak daha iyi durumdaydılar. İlk gelenler, İstanbul’daki Fransız, İngiliz temsilciliklerinde, komisyonlarında ya da onların yanında memuriyet, tercümanlık, hatta askeri veya güvenlik birimlerinde bazı işler bulmuştur. 1920 Nisan’ı ve özellikle 1920 Kasım’ında gelenler ise hem sosyal açıdan çok daha renkli olduklarından, aralarında sadece aristokratlardan değil, Rus toplumunun diğer katmanlarından da insanlar olduğundan; daha da önemlisi sayıca ilk gelenlerden çok fazla olduklarından, yaptıkları işler de daha büyük bir çeşitlilik göstermiştir. Aslında aristokrat asıllı olanlar ve görece daha varlıklı olanlar bile paralarının önemli bir kısmını ya Karadeniz’den İstanbul’a yolculukları sırasında ya da İstanbul’a geldikten sonraki ilk aylarda tüketmiştir. Rus rublesinin de kalmadığından hâlâ parası olanlar, İstanbul’da restoran, kafe, votka fabrikası, çamaşırhane gibi yerler açmışlardır.

Göçmen Ruslar'dan kimi garsonluk, kasiyerlik, şoförlük, hizmetçilik, tuvaletçilik ve vestiyercilik yapar. Birçoğu şehrin gece hayatını ekmek kapısına dönüştürür.

 

Kan ve gözyaşı ile yoğrulan toprakların ‘çiçekçi’ prensesleri… İstanbul’daki Beyaz Ruslar…

"HAMAM BÖCEĞİ YARIŞLARI..."

--Parası kalmayanlar ise çiçek, gazete, çikolata satmış; restoranlarda, garsonluk, aşçılık veya otellerde ve eğlence mekanlarında vestiyer görevliliği, kapıcılık gibi işler yapmışlardır. Biraz daha 'girişimci' ruha sahip olanlar, at yarışları, hamam böceği yarışmaları düzenlemişlerdir. Rus kadınları ise çamaşırcılıktan, şarkıcılığa ve dansçılığa hatta hayat kadınlığına kadar çok farklı işlerle de uğraşmışlardır.

ÇİFTÇİ RUSLAR TRAKYA'YA...

--Çatalca’da ya da Trakya bölgesindeki bazı Rus mülteciler ise ya kendileri çiftlik kuruyorlar ya da Türklerin yanında kâhya olarak çalışıyorlar. Buralarda hayvancılık ve tarımla uğraşıyorlar. Rus mültecilerin yaptıkları bu işler arasında, en çok ses getiren ya da etki bırakan işleri eğlence hayatına dair olanlardır.

Gece hayatındaki Beyaz Rus kadınlarına karşı İstanbullu kadınlar da tepki gösterir. İşgal karşıtı Asr-i Kadınlar Cemiyet’i, kentteki fuhuşun sorumlusu olarak Beyaz Rus kadınlarını gösterip, onların 'ahlaka aykırı' davranışları yüzünden sınır dışı edilmeleri için kampanya başlatırlar.

Kan ve gözyaşı ile yoğrulan toprakların ‘çiçekçi’ prensesleri… İstanbul’daki Beyaz Ruslar…

İSTANBUL GECE HAYATINA BIRAKILAN İZLER

--1920’lerin İstanbul’u, dönemin kaynaklarına veya o döneme ait hatırata yansıdığı kadarıyla hem ekonomik krizle boğuşan hem de bazı kesimlerin bol bol para kazanıp, bu parayı cömertçe harcadığı bir şehir izlenimi verir. İşte böyle bir ortamda para kazanmak için değişik yollara başvuran Ruslar, İstanbul eğlence ve gece hayatına çok büyük etkiler bırakmışlardır. Açtıkları taverna, kafe ve restoranlarda sadece yemekleriyle değil, servis elemanları, sundukları müzik, dans ve tiyatro gösterileriyle müşterilerinin ilgi odağı olmuşlardır. Bu zenginlik ve çeşitlilik, hatta onun getirdiği, İtilaf Devletleri mensuplarıyla onlara eşlik eden zengin Türklerin ve Levantenlerle Rusların müsrif ve zevk sefa dolu yaşamı dönem romanlarına ve anılarına da konu olmuştur.

--Bunlar dışında, Rus mülteciler spesifik olarak bale ve tiyatro veya resimle ilgilenip, bu anlamda da İstanbul’un sanat ve kültür yaşamına etki etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde opera ve balenin başlangıcı Rus mültecilere atfedilir. Son olarak, giyim kuşamlarıyla ve moda konusundaki etkileriyle de anılmaktadırlar.

 

Çarlık askerlerinin silahları Zeytinburnu’nda bulunan depolarda kilit altına alınır. Ankara’da bulunan Mustafa Kemal'in girişimleri sonucu silahlar Karakol Cemiyeti'nin insanüstü gayretleriyle kaçırılarak Anadolu'ya gönderilir.

Kan ve gözyaşı ile yoğrulan toprakların ‘çiçekçi’ prensesleri… İstanbul’daki Beyaz Ruslar…

ANADOLU'YA DAĞILAN RUSLAR

--Rus mültecilerden bir kısmı da Anadolu’nun değişik yerlerine dağılmışlardır. Bazıları, Erzincan, Erzurum ve Kars gibi Doğu Anadolu illerine, bir kısmı da Amasya, Trabzon ve Rize gibi Karadeniz’e kıyısı olan şehirlere yerleşmişlerdir. Ayrıca İzmir, Çorum, Konya, Akşehir, Ankara, Çorum, Aydın’a yerleşen Ruslar da olduğu bilinmektedir. Ancak bu Ruslar sadece tarımla uğraşmamışlardır. Oto tamirciliğinden, servis şoförlüğüne, boya badana işlerinden restoran işletmeciliğine kadar çok farklı işlerde çalışmışlar. Bir kısmı da sanat dallarıyla uğraşıp, müzik, tiyatro bale dersleri vermişlerdir.

--Bunların yanı sıra, ihracat-ithalat işine giren, demiryollarında fabrikalarda mühendis veya teknik eleman olarak çalışan Ruslar da bulunmaktadır. Özellikle Rize’ye yerleşen bazı Rus mülteciler ise tarımla uğraşmışlardır. Genel olarak Anadolu’da yaşayan Ruslarla ilgili bilgiler ve onların etkilerine dair değerlendirmeler daha sınırlıdır. Bununla birlikte Rize’de yeni ürünler denemeleri, oto tamirciliği ve tekniği konusundaki bilgileri ve başarıları onların önemi bir etki bıraktıklarını gösterir.

İşgal ordularının şehre döktüğü para, kazanç şekillerini altüst etmiş, refah seviyesi tasavvur edilmeyecek derecede el değiştirmişti. Yabancı kuvvetlerin etrafında onların gündelik ihtiyaçları için hemen bir yığın yeni iş fikri çıkmıştı. Biraz atılgan, cerbezeli yahut değerlere karşı az çok kayıtsız insanlar bu işlere sarılmışlardı, kaybedilmesi, kazanılması kadar kolay servetler elde etmişlerdi. Bu kolay servetin etrafında Beyaz Rus akımının çok başka mecralar ve şekiller verdiği büyük bir eğlence hayatı başlamıştı... Beyaz Kafkas ceketli, ayağı siyah çizmeli, bol pudra içindeki kumral ve beyaz yüzleri düz çizgili, ince, eski hanımlarımızın kullandığı yemenileri andıran eşarplara sarılmış narin Rus kadınları ve kızları, çoğu prenses, kontes, yahut, yüksek burjuva ailesine mensup olduklarını iddia ediyorlardı.

Ahmet Hamdi Tanpınar (İşgal altındaki İstanbul’u tasvir ettiği “Sahnenin Dışındakiler” kitabı

--İstanbul’a ayak basan Rus mülteci sayısı hiçbir zaman 145 ya da 150 bin olmamıştır. Sayıları zamanla da hızla azalmıştır. Bunun en önemli nedeni, çoğunun İstanbul’u Balkan ya da Avrupa ülkelerine geçişte bir transfer noktası olarak görmesidir. Diğer önemli bir nedeni de Ankara Hükümeti'nin Rus mültecilerinin Türkiye’de çalışmasını veya yaşamasını kısıtlayacak ya da onları ülkeyi terk etmek zorunda bırakacak bazı yasalar çıkarmasıdır. Örneğin, 1924 tarihli 'Men-i Müskirat Kanunu’nun ardından Beyoğlu’nda kafe ve bar işleten çok sayıda Rus mültecinin içki yasağı nedeniyle işleri bozulduğundan veya bozulacağını düşündüğünden ülkeyi terk ettiklerini belirten çalışmalar mevcuttur.

 

AZ SAYIDA KALAN RUS DA MÜSLÜMANLIĞA GEÇTİ

--1929’da Türkiye’de sadece 2.500 kadar Rus kalmıştır. 1928 Vatandaşlık Kanunu'na göre bunların Türkiye’de kalabilmesi için son 5 yıldır Türkiye’de yaşıyor olmaları, bir Türk’le evli olmaları şart koşulmuştur. Daha sonra İslamiyet’i kabul etmeleri de vatandaşlık için yeterli kabul edilmiştir. Bu yüzden bazıları Türklerle evlenerek, bazıları ise İslamiyet’i kabul ederek ve isimlerini değiştirerek Türkiye’de yaşamaya devam etmiştir.

--1920’lerde Türkiye, içinde bulunduğu olumsuz koşullara rağmen birçok Rus'un ‘evi’ haline gelmiştir. Onların ülke dışına çıkmak zorunda bırakılmaları belki Türk meslek sahiplerini korumak için düşünülmüştür ama uzun vadede bana göre Türkiye’nin yetişmiş, entelektüel, teknik ve mesleki bilgi ve kültüre, tecrübeye sahip bir gruptan yoksun kalmasına neden olmuştur. Bu açıdan bakıldığında bir kayıptır.

Kaynak: hurriyet.com.tr

 

Diaspora
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks