NEDEN DEPORT EDİLDİM? – 5 –

#3152 Ekleme Tarihi 25/09/2019 10:29:43

Kıyamet neden koptu; çünkü geleneksel kurumlarımız, örgütlerimiz, hatta tek tek insanlar bu kimlik ve vatan tanımımızı ve yol haritamızı kendi varlıklarına, o güne kadar kurdukları sosyal-kültürel ilişkilere bir saldırı olarak yorumladılar.


O yıllarda siyasi ilişkilerimiz ve kurumlarımız; sağıyla soluyla, iktidarıyla muhalefetiyle “KAFKAS” kimliği üzerinde inşa edilmişti. Kafkas Dernekleri Federasyonu, Kafkas Kültür Dernekleri, Birleşik Kafkasya, Kafkas Vakfı, Kafkas evi, Kafkasya Forumu… Kaf Dav, Kafdağı…


Ve bu kurumların hepsi “Çerkes”i bir üst kimlik olarak kullanırken, bütün Kuzey Kafkas halklarını bu üst kimliğin, altında toplamışlardı. Bir iki istisna hariç.


Anlattıklarımızı benimseyen insanların sayısı çoğaldıkça ve kurumlarımız Çerkesleşmeye başlayınca, ilk 2-3 yıl boyunca yaptığımız, eli kalem tutan hemen herkesin katıldığı, bence güzel siyasi tartışmalar bitti.


Tıpkı bu günlerde AKP çevrelerinin kendilerine yönelik eleştirileri, “beka” sorunu gibi algılayıp, “bunlar devleti yıkmak, Türkiye’yi bölmek, Türk halkını yok etmek istiyorlar” demesi gibi, bizim eleştirilerimizi, daha da önemlisi, siyasi arenada olmamızı camiamıza “bunlar bizi bölmek, Kaf Fed’i ve derneklerimizi yıkmak istiyorlar” diye anlatmaya, bir algı operasyonu yapmaya başladılar.


Hala da hiçbiri, hiçbir önemli konuda tek kelime yazmaz ve kurumlardaki arkadaşlarımız bu durumu sorgulamaz...


Halbuki biz, neredeyse bütün yazılarımızda, DÇB dahil bütün kurumlarımızı Çerkes halkının bir birikimi olarak gördüğümüzü, asla bölmek, parçalamak veya yıkmak gibi bir niyetimizin olmadığını, ama hayata ve Çerkes Sorunu’na biraz farklı baktığımızı ve kurumlarımızda bu bakış açımız ile var olmak, ideolojik mücadele vermek istediğimizi söyledik.


Bu düşüncelerimizi, 2 yıl önce 21 Mayıs ile ilgili bir toplantıda, İstanbul’da, Ümit Dinçer’in sorusu üzerine de ayrıntılı anlattım veya tekrarladım.


Demokratik bir kurumda sadece bir bakış açısının olması, eşyanın doğasına aykırıdır. Ancak faşist örgütlenmelerde olur böyle bir şey. Demokratik örgütlenmelerde farklı bakış açıları vardır, gruplar vardır. Bunlar kurumların içerisinde çalışır, yarışır, yönetime talip olurlar. Normal olan budur.


Bizim anlattıklarımız çok netti:


“Biz Çerkesiz, Çerkesler Adığelerdir. Kurumlarımız etnik-ulusal kimliğimizle örgütlenmeli, tarihi vatanımız Çerkesya’da birlik ve ulus olma perspektifi ile mücadele etmeli, vatana dönüşü örgütlemelidir" diyorduk.


Bir Çerkes kurumunda böyle bir düşünceye veya gruba neden yer olmasındı?

Elbette kolay olmayacağını, kurumlarımızın ve kafaların kolay değişmeyeceğini, Mehmet Eymür'ün "İKKD'ye müdahale ettik" sözleriyle itiraf ettiği gibi birilerinin de bu sürece müdahale edeceklerini biliyorduk. Çünkü 100 yıllık bir geleneğe veya Fahri Abinin ( Huvaj ) dediği gibi bir projeye karşı çıkıyorduk.


Artık hepimiz biliyoruz ki, “KAFKAS” kimliği hayatın içinde, Kuzey Kafkas halklarının kendi dinamikleri ile geliştirdiği ve benimsediği bir kimlik değildi. Birileri bizi “Kafkas” ve/veya “Kafkasyalı” olduğumuza inandırmak istemiş ve bu kimliğin üzerinde kendi çıkarlarını korumak için planlar yapmıştı.


En çok söylenen, “biz Çarlık Rusyası'na karşı savaşta ve sürgünde kader birliği yaptık”, “biz Osmanlı’dan beri ‘Kafkasız’” veya “sürgünde gelenler arasında ayrım yapılmamış, hepsine birden Çerkes denmiştir...”di.


Ama bunlar ya doğru değildi ya da abartılıydı.


Keza “’Çerkes’ yasaktı, bu nedenle ‘Kafkas’ kimliği altında örgütlendik” diyenler vardı, ( hala bu yalanı tekrar edenler var ), ama bu konuda da samimi değillerdi. Çünkü, "madem yasak olduğu için etnik-ulusal kimliğimizle örgütlenemediniz, bu yasak 10 yıl önce kalktığı halde, neden isim değişikliğine gitmiyorsunuz hala" diye sorduk?


Önlerine belgeleri koyduk. Kuzey Kafkas Halklarının hepsine birden tarihin hiçbir döneminde “Çerkes” denmemişti. Bütün dünya, en prestijli sözlükler bile Çerkes’i sadece Adığe halkı için kullanıyordu. Osmanlı Devleti, arşivlerden çıkan belgelerde de görebileceğimiz gibi, sürgünde gelen grupları etnik kimliklerine göre, Abaza, Çerkes, Nogay, Karaçay, Çeçen… diye kayda geçirmişti. Sürgünden çok önce Çerkes ( Adığe ) sözlükleri basılmıştı...


Ve Çarlık Rusya’sına karşı savaşta bir kader birliği yapılmamış, ortak hareket edilmemiş, 1918’de Osmanlı Devleti’nin desteği ve zorlamasıyla kurulmaya çalışılan Kafkas devleti bir yıl dahi yaşayamamıştı.


Yani Kuzey Kafkas Halkları arasında, dostluğun, kardeşliğin, yardımlaşma ve dayanışmanın ötesine geçen bir “birlik” yoktu. Kafkas Devletini örgütlemek için bir araya gelen “aydınlar” etnik kimlikleri ile bu örgütlenmelerde yer almışlardı.


Kafkas halklarını böyle tek bir kimlik; “Kafkas” veya “Kafkasyalı” kimliği altında toplamaya çalışmalarının, bunu yaparken “Çerkes”i yasaklamalarının nedeni, Çerkes halkının kimlik ve vatan bilincini çarpıtmak, tarihi vatanımız Çerkesya’yı unutturmak ve bizi birbirimize asimile ettirmekti.


Evet, "Kafkas kimliği" bizi kullanışlı hale getirmenin yanında, asimilasyona hizmet ediyordu.


Birbirlerinin anadillerini anlamayan, bu nedenle aralarında Türkçe veya Arapça konuşmak zorunda kalan Çerkesler, Abhazlar, Osetler, Çeçenler… başkalarının bir şey yapmasına gerek kalmadan birbirlerini asimile ediyor, yaşadıkları ülkelere aidiyetleri büyüyor, vatanları ile aralarındaki mesafe açılıyordu.


Bizi bu projeye inandırmak için bin bir türlü yalan uydurmuş, gerçekle alakası olmayan bir tarih yazmış, mesela İmam Şamil’in atamız olduğuna inandırmış, tarihi belgeleri çarpıtarak “Kafkas”ı “Çerkes”, “Çerkes”i “Kafkas” diye tercüme etmişlerdi.


Bunlar tesadüf veya masum hatalar olmazdı, çünkü Çerkes’in de, Kafkas’ın da bütün dünya dillerinde karşılıkları vardı.


Bunları kendilerine anlattık. Belgeleri önlerine koyduk. Bugün vatanımızda kullanılan tanımları, alınan kararları tercüme edip yayınladık. Ama işimiz kolay değildi, çünkü bu proje ne yazık ki çok uzun yıllar sorgulanmaksızın doğru kabul edilmiş, üzerinde evlilikler olmuş, toplumsal ilişkiler kurulmuştu.


Uluslaşma perspektifi ile kimlik ve vatan tanımı yapmak, bu kimlik ve vatan tanımlarına göre örgütlenilmesini istemek sanki toplumsal ilişkileri, hatta evlilikleri bozmak gibi algılanıyordu.


Yine de ilk 2-3 yıl tartışmalar düzeyliydi. Camiamızda eli kalem tutan hemen herkes bu tartışmaya katıldı, yazdı, çizdi, katkı sundu. Bu tartışma sürecinde biz kendimizi daha çok insana anlatma imkanı bulduk. Söylemlerimizi benimseyenlerin sayısı arttı. Derneklerimiz harekete geçerek isim değişikliğine gittiler, Kafkas veya Kafkas Kültür Dernekleri Çerkes Derneklerine veya Çerkes Derneği-Adığe Xase’lere dönüştü.

Biz de CC’den ayrıldık ve Cherkessia.net’i kurduk. Kendimizi “Çerkesya Yurtseverleri” diye tanımladık, site bizim ideolojik-politik yayın organımızdı. Ve yavaş yavaş gücümüz oranında pratik sürece de müdahale etmeye başladık.


İşte bundan sonra ikinci evreye geçtik: tartışmaların karakteri, bizi eleştirenlerin dilleri ve tavırları değişti.


Bizim için “amip gibi çoğalıyorlar, yılanın başı küçükken ezilmeli” diyorlardı.

Yazılarında hakaret etmeye, “mikro milliyetçi, bölücü, ırkçı, faşist, ajan…” gibi yaftalar yapıştırmaya başladılar.


Hatta Kaf Fed’in sitesinde Adnan Özveri’nin bize/bana “Nihal Atsız’ın çocuğu” sözleriyle küfür ettiği bir yazısı yayınlanmıştı.


Bu konuyu Brüksel’de Cihan Candemir'le konuşmaya çalıştım, ama bana “ben bu sözlerde bir sakınca görmüyorum” dedi.


Birileri de mesajı almış, sosyal medyada artık bize/bana resmen ana avrat küfrediyorlardı.


Siyaset yapma hakkımızı da elimizden almaya çalıştılar. Mesela Almanya’da bir toplantıda konuşmacıydım. Avrupa Çerkes Dernekleri Federasyonu başkanı Tamzok Ömer davet etmişti. Ama Türkiye’den toplantıya gelen grup, başta da Kuşha Doğan, Ömer Abi’ye beni konuşturmaması için baskı yaptı. Ömer Abi’nin “istifa mektubum cebimde” demesi üzerine, “sorun değil, konuşma meraklısı değilim” diyerek konuyu büyümeden kapattım.


Daha komiği, bir Avrupa Parlamentosunda Çerkes Günü etkinliğinde “tamam, Çerkesya Yurtseverleri katılsın, ama Hatko Schamis konuşmasın” demeleriydi. "HDP siyaset yapsın, ama Selahattin Demirtaş hapiste yatsın" der gibi.


Elbette düşüncelerimizi doğru bulan, bizi destekleyen insanlar arasında da yanlışlar yapan, hakaret veya küfür eden, bizim “ırkçı-lümpen” olarak gördüğümüz, ilk fırsatta kimi zaman açıkça eleştirerek, kimi zaman da buna gerek dahi görmeden aramıza mesafe koyduğumuz insanlar vardı. Ama biz bunlara hiç bir zaman müsaade etmedik. Onları “bizden” görmedik.


Bizi temsil eden yazılarda asla böyle bir şey yapmadık.


Statüko ise "Çerkesya" veya "Çerkes Adığedir" diyen, ama bizi temsil etme veya bizim adımıza konuşma hakkı ve yetkisi olmayan herkesin günahlarını bize yıkıyordu.

Ve bunu yaparken, herhangi birinin değil, kurumlarımızda yetkili veya yönetici pozisyonda olanların bile bize yönelik hakaretleri veya küfürleri onları rahatsız etmiyordu.


Bir çifte standart vardı. Bize hakaret edilmesine, küfür edilmesine seslerini çıkarmıyor, ama bizim her eleştirimizin altında bir hakaret veya küfür arıyor, bizimle alakası olmayan insanların yanlışlarını bize mal ediyorlardı. Bakın hala bilmem hangi tarihte, hem de bizimle artık ilişkisi olmayan veya zaten hiç olmamış insanların yanlışlarını örnek olarak veriyorlar.


Ama daha dün bana “şerefsiz” demiş adamla veya Necdet Abiye, daha sonra yazısını kaldırmış olsa da, “bunak” dahil etmediği hakaret kalmayan adamlarla bir sorunları yok.

Bize bırakın siyasi eleştirileri, “O.. Ç..”, “pi..” diye küfreden insanlara karşı bir yaptırımları yok.

Beni hiç tanımadığı halde, Sivas’ta Çerkes kimliği üzerine yaptığı bir konuşmasını eleştirdiğim için, veya eleştirdikten sonra, benim için sağda solda “Provokatör” diyen Serpil Dizdarlar baştacı…


Hatta Yıldız Şekerci hanım birgün, benimle yanyana gördüğü insanları arayıp, hakaret eden, “ondan uzak dur” diyen bir Kaf Fed YK üyesine yönelik eleştirilerimizden yakındı.

Kendisine bu YK üyesinin, konu kendisiyle veya Kaf Fed ile alakalı olmadığı halde, Uğur arkadaşımızın yaptığı bir paylaşımın altında yaptığı yorumu, bana hakaretini gösterdim, sadece “eh o da şık olmamış” dedi.


Amaçları çok net ortaya çıkmıştı: Bize siyaset yaptırmak istemiyorlardı.

Biz ısrar edince, iş çığırından çıktı. Bir gün arabam tahrip edildi, başka bir gün Opera’da işyerime gelen 6-7 kişilik bir grup ( Türk-Rus karışık ) bana saldırdı.


Elbette saldırganların kim olduklarını bil( mi )yordum, kimseyi suçlayamazdım, ama garip bir “tesadüf”tü…


Hatko Schamis

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks