NEDEN DEPORT EDİLDİM? – 6 –

#3153 Ekleme Tarihi 25/09/2019 10:32:40

Her şeye rağmen kendimizi anlatmaya ve örgütlenmeye devam ettik. “Biz Kimiz” sorusunu bir broşürle yanıtladık. “Biz Çerkes Milliyetçisiyiz, etnik-ulusal kimlik ekseninde örgütlenen, bütün ulusal hareketler milliyetçidir” dedik.


Ezen-ezilen ulus milliyetçilikleri; ezen ulusun milliyetçiliğinin diğer uluslara ve etnik-ulusal topluluklara yaşam hakkı tanımadığı için milliyetçi değil şövenist olduğu; bir etnik-ulusal topluluğun milliyetçiliğinin “mikro milliyetçilik” olarak tanımlanamayacağı üzerine sayfalar dolusu yazdık, dünyadan örnekler verdik.


Ama dünyadaki örnekleri ve bu konudaki uluslararası literatürü bilmiyorlardı. Araştırmamışlardı. Sosyal-kültürel faaliyetlerden başka bir şey düşünmedikleri için siyasi ilişkilerden, literatürden, dilden veya jar;ndan bir haberdiler.

Veya “uluslaşma”mıza karşıydılar!!!


Uluslaşmalıyız, ulus olmanın altyapısını güçlendirmeliyiz diyorduk. Bu, ulusal kimliği, vatan bilincini ve anadili güçlendirmek; bir vizyon etrafında birleşmek demekti. Buna, siyasi literatürde uluslaşma veya “ulus inşa ( nation building )” süreci deniliyordu. Ve bu sürecin ideolojisi “milliyetçilik”ti.


Onlar ise hep bir ağızdan “her türlü milliyetçiliğe karşıyız” diyorlardı. Ezilen, asimile olan bir etnik-ulusal topluluğun temsilcileri olduklarını iddia ediyor, ama her türlü milliyetçiliğe karşı olduklarını söylüyorlardı.


Bir iki yazıdan sonra anladık ki, bunların milliyetçilikle ilgili bütün bildikleri birkaç sosyalistin yazdıklarıydı.


Ama sosyalistler bütün etnik-ulusal örgütlenmeleri ve elbette Çerkes derneklerini “milliyetçi” olarak tanımlarlardı. Hatta Türkiye’de Çerkes derneklerini ve örgütlerini “milliyetçi” olarak tanımlamayan bir tane sol örgüt yoktu. Yani, sol literatürde aslında kendileri de milliyetçiydiler. Çünkü bir etnik-ulusal kimlik eksenli örgütleniyor, bu kimliğin sorunlarını çözmek için mücadele ediyorlardı.


Sanırım kurdukları grupları “devrimci”-“demokrat” bilmem ne… diye tanımlayıp biraz kardeşlik edebiyatı biraz da nostalji yapınca “milliyetçilik günahı"ndan kurtulacaklarını sanıyorlardı.


Devrimci bir örgütlenmenin içinde değiller, devrim için mücadele etmiyorlar, ama “devrimci”ler. Faşizme tavır almıyor, her gün yaşanan insan hakları ihlallerini eleştirmiyorlar, ama “demokrat”lar.


Yok böyle bir dünya!


Çok araştırma yapmanıza gerek yok, açın bir “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabını, okuyun: Bütün etnik-ulusal hareketler milliyetçidir. Milliyetçilik “ezen ulus” ve “ezilen ulus” milliyetçiliği olarak ikiye ayrılır. Ezen ulus milliyetçiliği “şövenizm” dir, ezilen ulus milliyetçiliği ise demokratiktir, demokratikleştirir.


Ve sol, emperyalizmin işbirlikçisi olmayan ulusal hareketleri, asimilasyona karşı direnen etnik-ulusal toplulukları eleştirir, ama destekler. Karşı değildir.


Biz de asimile olan bir halkız. Varlık-yokluk mücadelesi veriyoruz. Bir devrimi veya fi tarihini bekleyemeyiz. İleri bir tarihe ertelemeden etnik-ulusal kimliğimizi güçlendirecek, hayata karşı direnişimizi büyütecek örgütlerimiz-kurumlarımız olmalıdır. Ama bu, daha demokratik, eşit, özgür bir yaşam düşü olanlara karşı olmak demek değildir.


Hatta milliyetçilerin de böyle düşleri olabilir.


Mesela İspanya’daki ETA’nın, İrlanda’daki İRA’nın böyle düşleri vardı. Bunlar demokratik-sosyalist bir Bask ülkesi veya İrlanda istiyorlardı.


Buna rağmen siyaset bilimciler, ( örneğin Kendouri ) bu hareketleri, kurulacak ulusal devletin siyasi karakterinden kaynaklı, “devrimci milliyetçi” olarak tanımlamışlardı…

Bize asıl olarak “Çerkes Adığedir” dediğimiz için “milliyetçi” ve biraz da negatif bir anlam yüklü olduğu, yani bizi karalamak için “mikro milliyetçi” diyorlardı.


Halbuki milliyetçiliğin kaç etnik grubun bir kimlik altında toplandığı ile alakası yoktu. Olsaydı, bir düzine etnik grubun ortak mücadelesi olan “Eritre Ulusal Kurtuluş Hareketi” milliyetçi olmazdı. Ama milliyetçiydi, hatta zaman içinde gericileşti.


Uluslaşma “Alman Tipi” ve “Fransa Tipi” olmak üzere iki yoldan mümkündür. Alman Tipi uluslaşma bir etnik topluluğun, belli bir coğrafya üzerinde ( vatan ) ekonomik-siyasi birliğini sağlaması ile olur. “Fransa Tipi” uluslaşmada ise birden çok etnik topluluk belli bir coğrafya üzerinde birleşir.


Bu konuda da yeterince literatür var, öğrenmek isteyene…


Yani ulus, mutlaka “birden çok etnik topluluğun bir araya gelmesi” demek değildir. Ve nasıl uluslaşılacağını tarihsel koşullar belirler.


Ama bizim arkadaşlarımız veya kurumlarımız önce kafalarında bir “Kafkas Ulusu” yaratmışlardı. Buna “Çerkes” diyorlardı. Bütün Kuzey Kafkas halkları bu “Kafkas-Çerkes Ulusu”nun alt etnik gruplarıydı. Hayat ve vatanımızdaki siyasi gerçeklik buna uymuyormuş, umurlarında değildi. Uymalıydı!


Bugün artık "Çerkes" deyince "Adığe"nin anlaşılmasından dolayı, yani ideolojik mücadeleyi kaybettikleri için, Çerkes'i ağızlarına bile almıyor, "biz Adığeyiz", hatta vatana "siz de Adığe olun yaa" diyorlar.


“Irkçı-faşist” gibi ithamlar da vardı. Ama bu konuda da uçuyor, uyduruyorlardı.

Faşizm tekelci burjuvazinin en gerici, en kanlı tercihidir. Peki biz hangi tekelci burjuvazinin temsilcisi veya destekçisiyiz de faşist oluyoruz? Veya hangi devrimciye veya demokrata karşı mücadele ediyoruz?


Üzerinde konuşmaya bile değmeyecek kadar ucuz bir karalama…


Irkçılık ise bir ırkın-etnik kimliğin üstün ve/veya diğer ırkların-etnik ve ulusal toplulukların daha aşağı, daha geri, daha kötü olduğunu savunur.


Biz ama hiçbir yerde, hiçbir zaman Çerkes halkının daha üstün ve/veya diğer halkların bizden daha aşağı olduğunu söylemedik veya yazmadık? Tam tersine, “asaletin ve nezaketin timsali” gibi tanımları bile reddettik.


Bütün halkların eşit ve özgür olduklarını anlattık. Bütün halkların varlıklarını, kimliklerini, dillerini ve kültürlerini yaşatma mücadelelerini destekledik. Bütün Kuzey Kafkas halkların etnik kimliklerine, dillerine, kültürlerine, kendi kaderini tayin ve örgütlenme haklarına saygı duyuyoruz.


Abhaz kimliğine ve örgütlenmelerine de bu çerçevede bakıyoruz.


Hatta Abhaz halkının kendi kaderini tayin ve örgütlenme hakkına bakış açısı, bizim teorik olarak anlattığımız her şeyi doğruluyor. Yani, iki halk arasında çıkabilecek sorunlardan, asıl olarak “ayrılma ve örgütlenme hakkını savunanlar değil, bu hakkı tanımayanlar sorumludur” tezini…


Biz Abhaz halkını uluslaşma potansiyeli olan, uluslaşma sürecinde bir halk ve kendi kaderini tayin hakkını kullanıp, kendi devletini: Abhazya Cumhuriyeti’ni kurmasını geleceğini garanti altına almada dev bir adım olarak görüyoruz.


Daha sonra bu Cumhuriyeti yaşatmak ve diasporası ile bağlar kurmak için Abhaz Derneklerini ve Abhaz Dernekleri Federasyonu’nu örgütlemeleri, gerekli ve zorunlu bir adımdı. Abhaz kimliğinin konsolide olması, Abhazya Cumhuriyeti’nin uluslararası platformlarda temsil edilmesi ve ekonomik-siyasi- demografik ihtiyaçlarının karşılanması için “olmazsa olmaz”dı.


Bu nedenle, Abhaz halkının çabalarını ilk günden itibaren destekledik. Hatta bu konuyla ilgili yazdığımız yazılar bir çok Abhaz sitesinde yayınlandı.


O günlerde Gürcistan, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü’nün tanınması için bir adım attı. Bu adım, Çerkes halkı için önemli, hatta tarihi bir adımdı. Çünkü Çerkes Soykırımı ve Sürgünü ilk defa BM üyesi bir devletin gündemine giriyordu.


Elbette Gürcistan’ın ve onu destekleyen devletlerin kendi hesapları vardı. Ama Çerkes Soykırımı da başka bir yoldan dünyanın gündemine giremezdi. Önemli olan bizim ne istediğimizi bilmemiz ve dik durmamızdı. Bu nedenle Gürcistan’ın attığı adımı destekledik. Gürcistan’a gittik…


Bir sürü spekülasyon yapıldı, ama bizim tavrımız çok netti:


Gürcistan ile Çerkes Sorunu, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü dışında bir konuda konuşmayacaktık. Rusya düşmanlığı yapmayacaktık. Ama aynı şekilde gerek Rusya ile gerekse Abhaz ve Oset halkları ile yaşadığı-yaşattığı sorunlar nedeniyle Gürcü düşmanlığına da izin vermeyecektik.


Hükümetler geçici, halklar kalıcıydı.


Gürcistan’da bu çerçevenin dışına çıkmadık. Bir yerde, özel bir sohpette, gündeme geldiğinde, “Gürcistan’ın Abhazya’nın kendi kaderini tayin hakkını tanıması, neden olduğu acılar nedeniyle özür dilemesi, hemen bir saldırmazlık anlaşması yapması gerektiği”ni söyledik.


“Abhazya Cumhuriyeti’nin kendini savunma ve buna uygun ittifaklar kurma hakkının olduğunu, RF ile ekonomik-askeri ilişkiler geliştirmesinden, dünyaya açılamamasından ve Gürcistan ile ilişkileri normalleştirememesinden Gürcistan’ın sorumlu olduğunu” anlattık.


Ama bizim diplomatik, siyasi ilişkilerden bir haber baylarımıza göre Gürcistan ile asla görüşmemeliydik, “o kanlı ve faşist el”i asla sıkmamalıydık. Halbuki Rusya hatta Abhazya bile Gürcistan’ın bölgede NATO’nun jandarması olmaması için, Gürcistan ile görüşüyor, ilişkileri normalleştirmeye çalışıyordu.


Diyalog kapısının açılmamasının Abhazya’ya hiçbir yararı yoktu. Bu gerginlik, Abhazya’nın Rusya’ya daha muhtaç hale gelmesine, Avrupa’ya açılamamasına neden oluyordu.


Kurumlarımız, asıl olarak, bizim siyasi duruşumuzu karalamak ve bizi itibarsızlaştırmak için bu anlattıklarımızı dinlemediler bile. Çocukça tavırlar aldılar. “Gürcü sevici, Abhaz düşmanı” gibi yaftalar yapıştırdılar.


Komik bir ayrıntı da, dün Martin için kampanya örgütleyenler, Martin'i, haklı olarak, sahiplenenler bilmiyorlar sanırım. Ben Martin ile Gürcistan'da tanıştım. Gürcistan'da birlikte hareket ettik. Martin'in babası da Anaklia'da dikilen "Çerkes ( Adığe ) Soykırımı ve Sürgünü Anıtı"nın tasarlayanı ve mimarıdır.


Bazı lümpenlerin, uluslaşma sürecini “bir karşıtlık”, birilerini “ötekileştirme” eksenli örgütlemek isteyenlerin söylemlerinin, Abhaz kimliğini, Abhazya’nın sınırlarını tartışanların bizimle bir alakası yoktur. Çerkes halkının varlığına, kimliğine ve geleceğine zarar verecek bir şey yapmadıkça, bizim Abhaz halkı ve kurumları ile hiçbir sorunumuz yoktu, olamazdı.


Abhazlar bizim kardeşimizdir, mazlum bir halktır.


Geleceklerini örgütlemelerine, devletlerine ve bütün kurumlarına saygı duyuyor, destekliyoruz.


Çerkes kurumlarının, örgütlerinin ve gruplarının hızla Abhaz Halkının etnik-ulusal kimliğini reddetmekten, onları da Çerkes kimliği altında toplamaya çalışmaktan; Abhazya ve Abhaz halkı ilgili konularda Abhaz Kurumları ile yarışmaktan vazgeçmeleri gerekiyor.


Böylece Abhaz ve Çerkes halkları arasında gerçek bir kardeşlik-dostluk ilişkilerinin kurulabilmesi mümkün olacaktır.


Bu, Çerkesya Hareketi'nin resmi, örgütsel tavrıdır!


Hatko Schamis


  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks