Sorun “Zati” Değil; Sistemin Kendisi: Statüko…. Hatko Schamis

#7248 Ekleme Tarihi 26/07/2021 01:18:00

 

İki hafta önce Maikop'ta toplanan “DÇB İstişare Kurulu”nun tek kahramanı Zati değildi elbette. Hatta Zati, toplantıya katılanlar arasında en “saf”ı; yoksa kamuoyuna böyle bir açıklama yapmazdı.

Dört duvar aralarında konuşulanların hepsini-herşeyi bilmemiz mümkün değil; ( böyle toplantılarda konuşulanlar ve alınan kararlar üzerine bir şey yayınlanmadığı için ), ama bir şeyler duyuyoruz.

Mesela, herşeyi bilen! ve herkese ayar vermeye çalışan biri, mealen, “aranızda Rus karşıtları, hatta teröristler var” demiş. “Olur mu, sen ne diyorsun?” diye sormuş Türkiye’den gidenlerden biri. “Var tabii”, demiş, “mesela Ankara Çerkes Derneği” demiş, Ankara Çerkes Derneği Başkanı Bislan'ın Besleney Zeynel ile yaptığı bir röportajı örnek göstererek. Hızını alamamış, “Federasyondan atılmalı” demiş.     

Bunun bir “ihbarcılık” ve/veya “hedef göstermek” demek olduğunu bilmiyor mu o “herşeyi bilen”? Biliyor tabii, bile bile yapıyor.

İlk defa yapmıyor, hep yapıyor. 

Mesela 2015 yılında otobüslerle Çerkesya’ya gideceğimizi ilan ettiğimizde de yaptı. Sosyal medyada yazdı, yetmedi bazı kurumlara mektuplar gönderdi. “Kışkırtıcı”, “provokatif” dedi etkinlik için. 

İnsanların bu asılsız “ihbar” nedeniyle, sınırdan geri çevrilmelerinden; ertesi sene yine sınırda otobüslerinin geçmelerine izin verilmemesi nedeniyle sıkıntı çekmelerinden rahatsız olmadı.  

Sadece o değil bunu yapan, başkaları da yaptı; yapıyorlar. 

3 sene önce, yine Maikop’taki bir toplantıda, "bir de Çerkesyacılar var, onları muhatap almayın, onlar…” demişlerdi. 

Deport edilmem için FSB'ye bir "ihbar mektubu" yazıldığı da mahkemede dile getirildi. Hatta ellerindeki tek belge-ispat oydu. 

Başka bir sürü örnek verebilirim, ama uzatmak istemiyorum. İşin özü: kişiler değil, sistem kirli; demokratik değil, açık ve şeffaf değil. Kararlar dört duvar arasında, ikili-üçlü ilişkilerde alınıyor. 

Ve yanlışların üzerine gidilmiyor, tam tersine örtülüyor, unutturuluyor!

Mesela, 2016 yılının 21 Mayısında sınırdan geri çevrilmemiz üzerine Hauti bir Rus gazetesine bizim için “Provokatörler” demişti. Aramızda Kaf Fed üyesi 4 dernek başkanı da vardı. 

Ertesi sene Nalchık’ta kendisine soruldu, ama “yok, ben öyle bir açıklama yapmadım” dedi. “Senden talep etmemize rağmen niye tekzip etmedin” diye soruldu, “benimle ilgili hergün bir şeyler yazılıyor, ben bunlarla uğraşamam” dedi.

DÇB ile ilişkiler dondurulduğunda nedenlerden biri de Hauti’nin bu açıklamasıydı. Ama bir sonuç alınmadan ilişkiler yeniden ısıtıldı…

Yanlış anlaşılmasın “DÇB karşıtı” falan değilim. DÇB’nin varlığı veya yokluğu o kadar önemli değil benim için. Zaten, bu DÇB giderse; emin olun başka bir DÇB gelecek. İşte bazı arkadaşlar yazıyorlar, belgeler yayınlıyorlar, DÇB aslında bilmem hangi tarihte kapatılmış, yerine bugünkü DÇB kurulmuş… Bir şey değişiyor mu? 

Değişmez; bir “DÇB”siz Çerkes dünyası olmaz. 

Buna göre politikalar geliştirmeliyiz. 

Kurumlarımızın açık, şeffaf ve demokratik olmamasının yanında, sorun asıl olarak, Hauti’nin 2018 yılıydı sanırım, Ankara’da Nart sitesinde ağırlandığı günlerde yaptığı konuşmada gizli.

Ne demişti Hauti: 

“Siyaset yapmasını bilmiyorsanız, kenara çekilin; yoksa halkınıza zarar verirsiniz”! Bir kendisi biliyor siyaset yapmasını yaa!

İşte bu kafa yapısı başkalarının da siyaset yapmasını “zararlı” görüyor ve “zararlı” olanları “etkisiz hale getiriyor”. Bunun Çerkes halkının çıkarına ve görevi olduğunu sanıyor. 

Sanki ellerinde “siyasetmetre” var! 

Ve camiamızda bunu yapan çok. Sadece “bay herşeyi bilen” değil.

Bugün başarıları ile öğündükleri, hatta kendilerine pay çıkardıkları Hapae Arımbiy’i de bir zamanlar “aşırı”, “Rus karşıtı” falan filan diye suçladılar ve ayak oyunlarıyla Adığe Xase başkanlığından indirdiler. 

Yıldırdılar ve “kandırdılar” adamı… Ben o dönemde, 12 sene önce, Maikop'a gidip, Arambiy ile ( gizli ) görüşmüştüm.

Bay "herşeyi bilen", şimdi Arambiy’in direnişiyle mutlu oluyormuş! O günlerde neredeydin? Neden Arambiy’e sahip çıkmadın? 

Arambiy o günlerde de Sambo’nun piri-ustası değil miydi?

Sadece Arambiy değil; İbrahim Yağan, Aslan Beshto, Ruslan Kesh, Abubekir Murzakan… hepsi “zararlı”ydı onlar için, hiçbiri "politika yapmasını bilmiyor”du. İnsanları bu arkadaşlardan uzak durmaya çağırdılar. Yalnızlaştırdılar. Hedef gösterdiler... Bazıları dövüldü! 

Bir gün İbrahim’i Reyhanlı’ya davet etmiştik de, o dönemin Kaf Fed başkanı Yaşar Aslankaya, Uğur Pihava’yı arayıp İbrahim hakkında ileri geri konuşmuştu. Aynı Yaşar, 21 Mayıs 2015'te Nalchık’a giderken de bu isimleri sayarak “lütfen onlarla görüşmeyin” demişti. 

Aslan ve Ebubekir ile gizli saklı görüşebildik; Ruslan görüşme yerine gelirken gözaltına alındı... 

Sadece orada değil, burada da yapıyorlar: İnsanları arıyorlar, bizden, etkinliklerimizden uzak durmalarını; yazılarımızı takip etmemelerini, beğenmemelerini söylüyorlar. Bir sürü şey ima ediyorlar. Gencecik insanları aileleri, akrabaları üzerinden baskı altına alıyorlar. 

Yetmiyor, biz bir “muhtar”la mı görüştük, hemen ona bizimle ilgili bir sürü yalan söylüyorlar. Hele bir tanesi, yatıp kalkıp ve gittiği her yerde, herkese bana/bize “provokatör” diyor. Bir “mesai arkadaşı” üzerinden haber yolladım, “lütfen” dedim; ama durmuyor!

Hatta geçenlerde bir partiye gidip, bize bazı konularda yardım eden biri hakkında ileri geri konuştular. Düşünebiliyor musunuz? 

Ya arkadaş, biz düşman mıyız?   

Özetle, iktidarıyla, muhalefetiyle herşeyden önce kurumlarımızı ve kafa yapılarımızı demokratikleştirmemiz, birbirimize “karşıt” olarak değil; birbirimizi tamamlayan güçler olarak bakmamız gerekiyor.

Gerisi kolay! 

Öyle “toplumun sinir uçlarına dokunmak”, “toplumu germek” gibi suçlar! icat etmemeliyiz. Yoksa kendi ayağımıza sıkarız. Bugün ben, yarın sen “Rus karşıtı”, hatta “terörist” ilan edilirsin. Kendisinden başka herkesi “zararlı” gören kafa, bunu herkese yapar, yapabilir…

Son olarak, yine Zati Bey’e bir, hayır iki hatırlatma yaparak bitireyim:

Zati bey, “Rus Karşıtı” olma duvarını bu kadar inceltir, Rusya’nın siyasi tercihlerini ölçü alırsan, “tarihimizi, kültürümüzü, dilimizi” koruma mücadelesinin de “Rus karşıtı” diye mahkum edilmesine alet olursun.  

Tarihi, kültürü, dili, kimliği korumanın yolu bellidir. Bak 30 ulusal-dil hareketi/ni inceleyen dil bilimci Akademisyen Muradov ne diyor: 

“Genellikle, dilin yeniden canlandırılması, insanlar ulusal bir kurtuluş mücadelesi yürütüyorlarsa ve dil, birçok kişinin gözünde bir bağımsızlık sembolü haline gelirse ( Çek dilinde olduğu gibi ) başarılı olur... 

Ulusal bir azınlığın dilinin korunmasına katkıda bulunan faktörler:

1. Yazı ve edebiyat geleneğin varlığı;
2. ( İkinci ) resmi dil olarak kullanımı, devlet dili statüsü;
3. Dilin ( veya onun "klasik" versiyonunun ) ibadet dili olarak kullanılması;
4. Dili okullarda öğrenmek ve öğretmek, en azından isteğe bağlı olarak, dil kurslarının mevcudiyeti;
5. Anadilini bilenlerin motivasyonu ( "ulusal yorgunluk katsayısı" )..."

Yani, “dilimizi, tarihimizi, kültürümüzü koruma”nın yolu; bunların önündeki politikalarla ve politikacılarla mücadele etmekten geçiyor, bizim için kurulan ve sınırları çizilen sahnede oynamaktan değil. 

Çünkü sahneyi kuran, kendi politik vizyonuna göre kurar sahneyi. Eğer demokratikse, biraz daha büyür sahne; değilse, üniterleşmek ve bizi asimile etmek istiyorsa, küçülür. 

Bu, “Rus karşıtlığı” değil; “üniter ve şövenist Rusya” karşıtlığıdır. Ve emin ol, milyonlarca Rus da “üniter” veya “şövenist Rusya” karşıtı.

Bugün, hala köylerde anadilimizin konuşuluyor olması kimseyi yanıltmasın, Türkiye’deki köylerde de herkes Çerkesçe konuşuyordu. 

Ama şehirleşme ile, neredeyse Çerkesçe konuşan kalmadı.  

Suçlu, Türk, Rus, Arap… değil; anadilin korunması için önlem almayan devletlerdir. Ve bu devlet politikası ile mücadele etmeden, tarihini, kültürünü ve dilini koruyamazsın. 

Öyle, birkaç örnek göstererek kendinizi kandırmayın. Her yerde anadilimiz gereksizleşme-değersizleşme sürecine girdi!

İkincisi, tarihi Çerkesya’da Çerkes halkının birliğini istemek veya Çerkes soykırımının tanınması için çalışmak “Rus karşıtlığı” değildir. 

İstersen kronolojiye bir bak: ( Rus akademisyen Veronika Tsibenko’dan )

“1- Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti Yüksek Konseyi, 1992 yılında, Kafkas Savaşı sırasında Rus işgalciler tarafından Çerkes halkına yönelik soykırım yapıldığını tanıyan özel bir kararı kabul etti.

Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Parlamentosu, 1994 yılında, Çerkes (Adığe) soykırımını tanıması ve sürgün edilenlerin torunlarına "sürgünde halk" statüsü verilerek, tarihi anavatanlarına dönmek isteyen Çerkeslere yardım edilmesi talebiyle Federasyon Konseyi ve Rusya Federasyonu Federal Meclisi Devlet Duma'sına başvurdu.

Bu bağlamda Yeltsin, Kafkasya halklarına bir mesaj göndererek şunları söyledi:

"Rusya'nın bir hukuk devleti olarak yeniden inşa edildiği ve evrensel insani değerlerin öncelik olarak kabul edildiği bu günlerde, Kafkas Savaşı olaylarını da nesnel olarak yorumlamak ve Kafkasya halklarının sadece kendi topraklarında hayatta kalmak için değil, aynı zamanda ulusal karakterlerinin en iyi özellikleri olan yerli kültürlerini korunmak için verdikleri cesur bir mücadele olarak görmek mümkün.

İki yıl sonra, 1996 yılında, Adiğey Cumhuriyeti Devlet Konseyi (Xase), Kafkas Savaşı sırasında Adiğe (Çerkes) halkının soykırımını tanıma önerisiyle Rusya Federasyonu Devlet Duma'sına başvurma kararını kabul etti…

90'ların ikinci yarısında Çerkes Ulusal Hareketinin talepleri, Temsil Edilmeyen Milletler ve Halklar Örgütü'nden ( UNPO ) destek buldu.

UNPO, 1997 yılında uluslararası topluma, Rusya Devlet Başkanına, Devlet Duma'sına ve Rusya Federasyonu Hükümetine başvurarak, 19. yüzyılda meydana gelen Çerkes soykırımını tanıma, Çerkeslere mülteci statüsü, çifte vatandaşlık ve tarihi vatanlarına dönme fırsatı verme çağrısı yaptı.

Aynı yıl, 24 Mart'ta, Uluslararası Çerkes Birliği ( DÇB ) Genel Sekreteri Alexander Okhtov, Cenevre'deki Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu 53. Oturumunda, ilk kez Çerkes Sorununa dikkat çekti.

Bir yıl sonra, 28 Mayıs'ta, BM Azınlıklar Çalışma Grubu toplantısında DÇB Özel Temsilcisi Teuvezh Kazanoko, uluslararası toplumu Rusya'nın Çerkes soykırımını tanıma ve Çerkeslerin tarihi vatanlarına dönüşünü kolaylaştırma konusundaki isteksizliğine dikkat çekti.

28 Temmuz'da, Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Çalışma Grubu toplantısında, Rusya'ya bu konularda baskı yapılmasını istedi.

Ve Ağustos ayında, BM İnsan Hakları Komisyonu-Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu toplantısında bir kez daha Çerkes Sorunu'na dikkat çekti…”

Yani, senin bugün “Rus karşıtı” olmakla itham ettiğin işleri, hatta fazlasını: Çerkes Sorunu’nu BM’e taşımayı bile, devlet başkanlarımız, parlamentolarımız ve DÇB yapıyordu. 

Onlar da mı ve Yetzin de mi “Rus karşıtı”ydı?

Bir de bu sözümona "Rus karşıtlığı"nı, bilerek, bütün Çerkes camiasının duyarlı olduğu "Dönüş'e zarar veriyor" iddiası ile ambalajlıyor, insanları kandırıyorlar.

Bakın, "Vatana Dönüş"ün sembol günü, 1 Ağustos 1998'dir. Bu tarihte, Aslan Carımov'un çabaları ve Rusya Federasyonu'nun desteği ile Kosova Çerkesleri Adığey'e getirildi. 

Bu tarihten önce neler yapılmış, DÇB neler yapmış yukarıda görüyorsunuz. Yaa, Çerkes Sorunu'nu BM'e bile taşımışlar. 

Peki, bu sizin deyiminizle "Rus karşıtı" çalışmalara rağmen, neden Rusya Federasyonu Kosova Çerkeslerini Adığey'e getirmiş?

Çünkü bu çalışmalar "Rus karşıtlığı" değildir; "Çerkes tarihini, kültürünü, dilini ve kimliğini koruma çabası"dır. Üniter bir Rusya isteyenler bu çalışmaları "Rus karşıtlığı" olarak itham ediyorlar.

Öyle işkembeden atmayın... İnsanları en doğal, en insani hak ve özgürlüklerini bile dile getirmekten korkutmayın!
     
Başka bir örnek de Rusya Federasyonu Sosyo-Ekonomik ve İnsani Araştırmalar Enstitüsü, Rusya Bilimler Akademisi Güney Bilim Merkezi Üyesi Akademisyen A. T. Urushadze’den:

“1 Aralık 1990'da toplanan Karadeniz Çerkesleri 1. Kongresinde, Çerkesçe konuşan nüfusun tam ve sağlıklı gelişmesi için bölgenin idari ve coğrafi sınırlarının değiştirilmesi gerektiği ilan edildi. 

Bir sonraki Karadeniz Çerkesleri II. Kongresi ( 30 Kasım-1 Aralık 1991 ) katılımcıları… üç Çerkes Cumhuriyeti ile Krasnodar'ın ve Stavropol'un güney bölgelerini içerdiği kabul edilen Çerkesya'nın restorasyonu konseptini… dile getirdiler…

23 Kasım 2008'de Çerkessk'te düzenlenen Olağanüstü Çerkes Halk Kongresi'nde Çerkesya'nın restorasyonu/yeniden kurulması fikri bir kez daha kamuoyunda aktif olarak tartışılmaya başlandı. Kongrede gençlik kongresi delegeleri idari-bölgesel birleştirme yoluyla Rusya Federasyonu içinde birleşik bir Çerkes Cumhuriyeti yaratma önerisini dile getirdiler...”

Gördüğün gibi, “Çerkesya’nın yeniden inşa edilmesi ve/veya Çerkes halkının tarihi Çerkes topraklarında birlik olması fikri” de vatandan çıkmıştır, bizden değil! O “akıl hocan”ın “hariçten gazel okuyanlar”, “Rusya’ya akıl verenler” gibi yalanlarına inanma.  

Ve bu fikir hala çok güçlüdür. Ama devlet bu fikri zor ve şiddet yolu ile bastırdığı için ve vatana gittiğinde sadece DÇB çevreleri ile oturup kalkarsan, bunu göremezsin.

Gerçi görmek istersen, Nalchık sokaklarında açılan o dev Çerkesya pankartını görürsün, ama bugünlük orasını karıştırmayayım.

Özetle, evet, “herşeyimizle tarihimizi, kültürümüzü, dilimizi korumaya odaklanmalıyız”. Ama bunu senin deyiminle “Rus karşıtı” ( gerçekte ise, üniter-şövenist bir Rusya karşıtı ) olmadan nasıl yapacağız? Bu mümkün mü? 

Haftaya 3. Bölümde görüşmek üzere…

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks