2021, Doğu takvimine göre, Metal Boğa yılı; Ama belki de bizim yılımızdır!

#6499 Ekleme Tarihi 10/01/2021 10:22:22

2021, Doğu takvimine göre, Metal Boğa yılıdır. Ancak Adığey'in, bir kuyumcu ve halk sanatçısı olan Asya Eutykh ( Асей Еутых ) ile yazar Svetlana Tlekhas ( Светланa Тлехас ) tarafından Nart destanlarına dayanarak bulunan kendi takvimi var.

Deniz hala kıyılarını arar, dağlar her gece koşar adımla büyürken, Nartların torunları, destansı kahramanlar, çoktan beridir bereketli topraklarında yaşıyorlardı.

İnsanlar geniş vadilerde huzur içinde ve zenginlikler içinde yaşıyor, mısır yetiştiriyor, sürülerini otlarla zengin dağ çayırlarında otluyor, avlanıyor ve ormandan, güzel şaraplar yaptıkları üzümler topluyorlardı.

Tanrılar insanlara ev inşa etmeyi, maden cevheri çıkarmayı, metal eritmeyi, demirhanelerde orak ve çapa, ok ve kılıç dövmeyi, deri yapmayı ve yün işlemeyi öğrettiler. Ve insanlara bildikleri hemen hemen her şeyi öğrettiklerini düşünerek, kendi olağan hayatlarına ( avlanma, partiler, koşular ve dans yarışları ) döndüler. Bundan sonrasını insanlar artık kendi akıllarını kullanarak halledebilirlerdi.

İşten bıkan, yorgun düşen büyük tanrı "Tha", onlara artık başka çare kalmayıncaya kadar kendisini rahatsız etmemelerini emretti.

O zamanlar, "Ashe" ( Аше ) adında bir kral hükümdardı. Sert ama adil bir kraldı. Tek endişesi, tebaasını korumaktı. Bunun için küçük, ama iyi eğitilmiş ve silahlanmış bir ordusu vardı.

Aşılmaz dağlar Ashe'yi güneyden zaten koruyorlardı, bu nedenle silahlı ordusu sınırları düşmanların saldırılarına karşı savunuyordu.

Ashe'nin savaşçılarının bu bereketli toprakları ele geçirmeye çalışanları şiddetli savaşlarda mağlup ettikleri haberi Meot Denizi'ne kadar yayılmıştı ve kraliyet savaşçılarının cesaretlerini, cüretlerini ve kılıçlarının gücünü bir daha denemek isteyecek kimse kalmamıştı.

Geleneğe göre, yılın en önemli olayının gerçekleştiği sonbahar geldi. Yılın bu zamanında o topraklarda yetişen zengin ürünlerle ve zanaatkarların yetenekli ellerinin yapabildiği her şeyle dolu bir kervan, uzak ülkelerden tüccarların yelken açtığı ve büyük bir pazarın kurulduğu Meot Denizi'ne doğru uzun bir yolculuğa çıkardı.

Bu pazarda, yerel ürünler, yurt dışından gelen ipek, baharat, zeytinyağı, tuhaf şeffaf tabaklar, dağlarımızda bulunmayan taşlardan yapılmış mücevherler ve başka gezegenlerin ustaları tarafından icat edilen yeni silahlarla takas edilirdi.

Bizim kervanlarımızda, dağ nehirlerinde bolca bulunan yerli altından yapılmış takılar, bronz kılıç ve oklar, demirden zırhlar, ham deri ile ve karmaşık motiflerle süslenmiş kalkanlar, yün, kurutulmuş et ve yine kurutulmuş peynir, orman balı, fındık, elma, mavi ve kırmızı kilden yapılmış, yuvarlak dipli kaplar olurdu.

Bir zamanlar Nartların büyük demircisi ve bütün zanaatların koruyucusu Tanrı "Tlepş"in öğrencisi olan Ashe, bu pazarlarda denizaşırı diyarlardan gelen misafirlerden yeni şeyler öğrenmek, onların hünerlerini görmek ve hayatlarına neyin uyarlanabileceğine karar vermek isterdi.

Her yıl kervanla uzun bir yolculuğa çıkamazdı, ama o yıl her şey yolunda gitti: mısır mahsulü çok iyiydi, gri sert boynuzlu boğa sürüsü özgür dağ çayırlarını doldurdu ve düşmanlar verimli topraklarına girmeyi unuttular. Köy düğünleri ve binicilik yarışmaları çok sakin geçti.

Genel olarak Ashe'nin kervanla uzun bir yolculuğa çıkması şüphesiz her zaman mümkündü. Dünyayı tanıması ve insanlardan yeni şeyler öğrenebilmesi için en büyük oğlunu da yanlarına aldılar.

Ama Ashe bir şeyi bilmiyordu: Krallığının uzak sınırlarını koruyan geçilmez dağların o kadar da geçilmez olmadıklarını. Ve o kadar yenilgiden sonra dahi geniş ovalarını ve altın dolu nehirleri, büyük sürüleri ve cömert bahçeleri ele geçirmek için yemin etmiş olan düşmanlarını durduramayacaklarını.

Ormanların veya nehirlerin olmadığı, geceleri don ve öğle vakti acımasız bir güneşin yaktığı çöllerde yaşayan Chintler ( Чинты ), Nartların torunlarının yaşadıkları bereketli toprakları mutlaka ele geçirmek istiyorlardı.

Ve Chintler tarafından satın alınan soğuk rüzgarların uşağı, çarpık gözlü bir savaşçı; "Sapej" ( Сапэж ) ( "toz" anlamına geliyor ) Çar "Yeminej"e ( Еминеж ) Ashe ve kervanının krallığından çok uzakta olduğunu bildirdiğinde, Yeminej saldırı emrini verdi.

Chintlerin büyük bir ordusu vardı! Ashe'in topraklarını hüneriyle alamayan Yeminej, asker sayısını arttırarak almaya karar vermişti. Çocuklardan gri saçlı yaşlılara kadar krallığının bütün erkeklerini askere almış, onlara altın dağları ve şarap denizi vaat etmişti.

Sadece üçte birinin mızrak tutabilmesi ve sadece onda birinin kılıç kullanabilmesi önemli değildi. Yeminej, askere aldığı bu çobanların, dokumacıların, marangozların ve çömlekçilerin, Ashe'nin evde bıraktığı az sayıdaki savaşçısını yoracaklarını ve askeri eğitim almış, vahşi ordusunun önünü açacaklarını umuyordu.

Ve öyle de oldu. Karlı ve dik geçitlerde yüzlerce askeri can veren Chitlerin eğitimli süvarileri ve ağır piyadeleri, kendi askerlerinin cesetlerine basarak Ashe'in ülkesinin iç kısımlarına kadar ilerlerdiler.

Sonra kara bir lav, karla kaplı tepelerden aşağıya doğru aktı. Ama bu bir volkanın lavı değildi, buradaki tüm volkanlar uzun zaman önce donmuştu. Bunlar, Ashe krallığını yeryüzünden silmek isteyen korkunç Yeminej'in savaşçılarıydı.

Ve kara bir bulut çöktü bu huzurlu, bacaların tüttüğü, kazanlarında güzel kokulu mısırların kaynadığı, insanları düğünlerde ziyafetler hazırladıkları ve düşene kadar dans ettikleri topraklara.

Düşmanları ilk fark edenler, çayırlarda otlayan büyük sürüleri koruyan çobanlar oldular. Çayırların ve dağlarının yakınında bulunan köylere ateşle alarm sinyali verdiler. Köydekiler orada dağlarda bir şeylerin ters gittiğini anladılar ve Ashe'nin her ihtimale karşı bıraktığı askerlerden bir müfreze keşfe gönderildi.

Ama küçük bir müfrezenin Yeminej'in iyi eğitimli ve büyük ordusuyla başa çıkabilmesi mümkün müydü?

Kara bir dalga aktı dağlardan ve şimdi ilk dağ köyleri ateş ve duman içinde. Yeminej'in atlıları kulübeden kulübeye koşuyor, ellerindeki meşalelerle sazdan yapılmış çatıları, ağzına kadar mısır dolu sepetleri, sığır ağıllarını ateşe veriyorlar. Ağıtlar, çığlıklar, at kişnemeleri, sığır sesleri, duman ve is - hepsi birbirine karışıyor.

Artık hayatta kalabilen savaşçı yok ve sadece gürültü nedeniyle havalanan orman kuşları ( Alakargalar ), saldırıda ilk düşen köylerin, Chintlerin saldırısı altında nasıl yok olduğunu görüyorlar.

Soğuk kış aylarında evlerin bahçelerinde beslenen alakargalar, hemen orman tanrısı "Mazitha"ya ( Мэзытхе ) uçarlar. Kendisine kutsal orman alanlarına getirdikleri güzel hediyeler için insanlara saygı duyan Mazitha, düşmanı püskürtmek için hatırı sayılır bir kuvvete ihtiyaç duyulduğunu fark eder ve at sırtında baş döndürücü bir hızla altın kıllı yaban domuzuyla yüce tanrı Tha'ya koşar. Tatlı bir rüyadan uyanan Tha, Mazitha'yı dinledikten sonra şöyle der:

“İnsanlara yeterince akıl ve güç verdim: Tlepsh, beceri ve dayanıklılık verdi; "Amış" ( Амыш ) ve Thagolej ( Тхаголедж ) yiyecek sağladı. Sanırım bir çıkış yolu bulacak, bu sorunla kendileri başa çıkacaklar. Güneş ışığı ve boynuzlar onları kurtaracak. Bu, henüz bir insanın karşılaşacağı en zor sınav değil."

Mazitha, Tha'nın dediklerini tam anlamaz, bir şeylerin yolunda olmadığını hisseder. Tha, uykusu bölündüğünde bilmece gibi konuşur, ama her zaman doğru konuşur, sadece amacının ne olduğunu anlamak gerekir.

Mazitha, Tha'nın sözlerini alakargalara aktardı ve onlara bir an önce insanlara uçmalarını, Tha'nın tavsiyelerini onlara iletmelerini emretti. Ama insanların kuşların dilini anlamadıklarını unuttu.

Alakargalar, günbatımında, ertesi gün düşmanın darbesiyle düşecek olan köye uçtular. İnsanlar huzursuz kuşları gördüler ama hiçbir şey anlamadılar.

Bu arada, Chintler dinlenmeye çekilmiş, ertesi günü ve büyük avı bekliyorlardı: çadırlarını kurdukları yerin hemen altında, Ashe ülkesinin ana hazinelerinden biri olan gri sert boynuzlu boğaların devasa sürülerinin otladığını gördüler.

İnsanların onları anlamamalarından bıkan alakargalar, geceyi geçirmek için, dağ çayırlarına bitişik ormana uçtular. Ve bu zor günün olaylarını kendi aralarında uzun uzun tartıştılar. İnsanların, onların anlatmaya çalıştıkları şeyleri anladıklarını bilmiyorlardı.

Gri sert boynuzlu boğaların sürüsünde küçük ve rengi gri olmayan bir boğa vardı. Adı "Güneş/ışığı" anlamına gelen "Tığe" ( Тыгэ ) ve kürkü kırmızı mı kırmızıydı. Yeşil çayırın üzerinde güneş ışınlarının altında o kadar parlıyorlardı ki, yakınlarında otlayan boğalar kör olacakmış gibi gözlerini kapatıyorlardı.

Tığe, ten renginden dolayı çok utanıyor ve ismi "Fabe" ( Фабэ ) -sıcak- ve iyi huylu bir inek olan annesine sık sık, gri boğalar arasında neden bu kadar yalnız olduğunu soruyordu. Annesi bu sorulardan bıktığında, sonunda, "sen Güneş'in oğlusun, beni rahat bırak" dedi!

Tığe, alakargaların konuşmalarını anlıyordu. Ama zaten bölgede kuş dilini bütün hayvanlar anlıyordu. Alakargalar uykuya daldılar. Tığe, ertesi gün, köyü harap edecek olanları boynuzlarıyla durdurması gereken, "Güneş" isimli kişinin kendisi olduğunu anladı.

O akşam Tığe''nin akıl danışabileceği kimse yoktu - annesi yeni doğmuş kız kardeşiyle birlikte köyde kalmıştı. Tığe biraz düşündükten sonra, gün doğumuyla birlikte cevabı bulacağına karar verdi ve ardından huzur içinde uyuyakaldı.

Ancak gün, olağan, alışıldık sakinliği ve esintisi ile başlamadı, ama sonra gecenin mavisini tutan bulutlar pembeleşti ve yükselen yıldızın ilk altın renkli ışınları belirdi.

Ve o sabah, keskin mızraklar ve ağır kılıçlarla donanmış, tanıdık olmayan insanlarla ve dumanlar, bağırış çağırışlar, çığlıklar ve atların kişnemeleriyle başladı.

Dev gri boğa sürüsünü atlılar köye doğru sürmeye başladılar. Dik boynuzlu boğaların güçlü toynaklarını koçbaşı gibi kullanarak kulübeleri yerle bir etme fikri, şeytani Sapaje'den çıkmıştı.

Düşmanlar, mızrakları ve kılıçlarıyla, neden yemyeşil çayırlardan sürüldüklerini anlamayan sakin hayvanlara baskı yaptılar.

İlk sıralara giren Tyge, toynaklarıyla yamaç boyunca ilerledi, köyünün tepesinden, annesinin yeni doğan kız kardeşiyle birlikte durduğu bir gölgelik gördü.

Görüntü o kadar tanıdık ve güzeldi ki, Tığe hemen buluşma hayali kurarken keskin bir mızrakla yandan vurulunca her şeyi; akbabaların dünkü konuşmasının ne anlama geldiğini anladı.

Eğer bu, kötü atlılar tarafından sürülen gri, sert boynuzlu hayvan sürüsü köye girerse, ne annesini, ne yeni doğan kız kardeşini, ne de ismi "kalp vermek" anlamına gelen güzel sevgilisi Gupset'i; otlakları, sürüleri, kulübeleri, Gupset'in Tığe için dünyanın en lezzetli pastalarını pişirdiği ocakları kurtarmak mümkün olmayacaktı.

Ama o, Güneş/ışığı, önüne çıkan her şeyi süpüren bu sürüyü durdurabilir miydi? Tam bu sırada, yine bir mızrakla- şimdi kan içinde- yandan vuruldu ve Tığe zamanın geldiğine karar verdi:

"Buradaki tek güneş bensem, bu görev benim" dedi.

Sürüye döndü ve umulmadık bir şekilde güçlü ve yüksek sesle kükredi. Tığe'nin parlak kırmızı ve güneş renkli derisi ile gri, dik boynuzlu boğaların arasında çok göze çarpıyordu. Yavaşladılar.

"Kardeşler!" diye kükredi Tığe. "Durun, nereye götürülüyorsunuz, bakın! Mızrakları ve kılıçlarıyla bizi zorlayanlar, doğduğumuz, bize bakan güzel insanların yaşadığı köyü çiğnememizi istiyorlar! Neredeyse tüm erkeklerin kervanla gittiğini ve köyümüzde sadece kadın ve çocukların kaldığını biliyorsunuz. Biz değilsek onları kim koruyacak! Düşmanları durdurun, onları yolunuzdan temizleyin..."

Bu sözlerden sonra Tığe, mızrağını sivri ucunu ona doğrultan atlıya bir boynuz darbesi indirdi.

"Moo-oo-oo!" kükreyişleri vadinin üzerinde yankılandı. Boğalar Tığe'nin sözlerine cevap veriyor, “Seni anladık kardeşim. Seninleyiz!" diyorlardı.

Halbuki birçok insan boğaların sakar ve akılsız olduğunu düşünür.

Bir yerde, sürünün tamamı geri döndü, böylece boğaları arkadan süren atlılar, kendilerini boğaların keskin boynuzlarının ve güçlü toynaklarının önünde buldular.

"Devam edin arkadaşlar!" diye bağıran Tığe ön saflara koşuyordu ve kestane renkli atın üzerindeki binicinin alnına nişanladığı mızraktan kurtularak göğsüyle ata çarptı. At, umutsuzca kişneyerek binicisiyle birlikte yere devrildi. Sonra ona ne olduğunu görmedi, çünkü

arkasından gelen kardeşlerinin ayak seslerini ve nefeslerini duyan Tığe, ileri atıldı.

Savaş uzun sürmedi, çünkü güneş renkli ve kızıl tüylü Tığe tarafından yönetilen gri sert boynuzlu boğalardan oluşan çığ, ölümcül bir akınla Chint ordusunun saflarına daldı; sadece ileri müfrezeyi değil, düşmanın tüm süvarilerini, askeri kampı, tüm malzemeleri ve kötü kalpli liderleri Yeminej'in çadırını ezdi geçti.

Düşmanlara gizli geçitleri gösteren soğuk rüzgarların hizmetkarı çarpık gözlü Sapaje, boğa toynaklarının altında kaldı.

Sadece Yeminej, o kargaşada savaş alanından kaçmayı, çalılıkta saklanmayı başardı - tek başına, at, silah ve malzeme olmadan.

Öfke ve soğuktan titreyen dişleriyle, barışçıl boğaların bile vahşi hayvanlardan daha korkunç hale geldiğini görerek, ayaklarının bir daha bu topraklara basmayacağına yemin etti...

Uzak gezisinden dönen ve yokluğunda ülkede neler olduğunu öğrenen Ashe, geçmiş savaşın kahramanı Tığe'ın kendisine getirilmesini ona ve kırmızı çocuklarına bakılmasını emretti.

Böylece cesur Tığe kabilesinin soyu yüzyıllar boyunca devam etsin, torunlarımız bu toprakların servetlerini, güçlerini ve özgürlüklerini kime borçlu olduklarını bilsinler istedi.

Sonra en iyi kuyumcuyu evine davet etti ve ona şöyle dedi:

“Uzun süre topraklarımızda güç ve zenginliğin sembolünün ne olduğunu düşündüm. Dağlar yüksek ve güzeldir, ama kötü düşmanlar onları fethedebilir. Altın parlar, ama soğuk bir metal parçasıdır. Mısır taneleri her yıl toprağa geri verilmelidir. Güçlü ağaçlar büyür ve yaşlanır. Silah paslanıyor. Ancak dik boynuzlu boğa sürüleri, yıldan yıla yenilenen büyük bir güçtür. Bunu Tığe ülkemi işgalcilerden kurtardığında anladım. Bana altın bir boğa yap. Bu boğayı her gün gözlerimin önünde görmek istiyorum.

Bana gücün ve büyüklüğün cesaretten, zenginlikten, refahtan yorulmak bilmeyen emekten, iyi kalpten ve yakında olanları önemsemekten geldiğini hatırlatsın... "

İnsanların yıllardır bahsettikleri Maykop boğasının hikayesi böyle olmalıydı. Nitekim, 19. yüzyılın sonunda St.Petersburg'dan gelen bir bilim adamı, Maykop'taki ünlü Oshad höyüğünde ( курган Ошад ) kazı yaptı ve eski liderin cenazesi orada bulundu.

Yatağının üzerindeki gölgeliği, keskin boynuzlu ve nazik altın boğalar tutuyordu. O eski zamanlarda boğalar güç, zenginlik, sıkı çalışma ve sebat sembolü idiler.

Bugün, bu değerli buluntular Hermitage'in ( Эрмитажа ) Altın Kilerinde sergileniyor ve dik boynuzlu bir boğa silüeti Maykop'un arması oldu.

Bu arada, artık dağlarımızda gri boğalar yok - Adığey sakinlerinin sürülerinde sadece kırmızı boğalar kaldı.

Kaynak: Газета Советская Адыгея

Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks