Tarihte İlk Kez Çiçek Aşısını Uygulayan Çerkesler Salgın Hastalıklarla Nasıl Mücadele Ettiler?

#6880 Ekleme Tarihi 04/04/2021 04:10:38

Kadir ( Кадыр ) yoğun bir gün geçirdi. Sabah erkenden, dört geleneksel yıllık fuardan biri için Yekaterinodar'a ( Екатеринодар )  gitmek üzere Ponejukai'dan ( Понежукай ) ayrıldı. 

Alışverişten sonra aceleyle Ekaterininskaya ( Екатерининскaя )  Caddesi'ne, ünlü hayırsever Liu Trakhov'un ( Лю Трахова ) yaşadığı mahalleye gitti. Öğle namazı vakti yaklaşıyordu ve Kadir, Trakhov'un avlusundaki camiye gitmek istiyordu. 

Tüccar Trakhov'un mahallesinde, Kadir'in hemşerisi Orzamez'in ( Орзамес ) tedavi gördüğü bir Çerkes sağlık evi de vardı. 

Orzames, okuryazar bir adamdı, mükemmel hikaye anlatıyordu. Bir zamanlar "Vahşi Divisyon"da görev yapmış, çok şey görmüş ve yaşamıştı.

Bugün, muhtemelen Orzames sağlık istasyonunda olduğu için, uzun uzun Çerkes doktorları ( адыгских лекарях-азэ ), büyükannelerinin hastaları köylerinde nasıl tedavi ettikleri ve profesyonel doktorların gelecekte Çerkeslerin geleneksel tıbbını inceleyecekleri üzerine konuştular. 

Kafkasya'da 18. yüzyılın başından beri bilinen veba salgınlarının önemini büyüklerinden biliyorlardı. 

Veba salgını, burada 1706, 1760 ve 1790 yıllarında çok yayılmıştı. Özellikle 1772, 1798 ve 1801-1807 yıllarında Mozdok'ta ve 1801-1805 yıllarında Büyük ve Küçük Kabardey'de yerleşim yerlerinin çoğunu yok etmiş; 1816-1817'de modern Stavropol Bölgesi ile Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar Cumhuriyetleri topraklarını vurmuştu.

Kadir ve Orzamez, halk "doktorları"nın, trajik salgın hastalıklarla baş edememelerine rağmen, onları kontrol altına almayı ve sonuçlarını hafifletmeyi başardıklarını biliyorlardı.

Karantinalar

Çerkesler çok eski zamanlardan beri karantinaları biliyorlardı; aulları “kapatıyor”, tarımsal işleri ve diğer faaliyetleri durduruyorlardı. Tarihçi Samir Hotko, ( Самир Хотко ), Avrupalı ​​yazarlara atıfta bulunarak, "Çerkes Etnopolitik Yaşam Alanının Oluşumunda ( XIV-XV yüzyıllar ) 'Kara Ölüm' Faktörü" adlı makalesinde şöyle yazıyor: 

"Tabu de Marigny ( Тэбу де Мариньи ), 1820 yılında, Pşada'dan bir köylü ( тлекотлеш ) olan Mehmed İndaroko'nun ( Çupako ) ( Мехмед Индароко-Чупако ), kendi topraklarında karantina ilan ederek Anadolu'dan gelen vebanın neden olduğu kurban sayısını azaltmayı başardığını söylüyor." 

S. Hotko, İngiliz J. Bell'in, Chepsin ( Чепсин ) koyunda güney Çerkes kıyılarına gönderilmek üzere tahıl yüklendiğini gördüğünü yazıyor: “Geçen yılki veba salgını nedeniyle tarımın durdurulduğu güney bölgesine gönderilmek için yükleme yapılan büyük bir tekne vardı."

Çerkesler, çocukları çiçek hastalığından nasıl koruyacaklarını bildiklerini de la Motre'ye anlatmışlardı. Modern aşılamanın öncülü olan tuhaf bir aşılama yöntemleri vardı: 

Enfekte olan bir kişiden irin alıp bunu sağlıklı bir kişinin kanıyla karıştırıyor, bu karışımı enjekte ediyorlardı. 

Bu arada, misafirlerini ayrı bir özel evde ( кунацкой ) ağırlamaları da, yeni gelenlerin diğerlerinden izole edilmesinin bir prototipi değil mi? Geleneklere göre, misafirlerin, özellikle de uzak yerlerden gelenlerin, makul ve göze çarpmayan bir şekilde tecrit edilmeleri gerekiyordu.

Günlük Yaşamda Temizlik ve Yemek Kuralları

Doğru beslenme, Çerkes sosyo-normatif kültürünün temel ilkelerinden biridir ve popüler uygulamaların da kanıtladığı gibi, akciğer hastalıklarında büyük önem taşır. 

Nart destanlarının kahramanlarının ölçülü yeme alışkanlıkları anlatılıyor, aşırı iştah ve tokluk Çerkesler arasında kötü bir tutum olarak görülüyordu. Hatta alay etmenin bir nedeniydi ve kişinin soylu bir kökenden gelmediğinin işareti sayılıyordu. 

Ünlü etnograf M.Yu. Unarokova ( М.Ю.Унарокова ), Çerkeslerin geleneksel gıda sisteminin iki önemli ilkesinin: "Minimum doygunluk" ve "Ayrı beslenme" olduğunu söylüyor. M. Yu. Unarokova'ya göre, “Çerkeslerin, özellikle de zor şartlar altında yaşayan erkeklerin yemekte ölçülü, sabırlı ve açlık hissini yenme tahammülüne sahip olmaları, literatürde defalarca belirtilmiştir”. 

Salgın hastalıklar döneminde bu kurallara daha sıkı uyuldu, ama Çerkesler aynı zamanda et suyu; ayı, porsuk, keçi yağı kullanarak hastalığın seyrini hafifletebilecek tedavi edici diyetler de biliyorlardı.

Çerkesler, akciğer hastalıklarını, bronşiti ve öksürüğü de tedavi edebiliyorlardı. Tabii ki, XXI. yüzyılda içerisinde rendelenmiş kül olan tariflere atıfta bulunmayacağız, ancak balgam söktürücü ve terletici kaynamış içeceklerden bahsedebiliriz. 

Çerkesler Ihlamur çiçeğini, frenk üzümü yapraklarını, böğürtlen meyvesini ve köklerini kaynatıyor, bu içecekleri akciğer hastalıklarının tedavisinde kullanıyorlardı. Öksürüğe karşı, tereyağlı süt ve keçi yağlı süt içiyor; göğsü yağla ovuyor ve sarıyorlardı. 

Bunlar ve daha pek çok şey Galina Thagapsova'nın ( Галинa Тхагапсовa ), Çerkeslerin geleneksel tıbbı üzerine yazdığı kitabında ayrıntılı olarak anlatılmıştır.

Doğru beslenme ve temizlik, münzevi Çerkes yaşamının bu "alfa ve omega"sı, hastaların iyileşmesinde önemli bir rol oynadı. 

18. yüzyılda Kabardey'i ziyaret eden, Rusya için çalışan bir Alman bilim adamı olan Peter Simon Pallas, “Köylerinde ve evlerinde çok temiz bir şekilde yaşıyorlar: Giysilerinde ve hazırladıkları yemeklerde temizliğe büyük önem veriyorlar.” diye yazmıştı. 

Julius von Klaproth, “1807 ve 1808'de Kafkasya ve Gürcistan'daki Seyahatlerim” ( «Описание поездок по Кавказу и Грузии в 1807 и 1808 годах» ) adlı çalışmasında “Evlerinde, kıyafetlerinde ve yemek pişirme yöntemlerinde çok temizler.” diyordu. 

Ve daha pek çok kanıt var.

Su: Kutsal ve Rasyonel

Çerkesler, suyu kutsallaştırmakla ve ona sihirli misyonlar yüklemekle kalmadılar, aynı zamanda yiyecek için kullandıkları suları arıttılar. Durgun rezervuarları değil, akan nehir sularını kullandılar. Kuyularını kalabalıklardan uzak alanlarda açtılar, onları temiz tuttular ve her zaman bir kapakla kapattılar. İçme suyu bir gün durmuşsa, bayat olarak kabul edilip yenisiyle değiştirilirdi. Ailede ortak bir kaptan su içmek alışılmış bir şey değildi ve her aile üyesi ihtiyacı kadar içiyordu.

Aşılama Deneyimi

İsveç kralı XII. Charles'ın bir ajanı olan Fransız Abri de la Motre, Majestelerinin talimatıyla 1711'de dünyanın yarısını - Avrupa, Asya, Afrika'yı dolaştı ve Kafkasya'yı da ziyaret etti. 

Çerkeslere gittiğinde şaşırdı: 

“... Bu arada etrafımdaki kalabalığa bakarken, güzelliklerine çok şaşırdım (...) kulübelerinden çıkıp beni görmek için etrafımda toplanan yüzlerce kişi arasında (...) baktığımda, çirkin denebilecek tek bir erkek ya da kadın yoktu. (…) Yüzünde ( çiçek hastalığı çn. ) izi olan kimse görmediğim için, onlara bu güzellik düşmanı ve pek çok ulusun yıkımına sebep olan ( hastalığa çn. ) karşı kendimi korumak için herhangi bir sır olup olmadığını sorma fikri geldi."

La Motre neden bahsettiğini biliyordu. Eski Ahit metinlerinde de geçen Çiçek hastalığı, Orta Çağ ve modern zamanların en korkunç hastalıklarından biri haline gelmişti. Çiçek salgınları, XVI-XVIII yüzyıllarda, yaklaşık % 30 ölüm oranıyla, Avrupa'yı kasıp kavurdu. Hastalık, zengin, fakir, güçlü, zayıf, cesur, korkak, mütevazi, cüretkâr ayrımı yapmıyordu. Onun için, Avrupalı ​​Krallık aileleri de, Osmanlı padişahının torunları ve Rus tahtının mirasçıları da aynıydı.

Halle'li Tıp Profesörü J.-C. Juncker, bir makalesinde korkunç rakamlar veriyordu: Çiçek hastalığı, her yıl, Avrupa'daki ortalama bir şehrin nüfusuna - 400 bin kişiye - bulaşıyordu. Şehirler ve köyler boşaldı ve arşiv belgeleri bu hastalığın korkunç sonuçları ile doldu.  1758-1774 yılları arasında sadece Berlin'de çiçek hastalığından 6705 kişi öldü. Bu korkunç günleri atlatıp hayatta kalanlar, sonsuza dek yüzlerinde çiçek hastalığının izlerini taşıdılar.

La Motray'in safça çiçek hastalığının Çerkesleri es geçtiğini düşünmesi pek olası değil. 

Dil, her zamanki gibi bize tarihin kapısını aralıyor.  

Çiçek hastalığının Çerkes dilinde kendi adı var: "Shorek' Nape" ( "шъорэкI напэ" ); yani, “çiçek izleri olan bir yüz”.

Çerkesler, bu meraklı Fransıza, çocukları çiçek hastalığından nasıl koruyacaklarını bildiklerini anlattılar. 

Modern aşılamanın öncülleri olan Çerkes aşıları tuhaftı: Enfekte olan bir kişiden irin alıp sağlıklı bir kişinin kanıyla karıştırarak, bu karışımı enjekte ediyorlardı.

La Motrais, çok geçmeden bu aşılamanın nasıl yapıldığını kendi gözleriyle gördü. Fransızın uğradığı Degliad ( Деглиад ) köyünde, dört ya da beş yaşındaki Çerkes bir kızın nasıl aşılandığına şahit oldu. Kız, hastalığa yakalanan, çiçek çukurları ve sivilceleri iltihaplanmaya başlayan üç yaşındaki küçük bir çocuğa götürüldü. Yaşlı bir kadın birbirine bağlanmış üç iğneyi aldı, bununla ilk önce küçük kızın kulağının altına, ikinci olarak sol göğsüne: tam kalbine doğru, üçüncüsü göbeğine, dördüncüsü sağ avuç içine, beşinci olarak sol bacağının bileğine kan akmaya başlayıncaya kadar batırdı. Sonra hastanın çukurlarından çıkarılan irinle karıştırdı." 

Yani, Çerkes geleneksel tıbbı, çiçek aşısını saygıdeğer Avrupalı ​​doktorlar onu bulmadan çok önce biliyordu. 

Avrupalılar, Abri de la Motre'nin çalışmalarından Çerkeslerin geleneksel tıbbının uygulamalarını öğrendiler. 

Ancak, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki İngiliz büyükelçisinin karısı Leydi Mary Wortley Montague (1689-1762) olmasaydı, bu bilgi etnografik egzotik bir tanım olarak kütüphane raflarında kalacaktı.

Çerkes çiçek hastalığıyla mücadele yönteminin gerçek bir sözcüsü haline gelen Leydi Montague, bu hastalığı ilk elden biliyordu. Erkek kardeşi çiçek hastalığından 20 yaşında ölmüş, kendisi de 1715'in sonunda bu hastalığa yakalanmıştı. Leydi Montague hayatta kaldı, ancak yüzündeki izleri bütün hayatı boyunca pudra ve kozmetik maskelerle gizlemek zorunda kaldı.

Leydi Montague'nin kocası Edward Wortley Montague Osmanlı İmparatorluğu'na büyükelçi olarak atandığında çift İstanbul'a ( Konstantinopolis ) geldi. Bayan Montague, günlerini Orta Doğu dünyasını İngiliz arkadaşlarına heyecanla ve ayrıntılı olarak anlatarak geçirmedi, boş boş oturmadı. Ve şimdi, neredeyse 300 yıl sonra, mektupları Osmanlı İmparatorluğu dünyasına ışık tutuyor.

Eğitimli ve aktif bir kadın olan Mary, Konstantinopolis'te genç bir Çerkes kadınla tanıştı, bu kadın ona çiçek aşısının sırrını açıkladı. Çerkesler, hasta bir kişiden küçük bir miktar irin alıyor, sonra bunu seyreltip sağlıklı bir insanın derisinin altına enjekte ediyorlardı. Bu kişi yaklaşık bir hafta sonra hafif bir çiçek hastalığı geçiriyor, ama hastalığa kalıcı olarak bağışıklık kazanıyordu. 

Lady Montague bu süreci 1717'de bir mektubunda şöyle anlattı: “Bu, her sonbaharda, sıcaklığın azaldığı Eylül ayında yaşlı kadınlar tarafından yapılıyor. İnsanlar ( genellikle on beş, on altı kişi ) bir araya geliyor ve yaşlı bir kadını davet ediyorlar. Yaşlı kadın iğne yardımıyla enfeksiyonu vücuda enjekte ediyorlar. Çocuklar ve gençler günün geri kalanını birlikte geçiriyorlar. Biraz ateşleri çıkıyor ve iki gün, nadiren üç gün yatakta yatıyorlar. Ama yüzlerinde çok nadiren yara izi oluyor, hastalık kolayca geçiyor ve sekizinci gün hastalar kendilerini harika hissediyorlar."

Leydi Montague bu teknikten o kadar etkilendi ki doktoru Maitland, 1718'de yerel bir kadının yardımıyla 5 yaşındaki oğluna prosedürü uyguladı. Çocuk, aşılanan ilk İngiliz oldu. Aynı yıl İngiltere'ye döndü. 

1721'de, bir çiçek hastalığı salgını Londra'yı vurdu ve doktor Maitland ( o zamana kadar İngiltere'ye geri dönmüştü ) 4 yaşındaki kızını birkaç yüksek mertebe Londralının önünde aşıladı.

Ancak Lady Montague tarafından desteklenen bu Çerkes aşılama yöntemine hemen yeşil ışık yakılmadığını da söylemek gerekiyor. Avrupalılar, yöntemin kasıtlı olarak bir insanı enfekte etmekten oluştuğu fikrini kabul etmekte zorlandılar. 

Bir de, erkeklerin dünyasında sesini yükseltmeye cesaret eden bir kadın olan Lady Montague, Avrupamerkezli düşünenler tarafından "oryantal" eğilimli olarak görülüyor ve... eleştiriliyordu. 

Ama Lady Montague coşkuyla topluluğundaki ebeveynleri çocukları aşılamaya teşvik etti, nekahet hastalarını ziyaret etti ve uygulamanın hikayelerini bir Londra gazetesinde yayınladı. 

Onun etkisiyle, Kraliyet ailesinin üyeleri de dahil olmak üzere birçok kişi, 1722'de Galler Prensesinin iki kızı da dahil olmak üzere, çiçek hastalığına karşı aşılandı. Ve hemen değil ve biraz zor da olsa, Çerkes aşılama yöntemi Avrupa'da yayılmaya başladı. 

Bu, K. A. Helvetius'a şunu söylemek için bir neden oldu: 

“Kendisine çiçek hastalığını aşılamaya ilk karar veren ... o Çerkes kadına o kadar çok şey borçluyuz ki! Çiçek aşısı sayesinde o kadar çok çocuğu ölümün pençesinden kurtardık ki! Belki de dünyaya bu kadar büyük faydası olan ve bu kadar minnettarlığı hakkeden başka bir insan ve tek bir manastır düzeninin kurucusu yoktur. "

Çiçek hastalığı, Edward Jenner 1796'da aşıyı buluncaya kadar, 70 yıl daha var olmaya devam etti.

Kaynak: Советская Адыгея

Çerkesya Hareketi Haber Merkezi

Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks