
Michael Khodarkovsky**
Çev. Furkan Özkan
( 2. Kısım )
Aydınlanma
18. yüzyılın ikinci yarısında çoğunlukla siyasi ve askeri hedeflerine ulaşmaya çalışan Rusya yönetimi farklı hamleler de yapmaya başladı. Yönetim artık Kuzey Kafkasya halklarının yaşam tarzına etkin olarak müdahale etmeye çalışıyordu. Dışişleri Bakanlığı’nda Kabardeylerle ilgili 1778 yılında yazılan bir rapora göre “Bu döneme kadar Kabardeylerin iç işlerine karışmak gerekmiyordu; Rusya’nın önem verdiği şey Kabardeylerin siyasi ve yabancılarla ilişkilerindeki sadakatin sağlanmasıydı.”40
Yine aynı rapora göre değişen şey “Rusya’nın ihtiyaçlarıydı.” 18. yüzyılın ortalarından o döneme kadar Rusya’nın bölgedeki çıkarlarına yeni, eğitimli, Batılılaşmış, elit askerlerle yönetim kadrosu hizmet ediyordu. Çağdaş hukuk konseptleri, askeri taktikler ve yönetimle ilgili dersler alan ve Akıl Çağı’nın tipik temsilcileri olan bu kadrolar, kendi iç üstünlükleriyle ilgili harika bir özgüvene sahip kişilerden oluşuyor, yeni fikirler ortaya çıkarıyor ve yönetimle ilgili yeni yöntemler ileri sürüyordu.
Bu kadroların bakış açısıyla yerli halk “vahşi geleneklere” ve “tamamen yozlaşmış ahlaka” sahipti, “güvenilmez ve ikiyüzlüydü” (nepostoyannı i verolomnı). Bu insanlara güvenmek mümkün değildi, çünkü “karakterleri kaypak ve kabaydı” (vetrennosti i grubosti) ve “kendi doğaları ve yetiştirilme şekilleri nedeniyle hayat tarzları yağmacıydı” (hişçnoe remeslo). Bunlar yalnız kişisel yargılar da değildi.41 Resmi olarak dile getirilen görüş de buydu. İmparatorluktaki diğer halkların aksine, yerli halklar çocuk olarak kabul ediliyor ve buna göre muamele görüyordu. Bu durum 18.yüzyılın son yıllarında Kafkasya valilerine verilen unvanlardan biri olan “Hıristiyan olmayan çeşitli unsurların vasisi ve hamisi” (opekun raznıh inovertsov) unvanında kendini açıkça gösteriyordu. 42
Elbette çocuklar büyüyebilir ve Rusya İmparatorluğu’nun sadık tebaası haline gelerek kendilerini kurtarabilirlerdi. Böylece Rus yetkililerin herkesin sahip olacağını iddia ettiği medeniyetin nimetlerine kavuşabilirlerdi. Yeni Dünya’daki yerlilerin ya da 19. yüzyılda Rusya İmparatorluğu’nun yerli halkının aksine, Kafkasya halkı henüz “doğanın masum çocuğu” ya da “asil vahşiler” (noble savage) olarak henüz romantikleştirilmemişti.43 Her şeyden önce, yerli halkın her çocuk gibi kontrol edilmesi, eğitilmesi, kurallara uyması, yaramazlık yaptığında azarlanması ve cezalandırılması gerekiyordu.
Bu hedeflere ulaşmak için Rus bölgesel yönetimi farklı politikalar izlemeye başladı. “Anlaşmazlıkları tamamen ortadan kaldırmak için gerekli olduğunda” ya da “Kabardeylerin arasında yaşanan her türlü sorunu alevlendirmek amacıyla” uygulanan klasik “böl ve yönet” politikası da, “Kabardey soylularının savaşan hiziplerinin uzlaşması Rus çıkarlarına uygun olduğunda” yine klasik “birleştir ve yönet” politikası da uygulandı.44 Askeri ve sivil Rus yetkililer, komşu Kalmuk ve Kazak halklarını Kabardeylere karşı kullanmaktan çekinmedi. Bu toplulukların ağıllarını ele geçirip buğdaylarını yok ederek Kabardeylerin aç kalmasını planladı. Kızlyar kalesinin komutanı 1768’de St. Petersburg’a yazdığı gizli raporunda, “Böylelikle tamamen açlık çekecekler ve yoksul kalacaklar. Atları olmadan ne yapabilirler ki?” diyordu. 45
Bölgenin kolonyal yönetimiyle ilgili en kapsamlı planlardan birini Astrahan valisi Pyotr Kreçetnikov 1775 yılında hazırladı. Önceki önermeler gibi bu da “ancak Hıristiyan dinine dönmelerinin bu insanları uysallaştıracağı ve barbarlıklarını evcilleştireceği” inancını esas alıyordu. Ayrıca plana göre “Çoğu görünüşte Müslüman olan bu insanların Hıristiyanlığa dönmeleri çok zor olmayacaktı. Rus insanıyla kuracakları iletişim sayesinde dillerini ve geleneklerini tamamen ortadan kaldırmak da mümkün olacaktı.” Astrahan’da bir okul kurulacak ve bölgede yaşayan soylular bu okula kendi çocuklarını gönderecekti.
Ticaret teşvik edilecek, yerli halk Rus mallarına ve özellikle de para kullanmaya alıştırılacaktı. 46
St. Petersburg’taki yetkilileri Kafkasya’da daha etkin bir politika izlemeye ikna etmek için vali, bölgenin doğal kaynaklarının ve verimli topraklarının sömürülmesiyle devlet hazinesinin ciddi şekilde kazanç sağlayacağını da söyledi. Dahası yerli halk ucuz iş gücü sağlayacaktı. Ayrıca “kâr” kavramından habersiz olan halka ödemeler gereğinden çok az yapılabilir ya da bölgede gelenek olduğu üzere çalışma karşılığında gömlek verilebilirdi. Ancak bunu başarmak için, valiye göre Rus yetkililerin Kızlyar’dan Mozdok’a kadar tüm sınır hattı boyunca yeni yerleşimler kurması gerekiyordu. Yeni kurulacak yerleşim alanlarının nüfusunun en az üçte birini oluşturacak Rus askeri birliklerinin arasında yerli halk da iskân edilmeliydi. Ayrıca yerli halk Rus komutası altında görevlendirilmeli, halklar arasında evliliğe izin verilmeliydi. Tüm bunların sonucunda yerli halkın “yaşam tarzı, gelenekleri ve dili fazla zahmete girmeden ortadan kaybolacak ve yerli halk Yüce Majestelerine tamamen sadık bir tebaa haline gelecekti.”47
Önceki Rus koloni yönetimlerinden de benzer talepler iletiliyordu, ancak Kreçetnikov’un planı özellikle ayrıntılı ve açık ifadeler içeriyordu. Bu plan, bir yanda imparatorluğun kurucuları, öte yanda bölgenin geleneksel ortaklığa dayanan toplulukları olmak üzere iki dünya arasındaki dinsel, ekonomik, politik ve kültürel farklılıkları somut şekilde gözler önüne seriyordu. Yerli halk, imparatorluk politikalarının nesnesi olarak zorunlu dönüşüme tabi tutulacaktı; böylece medeni dünyaya katılabilir, kendi yaşam tarzlarını bir kenara bıraktıktan ve Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra imparatorluğun gerçek tebaası olabilirdi. Onur sisteminin yerini kâr sistemi almalıydı; endüstri geleneksel arazileri değiştirmeliydi; insanların kendilerine yetecek şekilde yaptığı tarımın yerini yeni ürünler almalıydı; insanlar kendi yerel dillerini değil Rusça konuşmalıydı; Müslümanlar Hıristiyan olmalıydı.
Aşağı yukarı aynı dönemde Büyük Göller Yöresi’nde yaşayan Kızılderililerle müzakereler yapan Amerikalı Benjamin Lincoln de vahşilerin medenileşmesi gerektiğine ve Kızılderililerin ilerlemenin önünde engel oluşturmaya hakkı olmadığına inanıyordu. Elbette bu görüşleri yalnızca Kreçetnikov ve Lincoln benimsememişti. Her ikisi de Aydınlanma Çağı’nın tipik temsilcileriydi. Katerina Rusya’sının ve Jefferson Amerika’sının yönetimleri yerlilerin asimilasyonuyla ilgili benzer görüşlere sahipti. Ancak kapitalist Amerika’da Thomas Jefferson, mülkiyet hakkı ve hukukun üstünlüğü sayesinde Kızılderililerin Amerikalı yeni dostlarını kucaklayacağını düşünüyordu.48 İmparatorluk Rusya’sında ise yerli halk devlete ve hükümdara hizmet ettiğinde, Hıristiyanlığı geçtiğinde ve çevresindeki daha büyük kültürü benimsediğinde devlete tabi sayılabiliyordu. Ancak yine de, 18. yüzyılın sonuna kadar hem Rusların hem de Amerikalıların görüşleri yalnızca siyasi idealler olarak kaldı. Amerika’da yerli halkı asimile etmektense tamamen yoldan kaldırmanın daha kolay olduğu ortaya çıktı. Rusya’da ise yönetim bölgenin iskânını ve doğal zenginliklerinin sömürmesini sağlayacak kaynakların kıtlığıyla mücadele etti.
40 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:329, No 227.
41 A.g.e., 2:324, No 225, No 256, s. 359-63. 1768’de, Kabardey soyluları, General N. A. Potapov’un kendileriyle Mozdok’ta buluşmaya gelmediğinden şikayet etmişti. General “kendini bölgedeki soylularla konuşacak kadar onursuz görmediğini” yazılı olarak soylulara iletmişti (A.g.e. nos 199-200, s. 276-77).
42 VIA F. 52, op. 1, d. 264, 1. 32; d. 286, pt. 3, 11. 2 v.d.
43 Konuyla ilgili Slezkine’nin kitabındaki bir tartışmayı karşılaştırın: Arctic Mirrors, s. 74-75, 387-90 (7. dipnot).
44 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:295, 297, No 212, 2:330, No 227.
45 A.g.e., 2:282-84, No 202.
46 A.g.e., 2:312, 316, No 220. 18. yüzyılda Kuzey Amerika’daki Kızılderililerin din değiştirmesi de “vahşilerin ehlileştirilmesi” olarak kabul ediliyordu. Bkz. Richard White, The Middle Ground: Indians, Empires and Republics in the Great Lakes Region, 1650-1815 (Cambridge, 1991), s. 506.
47 Kabardino-russkiye otnoşeniya,2:313-15, No 220. Askeri yerleşimlerle ilgili kısa bir açıklama için bkz. John P. LeDonne, Ruling Russia: Politics and Absolutism in the Age of Absolutism, 1762-1796 (Princeton, N.J., 1984), s. 294-97
48 White, The Middle Ground, s. 470, 473—74.
Kolonyalizm
18. yüzyılın sonunda Rusya’nın bölgedeki askeri üstünlüğü tartışılamaz bir seviyeye ulaştı. 1800 yılında kesintisiz bir savunma hattına dönüştürülen yeni kaleler dizisi, Rusya’nın yakın zamanda ele geçirdiği toprakları koruyordu. Artık kalelerde yaşayanlar ve hattın gerisindeki yerleşimciler yerel halkın bitmek bilmeyen baskınlarından korunuyordu. Düzensiz birliklerin ve topçuların kullanıldığı yeni askeri taktikler sayesinde saldırıya yönelik askeri operasyonlar da yapılabiliyordu. Rusya’nın bölgede gittikçe güçlenen varlığı, askeri üstünlüğü ve bölgesel ticarette artan egemenliği, genişlemenin ortaya çıkardığı öngörülebilir sonuçlardı. Rusya’nın bölgeyi kolonileştirmesinin göç biçimleri ve bölgenin arazisi üzerindeki etkisi ise daha az öngörülebiliyor ve daha az biliniyordu.
Göç denildiğinde herkes ister istemez yeni yerleşimcilerin Rusya’dan Kafkasya’ya göç hareketini düşünmektedir.49 Ancak bölgede Rusya’nın kolonileştirme politikalarının merkezinde yer alan başka bir göç türü de karşımıza çıkıyor: Yerli halkın Rus kale ve şehirlerine göçü. 16. yüzyılın ortalarından itibaren Kabardey soyluları, Hıristiyan olmayan diğer birçok soylu gibi sık sık Rusya’ya gitmeye başlamıştı. Bazıları rakipleri nedeniyle Rusya’ya sığınıyor, bazıları ise askeri hizmet karşılığında Moskova’nın verdiği cömert ödüllerin cazibesine kapılıyordu. Bu soylulara toprakla ilgili unvanlar ve askeri rütbeler veriliyor, oldukça iyi yıllık ücret ödeniyordu. Soylular Hıristiyanlığı seçiyor, Rus isimleri alıyor ve Rus soylu ailelerinden gelin alarak karşılıklı evlilikler yapıyordu.50
Yüz yıl sonra bu soylulara, adaletten kaçan ya da asker olarak daha iyi bir yaşama kavuşmak isteyen düşük unvanlara sahip soylular da eklendi. Ağır işlerden kaçan köylüler ve köleler, yerli halkın komşularından satın aldığı, ancak Hıristiyanların arasına karışarak özgür olmak isteyen Gürcüler ve Ermeniler Rusya’ya kaçan gruplardan yalnızca bazılarıydı. Rusya’ya kaçanların iade edilmesine dair sık sık tekrarlanan talepler ve dönmedikleri takdirde intikam tehditleri Rus yönetimi üzerinde etkili olmuyordu. Aksine, kaçaklar arasından Hıristiyanlığı seçenlerin geri gönderilmeyeceği ısrarla yineleniyordu. Ruslar din değiştirmeyi hem teşvik ediyor hem de ödüllendiriyordu. Pek çok kaçak “din değiştiren” olarak kaydediliyordu. Elbette din değiştirenlerin yeni dinleriyle ilgili çok az fikri vardı ve eski dini geleneklerini uygulamaya devam ediyorlardı. 51
18. yüzyılın ortalarında, bazı Kabardey köylerine oldukça yakın mesafede bulunan Mozdok’un inşa edilmesiyle birlikte kaçak sorunu farklı bir boyut kazandı. Çaresiz kalan Kabardey soyluları Mozdok, Kızlyar ya da Astrahan’a kaçıp Hıristiyanlığı seçme tehdidinde bulunan kendi bağlılarını kontrol edemediklerinden şikâyet ediyordu. Bazı soylular ise halkın çoğunun kaçtığından ve işleri yapacak çok az insan kaldığından yakınıyordu. Bu tür söylentiler hem bölgede görev yapan Rus subayları, hem de Ruslar lehine casusluk yapan Kabardeyler tarafından da doğrulanıyordu. 52
Din değiştirdikten sonra yeni durumlarından memnun olmayan bazı gruplar Kabardey’e geri dönüyordu. Bu kez Ruslar bu kaçakların geri gönderilmesinde ısrar ediyor, Kabardey soyluları da bu talepleri reddediyordu. Ancak gelenler nadiren doğduğu köye geri dönüyordu. Geri dönmek kolay değildi. 1770’te Dışişleri Bakanlığı’na yazılan bir rapora göre, kendi insanlarını kaybeden Kabardeyler büyük yara almıştı. Belirtildiğine göre, Kabardeyler esir başına genellikle 100 ruble ödüyordu. Bu şekilde binlerce esirin kaybedilmesi onlar için önemli bir rakamdı. Aynı raporda Müslüman kaçakların geri gönderilmesi de tavsiye ediliyor. Ruslar din değiştirmek isteyen her Müslüman için 60-70 ruble, her Hıristiyan kaçak içinse 50-60 ruble ödemeyi teklif ederse Kabardey soyluları yatışabilirdi.53
Kafkasyalı kaçakların iade edilmesi isteği Kızlyar kalesinin komutanı tarafından da gizli bir raporda dile getirilmişti. Osmanlı İmparatorluğu ile 1768 yılında yapılan savaşın arifesinde, Kızlyar komutanı, sınır hattı boyunca uzanan Kazak köylerinin yanı sıra Kızlyar ve Mozdok kalelerinin tahkimatının zayıf olduğunu ve bu kalelerin az sayıda birlik tarafından korunduğunu dile getirdi. Kırımlıların yerli halktan bazı gruplara yardım etmesi durumunda Hat’a çok ciddi hasar verilebilirdi. Bunu engellemek için komutan, kaçak Müslüman köylüleri kabul etmemeyi, böylece Kabardey soylularının sadakatini kazanmayı ve sınır hattını savunurken Kabardeylerin yardımını almayı öneriyordu.54
Kuban bölgesinde, Hazar Denizi ile Azak Denizi arasında inşa edilen sınır hattını gösteren çizim. Mozdok müstahkem kale hattı ile General Aleksandr Suvorov’un inşa ettirdiği tabyalar (1770’lerin sonu). (Rusya Devlet Askeri Tarih Merkez Arşivi’nin izniyle (TGVIA), Moskova).
Yerel soylular 1771’de geçici bir rahatlamaya kavuştu. Katerina Kabardey halkına bizzat mektup yazdı. Mektupta, Batılı filozofların kitaplarından öğrendiği fikirlerle Rusya İmparatorluğu’nun tutarsız realitelerini her zaman olduğu gibi ortada buluşturmaya çalışıyordu. Katerina, mağrur bir şekilde “Hıristiyan inancının peşinden koşanları geri çevirecek bir yasanın dünyanın hiçbir yerinde olmadığını” kabul ediyor, ancak ardından “Hıristiyanlığı kavraması mümkün olmayan ve tarlalarda çalışması gereken” Kabardey köylülerin din değiştirme taleplerinin reddedilmesi gerektiğinden bahsediyordu.55
Rusların kaçaklara sığınma hakkı tanıması, Kabardey soylularıyla sıradan halk arasındaki uçurumun geri dönüşü olmayacak şekilde derinleşmesine neden oldu. Bu ayrılığın suiistimali daha sonra Rus yönetiminin Kuzey Kafkasya’da izlediği siyasetin merkezine oturdu. Yerli topluluklar arasındaki sosyal çatışmayı derinleştiren Rusya devleti, soyluları zayıflatmaya ve böylece yerli halk üzerinde kendi kontrolünü artırmayı denedi. Örneğin, Kabardeyler arasında yaşayan Rus irtibat subayının görevlerinden biri “sıradan halkın Rusya’ya sadakatini teşvik etmekti.” 1767’de on binden fazla Kabardey köylüsü soylularına karşı ayaklandığında ve kaçma tehdidinde bulunduğunda bir Rus binbaşısı isyancılara gönderildi ve onları soylularını terk edip Rus topraklarına yerleşmeleri için ikna etmeye çalıştı.56
Farklı dönemlerde, acil askeri ve stratejik kararlar sonucunda Rus yönetimi müdahale etmeme politikasına başvurmak zorunda da kaldı. Bu nedenle, 1778’de, Dışişleri Bakanlığı Astrahan valisinin önerisini uygun bulmayarak, Kabardey’in sıradan halkını soyluların baskısından korumayı ve onları Sibirya savunma hattının diğer yanına gönderip yeniden iskân etmeyi reddetti. Bakanlık valiye “sıradan halkın soylularla kurduğu ilişkinin doğasının Rus tarafının çıkarlarının kapsadığı alanın dışında” olduğunu, bu duruma müdahale etmenin Kabardeylerin mülkiyet hakkını ihlal etmek sayılacağını ve nihayetinde böyle bir hamlenin Kırım ile Bâb-ı Âli’nin şüphelerini kuvvetlendireceğini bildirdi. Talimat şu şekilde devam ediyordu: “Sıradan halk isyan edebilir ve kendi soylularını öldürebilir. Bu durum bizim için daha iyidir. Böylece daha az Kabardey soylusu olacak ve soyluların sonunu kendi halkı getirecek. Sonucunda yönetimimiz hiçbir şeyden sorumlu tutulamayacaktır.”57
Birkaç yıl sonra Rusya, Bâb-ı Âli’yle girilecek potansiyel bir çatışmayla ilgili daha az kaygılıydı ve oyunu kurallarına göre oynamamakta herhangi bir sakınca görmüyordu. Bu nedenle Prens G.A. Potemkin-Tavriçeski, Kafkasya’daki Rus ordusu komutanı General P.S. Potemkin’e, Rus topraklarına kaçan sıradan halka mensup kişilerin iade edilmesini talep eden Kabardey soylularını reddetmesini emretti. Bununla birlikte, generale “sıradan halkı soylulardan ayırmanın sınır hattımızın güvenliğini sağlamanın en iyi yolu” olduğunu söylemesi de prensin konuyla ilgili tam olarak ne düşündüğünü ortaya koyuyordu. 58
1780’li yıllarda hem soylular hem de sıradan halk aralarındaki anlaşmazlıkların çözümünde arabuluculuk yapılması için Rus yetkililere başvurmaya zorlanıyordu. 1783 yılında Kabardey soyluları, “Dnyeper nehrinden Volga nehrine kadar uzanan sınır topraklarının Yüce Komutanı” G.A. Potemkin’e bir şikâyet listesi gönderdi. Şikâyetlerin çoğu yeni değildi. Yetkililer sözlerinde durmuyor, Gürcülerin ve Ermenilerin lehine çalışıyor, topraklarını işgal ediyor ve kaçakları geri göndermiyordu. Soylular atlarını Rus savunma hattının ardında otlatma izni istiyordu. Ardından, kendi çaresizliklerini ve yönetimin bölgedeki etkisini aynı anda kabul edecek şekilde, soylular ve sıradan halk arasındaki kavgayı bitirecek bir ferman yayınlanmasını Rusya’dan özellikle talep ediyorlardı. Bu dilekçe, şartlar yerine getirildiğinde bağlılık yemini etmeyi teklif eden otuz altı soylu ve otuz sekiz uzden tarafından imzalanmıştı.
Aynı dönemde sıradan halk da kendi dilekçelerini temsilcilerle Rus yetkililere gönderiyordu. Temsilcilere göre sıradan halk, soyluların Rus yetkililere gönderdiği dilekçenin içeriğinden haberdar değildi, ancak soyluların kendilerine komplo kurmalarından çekiniyorlardı. Toprak sahiplerinin zulmünden korunmak istiyorlardı. Rus savunma hattının ardına yerleşmeyi ve orada toprak işlemeyi talep ediyorlardı. Çünkü onlara göre “sınır hattının bu yanında sürülecek pek fazla toprak yoktu.” Dilekçe herhangi bir koşul olmadan Rus kanunlarına uymaya söz veren sıradan halk adına otuz iki temsilci tarafından imzalanmıştı.59
Rus yönetimi soyluları ve sıradan halkı sonsuza kadar birbirine düşürmeye devam edemezdi. Bölgede Rus denetiminin artmasıyla yönetim yerli halkın iç ilişkilerine doğrudan müdahil olmaya başladı ve nihayetinde taraf olmak zorunda kaldı. 1790’larda Rus iktidarı bölgenin yönetiminde yerli soylulara güvenmenin daha uygun olacağına karar verdi. Böylece soylular yeni kurulan yerel mahkemelere ve sınır hattı mahkemelerine üye olarak seçildi. Elbette soylulara bazı imtiyazlar tanınmalıydı; Rus savunma hattını geçip atlarını otlatmalarına izin verildi. Ancak yine de tedbir elden bırakılmadı. Soyluların silahsız olması ve Rus askeri birlikleri komutanı tarafından verilen özel bir geçiş kartı (bilet) taşıması gerekiyordu.60
Sınır hattı yerleşimi Rusya’nın bölgedeki politikalarının açık bir yansımasıdır. Başlangıçta, Kafkasya’dan kaçan halk Rus kalelerinin ve sınır hattı boyunca uzanan Kazak yerleşimlerinin arasına dağıtılıyordu. Ancak yerleştikleri yeni yerlerin eski köylerine çok yakın olmasının sorun teşkil ettiği ortaya çıktı. Yerel soylular tarafından kaçakları geri almak için sınır hattındaki yerleşim yerlerine sık sık baskınlar düzenleniyordu. Din değiştiren Kalmuklarla ilgili edinilen tecrübeye dayanarak Ruslar, 1750 yılında, din değiştirenlerin sınırdan daha uzak yerlere ve Rusların arasına yerleşmek zorunda olduğuna dair bir karar açıkladı. Böylece toprağın nasıl işleneceğini öğrenebilirler ve askerlik hizmeti yapabilirlerdi. Kısa süre sonra bazıları Don ve Volga Kazaklarına, bazıları ise devlet köylüsü olarak çalışmaları için Tambov eyaletine gönderilmeye başlandı. Bir süre sonra din değiştirenler Don ve Volga bölgelerinden de kaçtı. Çünkü bu bölge de eski yerleşimlerine yakındı. Bunun üzerine, din değiştirenlerin Orenburg eyaleti ya da Sibirya gibi daha uzak yerleşim yerlerinde iskân edilmesi tavsiye edildi.61
1762 yılında sınır hattının güvenliği daha da artırıldığında devlet, din değiştirenlerin bölgenin iskânında önemli bir rol oynaması gerektiğine hükmetti. Senato, İmparatoriçe II. Katerina’ya yazdığı bir raporda, Kızlyar bölgesinin güçlendirilmesi amacıyla yeni bir kale inşa edilmesini ve ardından bölgeye yakın zamanda Hıristiyanlığı seçen Osetlerin ve Kabardeylerin yerleştirilmesi gerektiğini yazdı. İnşa edilecek yeni kalede bir kilise olacak ve papazlardan biri Kafkasya halklarının Hıristiyanlığa inanmalarını sağlamak üzere dağ köylerine yolculuklar yapacaktı. Bununla birlikte, Gürcüler, Ermeniler ve diğer Hıristiyan halklar ipek endüstrisini ve diğer endüstrileri kurmaları için bölgeye davet edilebilirdi. Ancak bu halkların ayrı yerleşim birimlerinde ikamet etmesi ve kendi kiliselerini kurması gerekiyordu. Mozdok’a Katolikler de yerleştirilecek ve bir kilise inşa etmeleri için devlet kredisiyle destekleneceklerdi. Bu kaleye Müslümanların yerleşmesine izin verilmeyecekti.62
Emperyal Rusya’nın sınır hattı, Hıristiyan bir sınır hattı olarak kabul ediliyordu. Elbette, gerçek her zaman olduğu gibi idealden farklıydı. Yerleşimci nüfusunun azlığı ve kaynakların kıtlığı nedeniyle, Ruslar bölgeye binlerce serf ve devlet köylüsü getirmek ve Müslüman Tatarlar ile Budist Kalmukların yerleşimine izin vermek zorunda kaldı.63
Sayısı giderek artan Rus şehirleri ve kaleleri ile yerleşimciler ve askerler nedeniyle, bölgenin geleneksel arazi yapısı da hızla değişiyordu. Elbette bu fiziksel ve çevreyle ilgili değişiklikler devletin askeri ve siyasi hedeflerinden bağımsız düşünülemezdi. 1768 yılında, General Potapov Terek’in kollarından birinin üzerine inşa edilmiş bir barajın yıkılmasını emretti. Kumuklar bu barajın suyunu sulama amaçlı kullanıyordu. Ancak barajı besleyen akarsu daha kuvvetli bir savunma sağlamak için Kızlyar kalesini çevrelemesi amacıyla yönlendirildi.64 Kabardeyler 1740’lı yılların başında inşa edilen Mozdok’tan memnun değildi. Kalenin yıkılmasını talep ettiler, çünkü Kabardeylere göre bu kale “ağaç kestikleri ve sığırlarını otlattıkları yerin tam ortasına” kurulmuştu. Onlara göre, bölgede “kendi insanlarına ya da Majestelerine karşı, bu kalenin inşa edilmesini gerektirecek bir tehlike” yoktu.65 Ancak Ruslar farklı düşünüyordu. Rus iktidarına göre, kalenin inşa edildiği arazi Kabardeylere ait değildi.
Yerli halk savunma hatlarının inşa edilmesinden sonra geleneksel otlaklara, ormanlara, balıkçılık alanlarına ve elbette yeni pazarlara erişmelerini keyfi şekilde kontrol eden yetkililerin ihsanına bağımlı hale geldiklerini fark etmişti. General P. S. Potemkin Kabardey köylülerin sömürülmesini ve kötü yaşam şartlarına mahkûm olmalarını kınıyor ve Rus savunma hattı nedeniyle kısıtlandıklarını ve baskı altına alındıklarını iddia eden soyluların şikâyetlerinin yalnızca bahane olduğunu düşünüyordu: “Onların baskı olarak düşündüğü şey aslında ordumuzun, bu soyluların insanlık dışı davranışlarının önüne geçmesi için yaptıklarıdır.”66 Generalin Rus serfleriyle ilgili de aynı düşünceye sahip olup olmadığı merak konusudur.
Yeni ilhak edilmiş topraklar uzun süre boş kalmıyordu. Gelen emirler, Novorossisk eyaletindeki örneğin izlenmesini ve savunma hattının gerisindeki toprakların bölüştürülmesini söylüyordu.67 Bazıları Terek nehri boyunca uzanan toprakların çiftçilik, bağcılık ve ipek üretimi için kullanılmasını öneriyordu.68
Mozdok’un çevresindeki topraklar Kazaklara, Rusya’dan gelen yerleşimcilere ve Kafkasya’dan kaçan kaçaklara dağıtıldı.69 Zamanla yeni ilhak edilen toprakların dönüştürülme işlemi tamamlandı. Bu topraklar yerli halkın ortak mülkiyetindeki otlak topraklar olmaktan çıktı ve Rusların bireysel mülkiyetindeki ekilebilir topraklara dönüştürüldü. Önceden tehlikeli olan sınır hattı imparatorluğun güvenli sınır topraklarına dönüştürüldü. Kafkasya’nın kolonileştirilmesi başlamıştı.
49 M.K. Lybavski, Obzor istorii nisskoy kolonizatsii s drevneyşih vremen do dvadtsatogo veka, ed. A.Y. Degtiaryev (Moskva, 1996), s. 392-427. Bu yayın, yazarın 1930’larda tamamladığı ve el yazısıyla tuttuğu notları temel almaktadır.
50 Bu soylulardan en iyi bilinenler Çerkasski prensleriydi. Bu aile onlarca yıl bölgedeki Rus çıkarlarına sadakatle hizmet etmişti. (Kabardino-russkiye otnoşeniya, 1:73-75, No 46; 2:221-22, No 165).
51 Russko-dagestanskiye otnoşeniya 17-pervoy polovinı 18 vv., No 80, s. 177; No 84, s. 180; Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:23, No 23; 2:115, No 94; Michael Khodarkovsky, “Not by Word Alone: Missionary Policies and Religious Conversion in Early Modern Russia” Comparative Studies in Society and History 38, No 2 (1996): 267-93.
52 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2: 122-24, nos. 98-99; 2:167-68, No 124; 2:298, No 212
53 A.g.e., 2:236, No 175; 2:298-99, No 212
54 A.g.e., 2:282-84, No 202.
55 A.g.e., 2:302, No 213
56 A.g.e., 2:269-73, nos. 194-95; 2:298, No 212.
57A.g.e., 2:331, No 227; 2:321, No 223.
58 VIA F. 52, op. 1, d. 286, pt. 3, 11. 8-10; Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:355, No 251.
59 VIA F. 52, op. 1, d. 286, pt. 3, 11. 20—25; Arhiv vneşney politiki Rossiyskoy imperii (Sonraki dipnotlarda AVPRI), Kabardinskiye dela, F. 115, op. 4, d. 2.
60 VIAF. 52, op. 1, d. 567, l. 42; SVP İnguşkiye dela, F. 114, op. 1
61 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2: 168-69, No 125.
62 RGADA Senat. F. 248, on 113, d. 1257, 11. 1, 19, 20; AVPRI Kizliarskiye i Mozdokskiye dela, F. 118, op. 1, d. 1; Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:218-19, No 164.
63 PSZ 22, No 16, 194, s. 388-92; N. N. Palmov, Etyudı po istoriy privoljskih kalmıkov 17 i 18 veka, 5 pts. (Astrahan, 1926-32), pt. 5, s. 6.
64 İ.A. Güldenştedt, Geografiçeskoye i statistiçeskoye opisaniye Gruzii i Kavkaza (St. Peterburg, 1809), s. 4.
65 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 1:113,No 99 .
66 A.g.e., 2:361, No 256.
67A.g.e., 2:355, No 251.
68 A.g.e., 2:257-84, No 189.
69 A.g.e., 2:255-56, No 188; Don i Stepnoye Predkavkaze, 18-pervaya polovina 19 v. Zaseleniye i hozyaystvo (Rostov na Donu, 1977), s. 61.
Sonuç
Moskova’nın Kuzey Kafkasya’ya ilk kez geldiği 1550’den itibaren, yalnızca 250 yıl içinde bölge kaçınılmaz bir şekilde yavaş yavaş değişti. Ruslar önceden göçebe ve yarı göçebelerin yaşadığı geniş bozkırlarda ve ovalarda pek çok kale, yerleşim yeri ve şehir inşa etti. Tüm bunlar imparatorluğun sınır topraklarını koruyan kesintisiz bir savunma hattı oluşturuyordu. İnşa edilen Rus kalelerinde ve şehirlerinde imparatorluğun iç kesimlerinden gelen Rus yerleşimciler ile Kafkasya’dan gelen, ancak Rus olmayan göçmenler yaşıyordu. Bazıları kendi istekleriyle bölgeye gelmiş, bazıları ise imparatorluğun uzak yerlerinden buraya sürülmüştü. Sınır hattı yerleşimlerinde yaşayanların çoğu Kazaktı ya da düzenli orduya mensuptu. Bazıları tacir, zanaatkâr ve köylüydü. Meslekleri etnik kökenlerinden kolayca ayrılamazdı. Rus ve Ukraynalılar çoğunlukla askerdi. Gürcüler ve Ermeniler ticaret ve zanaatla uğraşıyordu. Yeni din değiştirenler ya askere yazılıyor (Kabardeyler, Kumuklar, Nogaylar v.d.) ya da toprakla uğraşıyordu (Osetler). Önceden çayır ve otlak olarak kullanılan topraklar ekilebilir arazilere dönüştürüldü. Kendi kendine yetecek şekilde yapılan tarımın yerini kâr amacı güden tarım, ipek plantasyonları ve üzüm bağları aldı. Maden ve fabrika inşa etmek için çalışmalar yapıldı. Yerel tüccarlar Gürcistan ve Azerbaycan’daki geleneksel ticaret merkezlerine gitmektense, Rusya’nın Kızlyar ve Astrahan şehirlerine daha sık uğrar oldu. Farklı yerel anadilleri duymak hala mümkündü, ancak Rusça, kaçınılmaz şekilde, Türkçenin yerini alarak gittikçe bölgenin yeni ortak dili olmaya başladı.
Kuzey Amerika’nın kolonizasyon sürecinden farklı olarak, Rusya’nın 19. yüzyıl başındaki askeri zaferlerinden önce Kuzey Kafkasya’da “ara zemin” çok dardı.70
Bölgeye yeni gelenlerin bazı yerel etkilere maruz kalmalarına karşılık (gelenekler, giysiler, dilsel ödünç almalar), aynı durum yerli halk için geçerli değildi. Çoğu Müslüman olan yerel halkın gündelik yaşantısındaki İslam etkisini azaltmak kolay değildi. Bölgeye yeni gelenlerle yerel halk arasında siyasi, dini, sosyal ve ekonomik açıdan sınırlar açıkça çizilmişti. İsteyen Rus kontrolünün dışında ve kendi yerli toplumunun içinde kalabilirdi, ancak bu kişinin Rusya’ya bağımlılığı, imparatora sadakat yemini etmekten biraz daha yüksek bir seviyede olurdu. Ya da isteyen Rus sınırının ardında yerleşerek Rus tebaası olmayı seçebilir, askerlik görevini yerine getirebilir ya da devlet köylüsü olabilir ve Hıristiyanlığa geçebilirdi. Rusya’nın insanları imparatorluğun içine alma şartı bu yöndeydi ve her ikisi arasında çok az ortak zemin vardı.
Moskova’nın bölgedeki varlığı, en baştan itibaren yerli halkın siyasi sadakatini sağlamak gibi tek bir kaygıyla belirlenmişti. Rus siyaset retoriğinde bu sadakat, yerlilerin Rus hükümdarına bağlılık yemini etmesiyle sağlanmış oluyordu. Ancak yerli halkı Moskova’nın tebaası olarak tanımlayan resmi devlet söylemi ve çara bağlılık yeminini bir tür ayin olarak sunan kendini abartma siyaseti gerçeklikle çatışıyordu. Gerçekte yerli halkın sadakati yalnızca sembolik olarak sağlanabiliyor, bu sadakat de kırılgan bir ödül ve ödeme sistemiyle sürekli kılınabiliyordu. Bu yaklaşım, yerel soyluların ödüllerden faydalanarak işbirliği yapmalarını ve sadakatlerinin güvence altına alınmasını amaçlıyordu. Ancak bu amaçların başarıya ulaştığı örnekler azdı. Rus yönetimi bölgedeki soyluların beklentilerini karşılamak amacıyla yıllık ödemeler yapıyor, ödüller veriyor ya da önemli bir saygı ölçütü olarak yorumlanabilecek bağışlar gönderiyordu.
Ayrıca Ruslar soylulara, rakiplerine karşı işbirliği yapmayı öneriyordu. Osmanlılar ve İranlılar daha çekici “paket teklifler” önerdiğinde ise yerel soylular “sadakatlerini” değiştirmeye her zaman hazır oluyordu. Moskova genellikle söz verdiği ödemeleri yapamıyordu, yerli halkın beklentilerini karşılamıyordu ya da Osmanlı ve İranlıların tekliflerinden çok da küçük ölçekli teklifler yapıyordu. Bu nedenle yerli halkın sadakati değişkendi.
Yerel soylular arasında, tarafların tümü için yıkıcı olan ve bitip tükenmek bilmeyen çatışmalar Rusya’nın bölgede yayılmasını olukça kolaylaştırdı. Pek çok yerel soylu kendi topraklarına Rusları davet edip kale inşa edilmesini istedi. Böylece kendi çıkarlarını savunabileceklerini düşündüler. Ancak zamanla kendi siyasi özgürlüklerinin kısıtlandığını, topraklarının ellerinden alındığını ve geleneksel adaletin inkâr edildiğini gördüklerinde artık çok geçti. Yerel soylulardan bazılarının, isteksiz de olsalar Rus yetkilileriyle iş birliğine devam etmekten başka seçenekleri yoktu. Bazıları ise Rusların yayılmasına karşı çıkmak için kendilerini kararlılıkla Osmanlı müttefikliğine adadı.
Bu dönemde Ruslar soylular ve sıradan halk arasına bir sınır çekti. Bilinçli bir politika izleyerek “böl ve yönet” ilkesini toplumsal olarak hayata geçirdi. Soyluları kendi yanına çekmektense, geleneksel gelir ve emek kaynaklarından mahrum bırakarak onları zayıflatmayı amaçladı. Bu politika nispeten başarılı da oldu. Soylulara karşı pek çok ayaklanma çıktı. Ayrıca soylular Rus yönetimine çağrıda bulunarak, kendileriyle halkları ve Rusya’ya kaçanlar arasına nifak sokulmamasını talep etti.
“Elitlerin dostluğunu kazanmak” kolonyalizm çalışmalarında sıklıkla kullanılan bir kavramdır. Bu kavramın Rusya’nın imparatorluk politikalarının çekirdeği olduğu düşünülür. Ancak bu, Rusların uyguladığı stratejinin yalnızca bir ayağıydı. Stratejinin aynı önemdeki diğer ayağı ise “sıradan halkın dostluğunu kazanmak”tı. Yetkililer yerli sıradan halkı soylularından kaçmaları ve Rusya’ya yerleşmeleri için teşvik ediyordu. Bu politika yerli halk arasındaki sosyal uçurumun kaçınılmaz olarak daha da derinleşmesine neden oldu. Bu durum, kolonileştirme bağlamında yerli toplumun içindeki sosyal çatışma kaynağının genellikle dışarıdan müdahale eden bir unsurla tanımlanmasını sağladı. Bu çerçevede müdahale Rus yönetiminin bilinçli olarak izlediği bir politikaydı. Her iki politikanın sonucu (soylulara maddi yardım teklif etmek ve sıradan halkla iyi geçinmek) aynı kapıya çıkıyordu. Hem sıradan halk hem de soylular Rusya imparatorluk yetkililerine gittikçe daha bağımlı hale geldiler.
Çatışma hattını geçip sınırın ardındaki Rus topraklarına yerleşmeyi seçenlere cömert teşvikler ve ödüller sağlandı. Sınırı geçenlerden bazıları orduya katıldı. Bazıları toprak sürmek için yerleşik hayata geçti. Ancak hepsi her şeyden önce çok önemli bir ritüeli yerine getirmek zorundaydı: Hıristiyanlığa geçmek. Devletin gözünde bu yalnızca dini bir dönüşüm değildi. Din değiştirenlerin kısa süre sonra kendi dillerini ve geleneklerini terk ederek Rus diline ve geleneklerine geçeceğini varsayıyordu. Hıristiyanlığın kabul edilmesi asimilasyonla eşdeğer tutuluyordu. Bu, yerli halkın Ruslaşması için yerine getirilmesi gereken tek şarttı.
Böyle bir sonuç iktidar tarafından geleneksel olarak desteklenmesine rağmen, yerli halkın Rus topraklarına kabul edilmesi ve Hıristiyanlaştırma politikası yerel soyluları da düşmana dönüştürmek anlamına geliyordu. Bu durum Rus iktidarının bölgede barış ve güvenliği tesis etme amacına uymuyordu. Bu politikanın alternatifi, soyluların kızgınlıklarını yatıştırmak ve işbirliği yapmalarını sağlamak için kaçakları kabul etmemek ve iade etmekti. Ancak yerel yetkililer için kaçakların iadesi ucuz emek kaynağının engellenmesi ve orduya alınacak yeni askerlerden mahrum kalınması anlamına geliyordu. Rus iktidarı için ise bu durum Hıristiyanlığa geçecek daha az kişi demekti.
Bu gerilimin etkisi Rus yönetiminin bölgedeki politikalarında sürekli görüldü ve üstesinden kolaylıkla gelinemedi. 17. yüzyıl boyunca Rusya yönetimi bu iki yaklaşımı dengelemeye çalıştı. Hediyelerle yatıştırdığı soyluların şikâyetlerini görmezden geldi. 18. yüzyılda kaçakların sayısı arttığında da iktidar görevlileri durumu değiştirmek için bir şey yapmadı. Rusya askeri varlığının artmasıyla ve Rus sınır hattının daha az dayanıklı hale gelmesiyle, hem merkezi yönetimin hem de yerel yönetimlerin konuyla ilgili çözüm bulma konusunda çok hazırlıklı olmadığı ortaya çıktı. “Din değiştirme” ve “böl ve yönet” politikalarının yerel soyluları Osmanlı İmparatorluğu’nun kucağına ittiği anlaşıldığında Rus yönetimi konuyu yeniden düşünmeye karar verdi. Böylece II. Katerina, yayınladığı fermanla kaçakların iade edilmesine dair yerel soyluların taleplerini kabul etti. Bundan sonra bile bölgedeki Rus yetkililerin söz ve eylemleri imparatoriçenin fermanıyla her zaman aynı yönde olmadı.
Sınır hattındaki istikrarın soyluların dostluğunu kazanarak sağlanabileceği ortadayken, Rus yönetimi sorunu Kafkasya’dan gelenleri topraklarına kabul edip dinlerini değiştirerek çözmeyi tercih etti. Rus iktidarı bu sorunla dönem boyunca karşılaşmaya devam etti. Ancak 18. yüzyılda sorun kavramsallaştırıldı ve Aydınlanma çerçevesinde ifade edilmeye başlandı. Yetkililere göre Rusya’nın kaderi, ayrılamaz iki kavram olan Hıristiyanlığın ve medeniyetin ışığını yerli halka götürmekti. Hıristiyanlık ve Aydınlanma kavramları Rusya’nın Kafkasya’da izlediği politikalar için uygun açıklamaları sağlıyordu ve bölgenin kolonileştirilmesinde çok kullanışlı meşruiyet kaynaklarıydı.
Sonuçta Kuzey Kafkasya İslam’la Hıristiyanlığın karşılaştığı dini bir sınır hattına dönüştü. İslam dünyasına komşu geniş ölçekli ve dayanıklı bu sınır hattı, 19. yüzyıldan önceki dönemde, Avrupalı kolonyal güçlerinkinden farklı olan Rus kolonileştirme deneyiminin belki de en ayırt edici özelliğiydi. Yeni Dünya’dan Güney Afrika’ya kadar Avrupalılar, yerleşimciler tarafından kolayca bir kenara itilebilen çok tanrılı dinlere inanan yerli halklarla karşı karşıya geldi. Yalnızca Asya’nın bir bölümünde, özellikle de Hindistan’da Britanyalılar kökleri derine inen ve iyi örgütlenmiş bir din olan İslam’la karşılaşmıştı. Ancak ne Britanyalı özel müteşebbislerin ne de Britanya yönetiminin Hindistan’a Britanyalı kolonistleri iskân etme planı yoktu.71 Rusya’nın deneyiminde ise her iki özellik aynı anda görülüyordu: Halkının İslam’a inandığı muazzam bir sınır hattı ve Müslümanların çoğunlukta olduğu yerlere Hıristiyan yerleşimcileri iskân etmek. Bu özellikler kolonileştirmenin ortaya çıkardığı çatışmaya din faktörünü doğrudan eklemlemek anlamına geliyordu.
Elbette Hıristiyan Avrupa’nın dini bir sınır hattı sayılan, İslam dünyasıyla karşılaştığı bir bölge daha vardı. Ancak AvusturyaMacaristan’ın Osmanlı’yla yüzyıllarca paylaştığı bu sınır hattının dinamikleri Rusya’nın güneydeki sınır hattının dinamiklerinden oldukça farklıydı. Habsburglar kendilerinden önce İspanya hanedanlarının yaptığı gibi, Müslümanların işgalindeki geleneksel Hıristiyan topraklarını yeniden fethederek bir tür “reconquista”ya kalkıştı. Ruslar da, elbette herhangi bir meşruiyet olmadan, Müslümanların elinde bulundurduğu toprakların işgalini haklı göstermek için aynı argümanı kullandı.
İran, Osmanlı ve Rusya imparatorluklarının çevresinde uzun süre bir sınır hattı bölgesi olarak kalan Kuzey Kafkasya, zamanla Rusya’nın sınır topraklarına dönüştü. Kısa süreli üstünlüklerini vurgulamak üzere Kafkasya’ya bazı durumlarda sınır ötesi birlikleri gönderen İranlılar ile İstanbul’a vergi ve köle akışını sürdürmek için ara sıra askeri sefer düzenleyen Osmanlıların aksine Rusya yönetimi bölgeyi sistematik olarak kolonileştirdi. Pek çok kaleye asker yerleştirdi, yeni kurulan şehirlere bürokratlarını, tacirlerini ve din adamlarını gönderdi, yeni yerleşimcileri toprağı işlemeye teşvik etti. Ancak yönetimin bölgenin kolonileştirilmesini ve Hıristiyanlığı birbirine bağlayan politikaları yerli halkın son tahlilde İslam’a yönelmesine neden oldu. Rusya yönetimi bir yandan bölgenin coğrafyasına karşı yürüttüğü savaşı kazanırken, diğer yandan halkına açtığı savaşı kaybediyordu. Yerli halk İslam’ın sancağı altında yürümeyi öğrenecekti. Bu, direnişin hem aracı hem de hedefi oldu. Gelecekteki çatışma katları da açıkça çizildi.
70 “Ara zemin” tezini, Richard White şu kitabında işlemiştir: The Middle Ground (bkz. dipnot 46). Bu kavram Kuzey Kafkasya’ya ise Thomas Barrett’ın “Lines of Uncertainty: The Frontiers of the North Caucasus” s. 589-601 (dipnot 5) adlı makalesinde uygulanmıştır
Kaynak: Kafkasya Calışmaları - Sosyal Bilimler Dergisi / Journal of Caucasian Studies (JOCAS) Mart / March 2017, Yıl / Vol. 2, № 4 ISSN 2149–9527 (basılı / print) ISSN 2149–9101 (cevrimici / online)