WARWİCK ( MİLLİYETÇİLİK ) TARTIŞMALARI - ANTHONY D. SMİTH 'İN AÇILIŞ KONUŞMASI

#562 Ekleme Tarihi 03/11/2015 12:09:11
 02 Temmuz 2015   Milletler ve Geçmişleri                                                                     Öncelikle beni milliyetçilik üzerine bu eşsiz tartışma dizisine davet eden Warwick Üniversitesi Rektör Yardımcısı Profesör Edward Mortimer’e teşekkür etmek istiyorum. Alışıldık ders formatından uzaklaşmak kesinlikle hoş bir fikir ve ben, Profesör Ernest Gellner’in de izniyle, sizleri yirmi dakikalık bir açılış konuşması ile esir alacağım için şimdiden hepinizden özür diliyorum. Bu vesileyle bana ve hepimize ilham kaynağı olan Ernest Gellner’e de buradan bir kez daha şükranlarımı sunuyorum... Ernest milliyetçilik teorileri üzerine kendi tezlerimi getirmemde beni cesaretlendirmekle ve sabırla, büyük bir özenle bana yol göstermekle kalmadı; millet ve milliyetçilik konularında bana daha sonra perspektif olacak ilk temel dersleri de verdi. İlk olarak, milliyetçiliğin pratikte aldığı görüntüleri anlamak o kadar kolay değildir; hatta onu her kalıba dökebilmek mümkündür; ve eğer böyle çok boyutlu bir olguyu anlamada ilerleme kaydetmek istiyorsak, Ernest, onun çok çeşitli ideolojik ve pratik uygulamalarını sınıflandırmak zorunda olduğumuzu gösterdi. İkincisi, milliyetçiliğin ve bunun ürünü olan milletin altında yatan sosyolojik gerçekleri görmemiz gerektiğini öğretti.Milletin sadece zihinlerde yaşayan bir olgu olduğunu ve zihinlerde yokedilebileceğini söyleyenlere karşı, Ernest, milletin ve milliyetçiliğin gerçek ve güçlü bir sosyolojik fenomen; hatta bizzat milliyetçilerin kendileri tarafından anlatılan hikayelerden bile farklı bir fenomen olduğunda ısrar etti. Ve üçüncü olarak, beni, milletlerin ve milliyetçiliğin, modern dünyanın ana hatlarının milletlere ve milliyetçiliğe ihtiyaç duyması anlamında, modern olgular olduğuna ikna etti. Birisi olmadan diğeri olamazdı. Bu, onsekizinci yüzyıldan sonra ideolojik bir hareket olarak ortaya çıkan milliyetçilik; ama aynı zamanda genel olarak bütün uluslar için de geçerlidir. Yani, modernleşme öncesinde varlığından sözedilebilecek birkaç ulus olsa da, ulusların çoğu görece yakın tarihte ortaya çıkmış olmaları anlamında moderndirler. Bu nedenle burada, tartışmaların yapay olmadığını, bu noktada Ernest ile benim yaklaşımım arasında belli bir fark olduğunu söylememe izin verin. Ernest, modernizme öylesine inanmıştır ki, ulusun görece yakın tarihin değil; fakat modern yaşamın - erken sanayileşme veya bu sanayileşmenin sonuçları, kitlelerin okur yazar olmaları, kamu eğitimi gibi - ürünü olduğunu iddaa eder. Kendiliğinden, eğitimsiz ve geri bir kültürden gelişmiş, eğitimli ve uzmanlaşmış yüksek kültür toplumuna modern geçiş milliyetçiliği ve milletleri doğurmuştur (Gellner 1964; 1983). Ben bu anlatım yanlıştır demiyorum; ama hikayenin yalnızca birinci yarısı olduğunu düşünüyor, diğer bir yarısının olduğuna ve bu çok boyutlu olguya başka yaklaşım yollarının da varolduğuna inanıyorum. Ben şimdi bu diğer yarısını anlatmaya ve başka bakış açılarından sözetmeye çalışacağım. Sanırım hepimiz milliyetçiliğin bugün dünyada en etkili güçlerden biri ve ulus devletin de en azından bir asırdır uluslararası politikaların köşe taşlarından biri olduğu, olmaya devam edeceği konusunda hemfikiriz. Milliyetçilik, çok etnikli ve federal olanları da dahil, bütün devletlerin biricik meşru dayanağıdır. Artı, dünyada en yaygın, en popüler ideoloji ve harekettir. Bu nedenle, dünyadaki en zorlu çatışmaların – Hindistan, Orta Doğu, Kafkaslar, Afrika ve Balkanlardaki – ya etno milliyetçi çatışmalar olmaları ya da güçlü milliyetçi ögeler içermeleri şaşırtıcı değil. Ama milliyetçiliğin etkisini abartmak ve bir devletin sosyal, kültürel, politik çizgisini ve devletler arası ilişkilerin kimi boyutlarını gizlemek için milleti-milliyetçiliği şişirmek kolay olduğundan, ilk olarak, kavramlarımızı tanımlamamız gerekiyor.   Tanımlar “Milliyetçilik”ten ben, bir insan topluluğunun kimliğini, birliğini ve egemenliğini sağlamaya ve korumaya çalışan; aralarından bazılarının ulus veya ulus potansiyeline sahip olmayı hedeflediği, bir ideolojik hareket anlıyorum. “Millet” ten ise, tarihi toprakları üzerinde, ortak bir tarihi ve geçmişi olan, ortak kültürü, ekonomisi ve bütün üyeleri için ortak hakları ve sorumlulukları olan bir insan topluluğunu. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere millet kavramı ile toprak, tarih ve kültür bütünlüğü olan belli bir sosyal ve kültürel topluluk anlatılmak isteniyor. Dünyanın tarihsel kültürel topluluklardan oluştuğunu, bu topluluklara üyelerinin büyük sadakat gösterdiğini, politik gücün ve iç huzurun tek kaynağı olduğunu söyleyen milliyetçilerin kendilerinin de anladıkları ve anlattıkları budur ( Smith 1991, chs. 1, 4 ). Burada devlet ile millet kavramı arasındaki farkı gözden kaçırmamak gerekiyor. Devlet, hukuki ve politik bir kavramdır ve belli bir bölgede baskıyı ve üretimi örgütleyen egemen kamu kurumları olarak tanımlanabilir. Yani devlet, topluluk değildir.( Tivey, 1980 ) Ama önce Avrupada, sonra dünyanın diğer bölgelerinde ve günümüzün uluslarında, devlet örgütlenmelerinin ortaya çıkmalarından önce, mutlaka etnik grup eksenli olması gerekmeyen milliyetçiliğin yükseldiğini görüyoruz. Devlet ile ulus arasındaki bu zamansal ve mekansal eşgüdüm eksikliği işte bugünkü ulusal çatışmaların çoğunun ana nedenlerinden biridir ( Tilly 1975, Giriş ve Sonuç ).   Modernist ve post-modernist 'teorileri Bircok insan ulusların, özellikle kendi uluslarının, çok eski ve tarihi olduğu düşünür, ulusların olmadığı bir dünya tasavvur edemez, kendi uluslarının yakın zamanda ortaya çıkmış ve hatta kimi elitlerin yapımı olabileceğine inanmak istemezler. Bu düşünce onları mutsuz eder. Gerçekten de, miliyetçiliğin bilinçsiz etkisi altında kalmış eski kuşak bilim insanları heryerde, her çağda ve her kıtada millet görme-bulma eğilimliydiler ( Walek-Czernecki 1929, Tripton 1973 ). Ancak bugün, pekçok akademisyen ulusların antik çağdan günümüze kesintisiz bir şekilde varoldukları düşüncesini “retrospektif ( geçmiş, miadı dolmuş, HS) milliyetçilik” olarak görüyorlar. Çoğu savaş sonrası bilim insanı için, milletler ve milliyetçilikler Fransız Devrimi öncesinde, sırasında ve sonrasında ortaya çıkan görece yeni fenomenlerdir. Artı, milletleri ve milliyetçiliği modernleşmenin ve modern yaşamın bir ürünü olarak görüyorlar. Bu modernist teorilerin çoğu, köken olarak, materyalisttir. Hatta bazı durumlarda da, materyalizmin kendisidir. Tom Naim, örneğin, milliyetçiliği “kapitalizmin eşitsiz gelişimi”nin ürünü ve bu eşitsiz gelişime bir tepki olarak tanımlar... Tüm bu tanımlarda, milletler ve milliyetçilikler modern, endüstriyel toplumların, üzücü sonuçları da olabilen, kaçınılmaz bir ürünü olarak görülüyor (Anderson 1983; Gellner 1973; Nairn 1977, ch. 9; Smith 1988). Benedict Anderson’un ve Erie Hobsbawm’ın yıkıcı modellerinde bir ulusun gerçek veya hayali statüsü sorunu çoğunlukla örnek olarak verilir. Hobsbawn’ın yaklaşımında, ulus, çoğunlukla “icat edilmiş gelenekler”, bir dizi semboller, mitler ve bunlara uygun uydurulmuş bir tarih seti olarak anlatılır. Anderson'ın modelinde ise, millet, hem sonu belli hem de egemen bir “hayali politik topluluk”tur. Ben, onların milleti böyle tamamen hayali bir kata;ri olarak gördüklerini sanmıyorum ve milletin “ilkel” milliyetçi tanımını yıkmak istediklerini düşünüyorum (Anderson 1983, ch 3; Hobsbawm ve Ranger 1983, ch 1). Milletin böyle hayali bir topluluk veya gelenek olarak tanımlanması bana uyar, ve bu onun gerçekliğini inkar etmek veya uydurmak anlamına gelmez... Fakat, eğer ulus hayali veya uydurma değilse, o zaman sanatsal anıtlar gibi oluşmuş kültürel eserlerdir diyebilir miyiz? Ben, her ne kadar ulusların ve milliyetçiliğin oluşumunda bilinçli bir planlamadan ve insan yaratıcılığından sözedebilirsek de, bunların kuşaklar boyunca aktarılan tarihsel geleneklerin ve mirasın üzerinde şekillendiklerine ve ürünü olduklarına inanıyorum. (1) Bana çok daha kabul edilebilir gelen, milletlerin içerisinde oluştukları sosyolojik gerçekliği vurgulayan “modernist” teorilere geri dönersek. Bu teorilerle ilgili de kimi sorunlar var. Birincisi, geneleştirmeci olmaları. Milliyetçiliği genel olarak açıklamakta daha ikna edici olmalarına rağmen, çoğu zaman öylesine soyut bir düzeyde formüle edilmişlerdir ki, kimi özel alanlarda veya durumlarda uygulanabilmeleri mümkün olmamaktadır. Herşeyi açıklıyorlarmış gibi görünüyorlar, fakat, gerçek tarihsel örnekleri aydınlatmak için uygulamaya koyduğunuzda istisnai durumlara – mesela din ve renk faktörlerine veya etnik düşmanlıklara – sığındıklarını görüyorsunuz ( Gellner 1983, ch 6) . (2) İkinci olarak, materyalizmleri de aslında oldukça yanıltıcı. Milliyetçilik bütün sosyo ekonomik koşullarda ortaya çıkabilir: Zengin Quebec’te veya yoksul Eritre’de; geri kalmış bölgelerde ve gelişmiş olanlarda; sanayileşmemiş ülkelerde ama aynı zamanda sanayi ülkelerinde...heryerde!  Bu nedenle özgün milliyetçiliğin içeriğini ve şiddetini küresel kapitalizmin işleyişi ile ya da göreli yoksulluğun dinamikleri açıklamak kolay değil (Connor 1984; Smith 1981, ch 2). Üçüncü sorun daha da önemli, çünkü modernizm ile bağları nedeniyle milletlerin ve milliyetçiliğin modernleşmenin ürünü olduğu düşünülüyor. Fakat bu düşüncenin sistematik olarak gözden kaçırdığı, dünyanın birçok yerinde etnik bağların ve kültürel duyguların hala varolduğu ve bunların insanların çoğu için büyük öneminin olduğu. Erie Hobsbawm, gerçekten de, incelediği popüler “ulus öncesi” topluluklar ile sonrasındaki politik milliyetçilikler arasında herhangi bir bağ olmadığını iddaa edecek kadar ileri gider (Hobsbawm 1990, ch. 2).   Etno-sembolik yaklaşımlar Bu, benim kesinlikle reddettiğim bir yaklaşım. Modern politik milliyetçilik etnik köken ve tarihi bağlar; bazı durumlarda da modern öncesi etnik kimlikler ve topluluklar hesaba katılmadan anlaşılamaz. Her modern ulus bazı öncül etnik bağlar veya belli bir etnik topluluk üzerine kurulmuştur demek istemiyorum, fakat Batı’daki ilk uluslar da dahil – Fransa, İngiltere, Hollanda, Isveç – birçok ulus böyle etnik bağlar üzerinde inşa edilmiştir ve “ulus” olma ideali peşinde koşan başkaları için öncü veya model olmaktadırlar. Eğer daha da derine inersek, birçok ulusal topluluğun etnik bir bileşeni olduğunu görürüz – ulusun yavaş yavaş oluşmuş veya planlı-uyumlu bir “ulus- inşa” projesi sonucu ortaya çıkmış olup olmamasından bağımsız (Armstrong 1982; bkz. Smith 1986, 1994). “Etno-sembolik” diye niteleyebileceğimiz bu yaklaşımın ulusların büyümesini, etno milliyetçiliğin yükselişini ve bunların yolaçtığı çatışmaları daha iyi anlamamıza yarayacağına inanıyorum. Öncelikle vurgulanması gereken, bu bir yaklaşım ya da bakış açısıdır, teori değil. Etnik topluluk, ulus ve milliyetçilik gibi çok boyutlu ... bir olgu için, henüz, çok genel denilebilecek düzeyi aşan, kesin bir teori geliştirip geliştiremeyeceğimizden de emin değilim. (3) İkincisi, bu yaklaşımın, hangi insan topluluklarının belli şartlar altında milliyetçi hareketlere yöneldiklerini ve bunların milliyetçiliklerinin içeriğini anlamamıza yararı olabilir – bunun için yapılması gereken daha çok iş olmasına rağmen. Daha eski etnik yapıları incelemek, bize belli bir insan topluluğunda önemli sorunları ve bunların sonucu yükselen milliyetçiliği açıklamakta yardım edecek; milletin ve bu milletin milliyetçiliğinin yükselişi hakkında ipuçları verecektir. Modern Yunanistan bir örneği mesela. Bizans İmparatorluğundan kalan Ortodoksluk ve antik dönemden miras kalan klasik demokrasi 19. Yüzyıl ve sonrası Yunan milliyetçiliğini şekillendirmiştir ve Yunanlılarda, eğer komşu Ulahlarla ( Makedonya’da yaşayan bir azınlık, HS ) karşılaştırırsak, daha güçlü bir milliyetçiliğin gelişmesinin nedenleri arasında sayılabilir ( Campbell ve Sherrard 1968, ch 1; Kitromilides 1989). Üçüncüsü, benim de katıldığım yaklaşım, anıların, değerlerin, mitlerin ve sembollerin oynadıkları önemli rolü vurgulamaktadır. Milliyetçilik çoğu zaman “sembolik” hedeflerin peşinde koşmak: anadilinde bir TV kanalı sahibi olmayı, Ayasofya camisi veya Ağlama Duvarı gibi antik ve kutsal yerlerin korunmasını, inançlarına uygun ibadet etme hakkını, kendi mahkemelerini; kendi okullarının veya basınının olmasını, ulusal giysileri talep etmek demektir. Bu talepler popüler anılar, semboller ve mitler üzerinde şekillenirler ve çoğu zaman protestolara veya kan dökülmesine neden olurlar. Materyalist, rasyonalist ve modernist teoriler bu sorunlar üzerinde, özellikle de kollektif hafızanın hayati bileşenleri hakkında pek birşey söylememe eğilimindedir ( Horowitz 1985, ch 2; Connor 1993 bkz. Hutchinson 1987; Kapferer 1988; Cf Tonkin, McDonald ve Chapman 1989 ). Dördüncüsü, etno-sembolik yaklaşım bize milliyetçiliğin neden böyle yaygın bir popüler tabanı olduğunu anlamamıza da yardım eder. Entellektüeller “kitleleri tarihin derinliklerine çekebilir”, onları ve kültürlerini politize edebilirler. Fakat, neden “kitleler” buna yanıt verirler? Yalnızca kimi maddi çıkar vaadleri nedeniyle değil! Bundan daha çok, yöresel kültürleri şimdi değerlenecek ve ulusun ortak, yeni kültürü için bir temel haline gelecektir. Yani milliyetçilik çoğu kez kitlelerin yerel olarak seferber edilmesi anlamına da gelir ( Smith 1989 Naim 1977, ch 2 ) içerir. Etnik milliyetçiliğin bugün böyle büyük bir güç haline gelmiş olmasının nedeni budur. Fransız devriminde ve Batıda ifadesini bulan, ulusu belli bir coğrafyada aynı yasalar altında yaşayan ve ortak bir kitle kültürüne sahip vatandaşlar birliği şeklinde tanımlanan sivil-teritoryal (coğrafya) milliyetçilikten farklı olarak etnik milliyetçilik, milleti soy kökeninde birliği, yerel kültürü, milli tarihi olan ve bunlar için seferber olabilen insan topluluğu olarak tanımlar. Sivil Milliyetçilik, kurulu düzeni koruma ve kontrol etme milliyetçiliğidir; halihazırdaki ulusal devletlerin ve ( bu devletlerin, HS ) egemen etnik grubunun çıkarlarıyla örtüşür. Ama eski emperyalistlerin ve onların ardılı devletlerin artık yokolmak üzere olan etnik azınlıklara sunabilecekleri fazla birşeyleri yok. Bu nedenle bu azınlıklar ve aydınları etnik milliyetçiliğe yönelmekte, kendi topluluklarını bir etnik ulus olarak yeniden inşa etmeye çalışmaktalar. Bu, bir “kültürel isyan” politikasıdır. Sadece yabancı egemenlere karşı değil; fakat kendi “babalarına”, şimdiye kadar pasif kalmış eski kuşaklara, geleneksel düzenin ileri gelenlerine ve bekçilerine karşı bir isyan. Bu kültürel devrimi başarıya ulaştırmak için de kendi etnik topluluklarını politik arenaya taşımak ve politik uluslar olarak yeniden örgütlemek zorundalar (Kedourie 1971, Giriş ve Smith 1995, ch 4.). İşte günümüzdeki pek çok etnik ve ulusal çatışmanın derininde yatan, iç nedenleri bunlardır. Etnik veya sivil, rakip milliyetçilikler arasındaki rekabet ( veya çatışma, HS ) Orta Doğu, Hindistan, Kafkaslar ve Balkanlar'daki çatışmaların kalbidir. Hatta, diğerleri kadar gürültü çıkarmasalar da, bunlardan daha az inatçı olmayan (milliyetçiliği, HS) Batı'da: Quebec’te, Euzkadi’de, İskoçya’da, Katalonya’da, Korsika’da da görebiliriz. Yani marjinalleşen ve yokolma tehtidi altında olan etnik topluluklar her yerde dillerini, kültürlerini ve tarihsel miraslarını yeniden inşa etmeye çalışıyorlar.   Sonuç Bu analizden çıkan sonuç ne? İlk olarak, etno milliyetçi çatışmalar, karşıt ulus anlayışları ve çizgileri olan devletlerin ve etnik toplulukların olduğu politik ve kültürel açıdan çoğulcu bir dünyaya özgüdür; özgündür. İkincisi, popüler meşruiyet ve seferberlik arayışı içerisindeki eşit olmayan ve birbirleriyle rekabet eden devletlerin olduğu bir dünyada uluslar ve milliyetçilikler politik bir (zorunluluk, HS) gerekliliktir (Smith 1995, ch. 6). Üçüncüsü, birçok insan kendi milletinin önemli sosyal ve siyasi işlevleri olduğuna inandığı için, onları bu ulusal bağlardan koparmak bir Maastrich Anlaşması ile mümkün olmayacak, daha çok zaman alacaktır. (4) Ve son olarak, birçok ulusun tarihsel olarak devraldıkları pre-modern etnik bağlar, anılar ve miras hala çok güçlü olduğu için, bugün hoşumuza gitmese de ulus kimliğinin güçlenmesi ve milliyetçiliğin yükselişine şahit oluyoruz.                                                                                       Notlar: (1) Modern ve pre-modern yapılara karşı milliyetçi olanların rolü üzerine argümanlar Breuilly (1993) ve Smith (1991)’te bulunabilir. (2) Gellner (1994), Avrupa’nın değişik bölgelerindeki milliyetçiliklerin gelişimlerindeki zaman aralıklarını birbirinden ayırdederken genel teorisini tamamlamak için kıtaya üstü kapalı bir biçimde tarihi unsurları da sokuyor. (3) Gellner, belki de tam ve açık bir teori sunan tek bilim adamıdır, Naim (1977, ch.2), Breuilly (1993) ve Mann (1995)’ın milliyetçilik türleri ve/veya görünümleri üzerine sadece kısmi teorileri var. (4) Avrupanın entegrasyonu ve ulusal kimlik sorunu üzerine, bkz Smith (1992) ve Schlesinger (1992).   Özet Çev: Hatko Schamis   Anthony D. Smith: (1933) Londra Ekonomi Okulunda Milliyetçilik ve Etnisite üzerine çalışan bir siyaset bilimci ve bu alanda geliştirdiği kendi yaklaşımı ile uzman kabul ediliyor. Smith, milleti ve milliyetçiliği “sivil” ve “etnik” olanlar diye ikiye ayırarak ve bütün milletlerin “etnik çekirdekleri” vardır diyerek bu alanda bir akımın öncüsü kabul edilir. Milliyetçiliğin modern bir olgu olduğunda millet ve milliyetçilik konularını inceleyen diğer bilim insanlarıyla aynı fikirde olmakla birlikte, her milletin modern-öncesine uzanan bir kökü vardır söylemi ile bunların bir kısmından ayrılır. Filozof ve antroğolog Ernest Gellner’in öğrencisidir, ama milliyetçilik üzerine onunla aynı düşünceleri paylaşmaz; daha doğrusu Gellner’i aşar. Smith’in yaklaşımı dünyada etno sembolizm olarak tanınır ve geleneksel olan ile modern olanların bir sentezidir. Smith’e göre milliyetçilik, “millet”in bütün üyelerinin “aynı” olmasını gerektirmez; ama aralarında güçlü bir dayanışmayı ve kendi “millet”lerine bağlılığı ortaya çıkarır; tarihin bir yerinde kökleri olduğunu söyler ve modern ulusların da kökleri olan bu etnik grupları “etnolar” diye tanımlar. Ulus devlet kavramını, eğer bu devlet gerçekten yalnızca bir etnik ve kültürel grubu barındırıyorsa kullanmayı tercih eden Smith, bir etnik grubun aynı anda bütün karakteristik özelliklere sahip olmasa da sınırlarının tanınması gerektiğini düşünür.   Eserleri: (1971) Theories of Nationalism (Milleyetçilk Teorileri), (1983) State and Nation in the Third World (Üçüncü Dünyada Millet ve Devlet), (1987) The Ethnic Origins of Nations ( Milletlerin Etnik Kökenleri), (1991) National AUTO_INCREMENT, (1995) Nations and Nationalism in a Global Era ( Küreselleşen Dünyada Uluslar ve Milliyetçilk), (1998) Nationalism and Modernism (Modernism ve Milliyetçilik), (1999) Myths and Memories of the Nation (Milletlerin Anıları ve Mitleri),  (2000) The Nation in History ( Tarihte Millet), (2003) Chosen Peoples: Sacred Sources of National AUTO_INCREMENT, (2004) The Antiquity of Nations ( Ulusların Kökeni), (2008) Cultural Foundations of Nations: Hierarchy, Covenant and Republic ( Ulusların Kültürel Temelleri: Hiyerarşi, Anayasa ve Cumhuriyet) (2009) Ethno-symbolism and Nationalism: A Cultural Approach ( Etno-sembolizm ve Milliyetçilik: Kültürel bir Yaklaşım)   Türkçeye Çevrilen Eserleri: Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, Everest Yayınları Toplumsal Değişme Anlayışı, Gündoğan Yayınları Tartışılan Sınırlar Değişen Milliyetçilik, Şehir Yayınları Milli Kimlik, İletişim Yayınları  Ulusların Etnik Kökeni, Dost Kitapevi Yayınları   ÇY-Haber Merkezi
Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks