HERŞEY BİRLİĞİMİZ, ULUSLAŞMAMIZ VE GELECEĞİMİZ İÇİN -3-

#58 Ekleme Tarihi 02/10/2015 10:15:17
HERŞEY BİRLİĞİMİZ, ULUSLAŞMAMIZ VE GELECEĞİMİZ İÇİN!
İnanıyoruz ki, ulusal kimliklerine ve haklarına saygı duyulan Çerkesya halkları da, daha demokratik, insan haklarına saygılı, ekonomik olarak dünyaya entegre olabilecek ve bunun sonucunda yaşam standartları yükselecek bir Çerkesya için en az bizim kadar mücadele edecek ve Çerkesya’yı sahipleneceklerdir. Ve biz Çerkesya’nın bunu gerçekleştirecek kaynaklarının ve ekonomik potansiyelinin olduğunu biliyoruz.
Bugün yaşanan sıkıntıların, kafa karışıklıklarının kaynağı ulus, halk, etnik topluluk, ”uluslaşma” veya “ulus inşa etme” süreçleriyle ilgili birikimimizin zayıf olması; yıllardır bize empoze edilen kavramları sorgulamadan kabullenmiş olmamız, kendimizi ne kadar “çağdaş”, “demokrat” vs görsek de ruhumuzun derinliklerindeki siyasi geriliktir. Şimdi bizim taşları yerli yerine oturtmaya çalışmamız herkesi kendisiyle hesaplaşmaya zorluyor. Ama bunları da aşacağız, aşmak zorundayız. Bir etnik topluluk ile ulusun tepkileri veya duyguları aynı değildir. Bu nedenle Kuzey Kafkasya halklarından bahsederken kavramları doğru seçmek zorundayız. Kuzey Kafkasya halkları Çarlık Rusyasına karşı yürüttükleri savaş öncesi bir ulus olamamışlardı. Savaş; yani  “ortak dış tehdit”  ve “anavatanın-özgürlüğün savunulması” uluslaşma sürecini başlatmış, hatta Kuzey Kafkasya Halklarının birlikte uluslaşmaları için bir fırsat olmuş, ama savaşın yenilgi ile sonuçlanması ve özellikle soykırım-sürgün sonrası toprak bütünlüğünün bozulması nedeniyle uluslaşma sürecimiz de kesintiye uğramıştı. Bugün ne bir “Kuzey Kafkasya Ulusu”ndan, ne de kuzey Kafkasya’da tek tek uluslardan bahsedebilmek mümkün değildir. Diasporada durum daha da vahimdir. Bırakın uluslaşmayı, demokratik hak ve özgürlüklerden bile yoksun olan Kuzey Kafkasya halkları hızla asimile oluyor, etnik kimliklerini yitiriyorlar. Diasporada uluslaşmak zaten mümkün değildir. Ama eğer anavatanımızda bir ulus devletimiz olsaydı veya anavatanda bir ulus yaratılabilseydi, diasporada da halklarımızın, en azından önemli bir kısmının, ulus karakteri kazanmaları mümkün olabilir ve erime yavaşlatılabilirdi; ne yazık ki bu da olmadı. 1990’larda Kuzey Kafkasya halklarının birlikte uluslaşmaları için yeni bir fırsat doğdu. Sovyetler Birliği dağılmıştı. Yeni yeni devletler ortaya çıkıyor, ulusal örgütlenmelerden yoksun halklar örgütlenmeye çalışıyorlardı. Bu tarihlerde ortaya çıkan “Konfederasyon” bütün Kuzey Kafkasya Halklarını kucaklama iddaasındaydı. Henüz bu yıllar yeterince aydınlatılmadı, yazılmadı. Onun için kim ne rol oynadı tam bilemiyoruz. Ama eğer “Konfederasyon” askeri-politik bir örgütlenmeye dönüşebilseydi ve bütün Kuzey Kafkasya halklarının ortak; ama onların üzerinde bir iradesi ortaya çıkabilseydi… RF daha demokratik bir devlet olarak örgütlenebilseydi…Dudayev liderliğindeki Çeçenistan diğer Kuzey Kafkasya halklarıyla veya diğer Kuzey Kafkasya Halkları Dudayev ile birlikte hareket edebilseydiler… Yani onlarca tesadüf biraraya gelebilseydi belki diasporanın bu yıllardaki ruhsal şekillenmesine veya özlemlerine uygun bir yapı ortaya çıkabilirdi. Ama bunların hiçbiri olmadı. Ve özellikle Rusya Federasyonu-Çeçenistan, Gürcüstan-Abhazya savaşlarından sonra artık Kuzey Kafkasya Halklarının birlikte hareket etme zemini kalmadı, “herkes kendi yolunda yürümeye başladı.” Gelecekte çıkarlar ve özlemler yeniden örtüşebilir ve örtüştüğü oranda Kuzey Kafkasya halkları arasında birlik arayışları yoğunlaşabilir, ama bugün bu noktada değiliz. Kuzey Kafkasya Halklarının birliğini elbette biz de istiyoruz; ancak bugün için yardımlaşma, dayanışma ve işbirliğinin ötesindeki beklentileri gerçekçi bulmuyoruz. Artık Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan, Osetya ve Abhazya halkları uluslaşma sürecine girmiş olup güçlü bir uluslaşma potansiyeline sahiptirler. Aynı şekilde Karaçay Balkar halkları da özellikle son yıllarda uluslaşma çabalarını arttırdılar. Zaman zaman bize “Çerkesya halklarından olan Karaçaylar neden Çerkes olmasınlar” veya “onları neden dışlıyorsunuz” diyenler var? Gerçek bu değil, biz hiçbir halkı dışlamıyoruz ve şimdiye kadar herhangi bir halkı küçük gören, kötüleyen tek bir yazı da yazmadık. Biz, her halk gibi Çerkeslerin de örgütlenmesi; sorunlarına sahip çıkması gerektiğini söylüyoruz ve demokratik bir Çerkesya isteyen herkesle birlikte olmak isteriz. Ama anavatanımızda yaşanmakta olan gerçekliğe de gözlerimizi kapayamayız. Karaçay Balkarlar şu veya bu nedenle ve şu veya bu gücün desteğiyle “Çerkesleri karşılarına alarak ve Çerkeslerle farklılıkları ekseninde” bir uluslaşma ve genişleme çabası içerisindeler. Bunun karşısına eğer biz de kendi irademizle ve örgütlülüğümüzle çıkmazsak bizim sürekli geri adım atmamız gerekecektir. Bugün anavatanda asıl provakasyon yapanlar değil, biz Çerkesler baskı altına alınmış durumdayız; Çerkeslerin yasal haklarına, değerlerine ve yurtseverlerine saldırılmaktadır. Ve anavatanımızdaki insanlarımızdan yükselen “yurtsever-milliyetçi”  tepkiler bu saldırıların nedeni değil; sonucudur. Ama “en büyük kurumumuz” dahil, birileri ”insanlarımızı anavatandan soğutacak! ve RF’na tepki duymalarına neden olacak herşeyi diasporadan gizleme“yi politikalarının merkezine oturttukları için bu gerçekleri uzun bir süre bizlerden gizlediler.  Ve şimdi orada burada “milliyetçi söylemler diğerlerini de kışkırtıyor” , “bir insanımız daha öldürüldü, bir kişi azaldık. Böyle daha mı iyi?” demeleri gerçekleri tersyüz etmek, hızsızı değil; evsahibini dövmektir. Elbette barış ve huzuru korumak gerekir, ama hak ve özgürlükleri talep etmek veya korumaya çalışmak barış vehuzuru bozmak değildir; dahası barışı korumanın bedeli bizim hak ve özgürlüklerimizden feragat etmemiz olmamalıdır. Barış, huzur, birlik vs ancak tarafların ortak iradesi varsa mümkündür. Ve genellikle saldırgan taraf, başkalarının kendilerini savunma mekanizmaları geliştirmelerini engellemek için bu söyleme başvurur; yani demo;ji yapar.    Soğuk savaş, silahlanma yarışı vs deneyimleri olan bir dünyada yaşıyoruz. Bu deneyimlerden herkesin öğrenmiş olması gerekiyor: Olası bir tehdit durumunda eğer siz de aynı güç ve silahlara sahip değilseniz, kaybedersiniz. Kaybetmemekve hatta olası bir çatışmayı engelleyebilmek için dahi sizin de aynı silahlara sahip olmanız, güçler arasında politik-askeri dengenin kurulmuş olması gerekir. “Başkalarını ötelemeyin”, “diyalog kurmalıyız” vs diyenler kafalarını kuma gömmüşler, herşeyde “milliyetçi-ırkçı” gerekçeler ve niye ise, bunları da hep bizde arıyorlar. İnsanlarımız dövülüyor, hatta öldürülüyor; “onlar da milliyetçi olmasaydı” diyorlar. Bir kez olsun kimseye saldırmamış, karalamamış; halkını ve yasal haklarını savunmaktan öte bir şey yapmamış “milliyetçi” Çerkesleri öldürmek yasal mıdır, müstehak mıdır? Yasal haklarımızı kısıtlayanlar, topraklarımızı ele geçirmeye çalışanlar, her türlü yöntemle değerlerimize saldıranlar da hiç mi suç yok? Onlara niye tepki göstermiyorsunuz? Niye bu saldırıları kınamıyorsunuz? Bu arkadaşlarımız, kusura bakmasınlar ama, ne kadar “ben Çerkesim” deseler, ne kadar “Çerkes ulusal sorununa çözüm aradıklarını” iddaa etseler de, gerçekte bizim değil; içerisinde yaşadığımız ülkelerin dilini konuşuyor ve bu ülkelerin sorunlarına çözüm arıyorlar, çünkü bu ülkelerin siyasetlerine ve örgütlenmelerine angaje olmuşlar.  Evet, Türkiye’de “Türk milliyetçiliği”ne de; ”ulusalcılığı”na veya “vatanseverliği”ne de tavır alınmalıdır, çünkü Türkiye’de “milliyetçilik” maskesi altında şöven-faşist politikalar ve “ulusal-ulusalcı-vatansever” kimliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisi veya Türk şövenizmi savunulmuştur/savunulmaktadır. Gerçek demokratların, namuslu insanların görevi bu “milliyetçiliği” veya “ulusalcılığı” reddetmek; faşistlerin ve şövenistlerin maskelerini düşürmektir. Ama siz bize söylemediğini bırakmayan kimi “çağdaş-demokrat Çerkesler”in böyle “Türk milliyetçiliği”nin ve “şövenizmi”nin taşıyıcısı parti ve kurumlara tavır aldıklarını hiç gördünüz mü? Bırakın tavır almayı, her etkinliğimize davet edip; köy köy gezdirip; “kılıç-kalkan” hediye etmiyorlar mı? En basit “etki-tepki” fizik yasası gereğince bile önce bunlara tepki göstermeleri, bayrak açmaları gerekmez mi? Gerçek şu ki, kendilerini bu kavramlarla tanımlayanların hepsi gerçekten politik olarak o duruşu temsil etmeyebilecekleri gibi; miliyetçilik de, vatanseverlik veya yurtseverlik de zaman ve mekandan bağımsız, toptan reddedilemez. Çünkü hangi toplumsal ilişkiler içerisinde yaşadığınız ve hangi toplumsal gruba ait olduğunuza bağlı olarak bu politikaların anlamları ve misyonları değişir. Mesela ezen ulusun milliyetçiliği şövenizimdir ve her halukarda reddedilir; ama ezilen ulusun milliyetçiliği şövenizme karşı direniş ve demokrasi demektir. Hatta, hem sınıfsal hem de ulusal olmak üzere iki kere baskı altına alınmış olan ezilen ulusların veya azınlıkların hak ve özgürlük mücadeleleri, başka hiçbirşey söylemeseler ve yapmasalar dahi, onları ulusal sorunların yaşandığı ülkerde demokratikleşmenin motoru haline getirmektedir. Ve bu hareketler anti demokratik “çok ulıslu devlet”leri demokratikleşmeye zorladıkları için ilericidirler. Haklı ve meşrudurlar. Bu nedenledir ki, dünyanın bütün devrimci-demokratları ve enternasyonalistleri Franko faşizmine karşı direnmiş; Bask ülkesine ve dolaylı olarak tüm İspanya’ya demokrasi getirmiş, 20 yıl boyunca Bask Ülkesine hükümet etmiş olan “Bask Milliyetçileri”ni desteklemişlerdir. Bir arkadaşımız “enternasyonalizm boyutu olmayan yurtseverlik olmaz” diyor. Aklınca bizi eleştirecek ama “dikkatlice”; kendisine daha sonra kaçış kapısı bırakacak şekildi formüle ederek uyduruyor! Konumuz bu olmadığı şimdilik kısaca şunu söyleyelim: O lafın aslı “yurtsever olunmadan enternasyonalist olunamaz!”dır ve çıkış nedeni “kapitalizmin emperyalizme evrilmesi ile emperyalistlerle ezilen halklar arasındaki çelişkinin baş çelişki haline gelmesi ve ulusal kurtuluş savaşlarının süreci belirleyecek, temel çelişkinin çözümünün önünü açacak öneme sahip olmaları”dır. Buna bağlı olarak, “zincirin zayıf halkası” ve “devrimlerin odağının batıdan doğuya kaydığı” tespitleri yapılmış; emperyalizmden kopan her halkanın veya emperyalizme vurulan her darbenin enternasyonalizme yapılacak en büyük katkı olacağı vurgulanmıştır. Bu konu “tek ülkede sosyalizm mümkün mü?” başlığı altında ve 3. Enternasyonal dağılırken de ilgili çevrelerde uzun uzun tartışılmış ve daha sonra 4. Enternasyonali örgütleyen Troçkistlerin muhalefetine rağmen bu arkadaşımızın aktardığının tam tersi: “En iyi enternasyonalist, kendi ülkesinde faşizme ve emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltendir!” sonucuna ulaşılmış ve “dünya partisi” demek olan 3. Enternasyonal dağıtılmıştı. Doğrusu budur: Halkını sevmeyen, halkının sorunlarını çözmeye çalışmayandan enternasyonalist de olmaz. Veenternasyonalizm işbirliği, yardımlaşma, dayanışma; hatta birlik anlamına gelir; ama bunun için birlikte örgütlenmek gerekmez. Yoksa tek bir çatı altında örgütlü olmadıkları halde yüzlerini hiç görmedikleri insanlarla dayanışmak içineylemler yapanların, hayatlarını tehlikeye atanların bile enternasyonalistliklerine halel getirir; abesle iştigal edersiniz. Arkadaşımız şimdi Çerkes Yurtseveri olmamak için ve enternasyonalizm adına bu gerçeği ters yüz ediyor. İki hafta önce Karaçay Çerkessk’te toplanan Kongremiz eski Çerkes Özerk Bölgesi’nin Cumhuriyet esasında yeniden kurulmasını talep etti. Şimdi bu insanlarımızın hepsi “milliyetçi” mi, “ırkçı” mı? Elbette değiller; ama çıkarlarımızı koruyabilmemiz için yasal düzenlemeler yapılmazsa- yeniden özerk bir Cumhuriyetin kurulması mı yoksa diğer Cumhuriyetlerle bir birleşme mi daha sağlıklı olur, tartışılır- elimizdekileri de kaybettiğimizi görüyorlar. Karaçay milletvekili Ahmat Ebzeyev’in sözleri ibret vericidir: “Çerkeslerin bu özerk oblast talebi hiçbir karşılık bulmayacak. Özerklik için referandum yapılması gerekiyor. Referandum yapılsa bile, Çerkeslerin eski rayonlarını ( 1957 yılına değin Çerkes oblast içinde bulunmuş olan yerleri ) geri almaları olanaksız. Çünkü -o yerlerde- şimdi bir Nogay rayonu var. Urup ( Varp ) ve Zelençuk rayonlarında ise çoğunluk Rus. Adıgehable rayonunda da çoğunluk Abazin ve Nogay. Çerkessk kenti nüfus çoğunluğu Rus, üçte biri de Karaçay”. Yani, eski topraklarda artık Çerkesler yaşamıyor ki diyor. Bunun ne anlama geldiğini göremiyor musunuz?  Bu durumu biz istemedik ve herkesle barış içerisinde birlikte yaşamak isteriz. Ama hazırlıklarımızı en kötü olasılığa göre yapmak zorundayız. Bu, “oyuna gelmek” değildir. Tam tersine başkaları kendi iradelerini örgütlerken, bize “oyuna gelmeyelim”, “biz zaten bir halkız; Kafkas halkıyız” vs edebiyatı yapmak “bir oyun”dur. Rus-Kafkas savaşlarından en büyük darbeyi alarak çıkan, jeopolitik konumu daha stratejik olduğu için, tek bir halk olduğu bilindiği halde Çarlık Rusyasından günümüze toparlanıp birleşmesine ve uluslaşmasına kesinlikle izin verilmeyen Çerkes (Adıge) halkının durumu diğer Kuzey Kafkasya halklarının durumu ile karıştırılmamalıdır. Diğer Kuzey Kafkasya halkları toprak bütünlüklerini önemli bir oranda korumuş-sağlamış, belli bir nüfus yoğunluğuna ulaşmış veya buna ulaşmak için gerekli yetki ve olanaklara sahiptirler. Şimdi “ulus öncesi” toplumsal kimlikleri, örgütlenmeleri ve ilişkileri tasfiye ediyorlar. Önemli bir yanlış yapmazlarsa yolun sonu “ulus olmak”tır. Yani “Çeçen ulusu”, “Abhaz ulusu”, “Oset ulusu”… tarih sahnesine çıkmak üzeredir. Fakat biz Çerkeslerin (Adıgelerin) durumu daha karmaşıktır. Özellikle toprak bütünlüğümüzün sağlanamamış olması, uluslaşmamızı engellemek için Adıge kabilelerinin ayrı siyasal birimler olarak -ve hatta Karaçay Çerkes’te veKabardey Balkar’da olduğu gibi başka halklarla birlikte- örgütlenmiş olmaları en büyük handikapımızdır. Bu durum bir yandan ulus öncesi-kabile ilişkilerinin canlı kalmasına yararken, diğer yandan toprak bütünlüğünü sağlama istemimiz uzun bir süredir birlikte yaşadığımız halklarla çatışma potansiyeli taşımaktadır. Artı, soykırım ve sürgün nedeniyle sayıları oldukça azaldığı için Adıge kabilelerinin tek başlarına gelişip güçlenmeleri veya bunlardan birinin diğer kabileleri bir çatı altında toplayabilmesi de mümkün görünmemektedir. Tüm bunlar bilinçli olarak yapılmıştır ve Çarlık Rusyasından günümüze bütün “Rusya Devletleri”nin ve niyetleri ne olursa olsun bu devletlerle paralel söylemler geliştirenlerin ortaya çıkan bu durumda sorumlulukları vardır. İşte biz geleceğe bakarken bu gerçekliklerden yola çıkıyor, bu temelde Çerkes ulusal sorununa çözüm arıyoruz. En önemlisi de ulusal sorunumuzun çözümünde Anavatan ve anavatandaki gelişmeler belirleyici olacaktır, diaspora anavatanın ihtiyaçlarına göre konumlanmalı, örgütlenmelidir diyoruz. Buna rağmen birilerinin ısrarla “diasporadan anavatana politika ihraç edilmemelidir” demelerinin tek nedeni, işlerine gelmeyen politik söylemleri bastırmak, kafa karıştırmaktır… Kendileri “diasporada durum farklıdır. Bize burada böyle demişler, biz böyle büyümüşüz!” deyip anavatana hiç uymayan, orada neredeyse kimsenin benimsemediği, kullanmadığı kavramları kullanmaya ve aslında anavatana müdahale etmeye çalışıyorlar; ama “diaspora anavatana  ihtiyaçlarına göre konumlanmalı-örgütlenmeli” diyen bizleri, “diasporadan anavatana politika ihraç etmeye çalışıyorlar” diye suçluyorlar. “Kurumlarımız anavatanda olduğu gibi ulusal kimliklerimizle anılmalıdır” diyen bizler mi, yoksa Kuzey Kafkasyada bütün halkların kendilerini ulusal kimlikleriyle örgütlemiş olmalarına aldırış etmeksizin hala “Kafkas”  veya “Kuzey Kafkas” diye tanımlayanlar mı “diasporadan anavatana politika ihraç” ediyorlar? Bütün dünyanın “Circassians” veya “Tscherkessen” derken Adıgeleri kastettiklerini söyleyen ve “Çerkesler=Adıgeler”dir diyen bizler mi, yoksa “Çerkesler”i işlerine geldiği gibi tanımlayıp bazen tüm Kazey Kafkasya Halklarını, bazen “Adıge-Abhaz-Osetler”i, bazen de yalnız “Adıge-Abhazlar”ı bu şemsiyenin altında toplayanlar mı daha tutarlı? RF’nda bu yıl yapılacak sayımlarda tüm Çerkeslere (Adıgelere) kendilerini hem “ Çerkes (Adıge)” diye kaydettirme hazırlığı yapıldığını, hatta DÇB’nin bile bunu Rusya Bilimler Akademisine yazılı olarak sorup “Çerkes=Adıgedir” yanıtını aldığını, Kabardey Balkar  Adıgey parlamentolarının bu gerçeği zaten yıllar önce kabul ettiğini bilen; ama bunu insanlarımızdan gizleyenler mi, yoksa biz mi anavatana politika öğretmeye çalışıyoruz? Bu ihtiyacı gördükleri halde değişime ve dönüşüme direnen ve Abhazya’dan yükselen “Abhaz kimliği ile örgütlenmelidir” istemlerine bile karşı çıkıp Abhazları bölenler mi “bölücü-bozguncu”, yoksa bunu destekleyen ve “Abhazlar birlik bütünlüklerini korumalı, kendi ulusal kimlikleri ile örgütlenmeliler” diyen bizler mi?  Önceki yazımızda “bugün anavatanımızda söylemlerine denk düşebilecek bir irade veya siyasi örgütlenmeler olsaydı; Çerkesya’da veya Kuzey Kafkasya’da yaşayan halkların birlikte uluslaşması gibi bir süreç söz konusu olsaydı o zaman diasporada buna uygun örgütlenmeler ve söylemler geçerli olabilirdi; ama bu, sözkonusu değil” demiştik. Peki bu durumda “Kafkas” veya “farklı etnik gruplardan oluşan bir Çerkes halkı” söyleminin nedeni acaba ne olabilir? Bu söylem, niyetlerden ve isteklerden bağımsız, yani objektif olarak neye ve kime hizmet eder?  Önce iyi niyetli yanıtlar arıyoruz. “Belki de diasporada uluslaşma niyetleri vardır, bu nedenle söylemlerinde ısrar ediyorlar” diyoruz mesela. Ama gelenek göreneklerin bile korunamadığı, güçlü bir anavatan desteği olmaksızın ulusal hiçbir kurum ve değerin yaşatılmasının mümkün olmadığı diasporada uluslaşmak mümkün mü? Anavatanda bir Çeçen Cumhuriyeti varken diasporada yaşayan bir Çeçen’in veya Abhaz devleti varken bir Abhaz’ın “ben Çerkesim” veyahutta “en Kafkasım” demesi mantıklı mı? Uluslaşamayan bir halkın veya etnik topluluğun bugün artık varlığını devam ettirebilmesi mümkün mü? Dünyada bu kadar halkın ve hatta birkaç bin kişilik etnik grupların bile etleriyle tırnaklarıyla; herşeyleriyle uluslaşmaya çalışmaları; bu uğurda onca sıkıntıyı göğüslemeleri niye? Bunları bizim insanlarımız bilmiyor mu, görmüyor mu? Ya o “bağımsızlık”, “özgürlük” nutukları atıp “herkesi birleştirme” iddasında olanlar, uluslaşma-siyasallaşma perspektifi ve ideolojik-politik çizgisi olmadan bırakın vatanımızı ve halkımızı; kendimizi bile içerisinde yaşadığımız ülkelerin kültürlerinden, politikalarından özgürleştiremeyeceğimizi bilmiyorlar mı?  Sormuyorlar mı kendilerine bağımsız bir devlet olduğu halde neden Abhazların şimdiye kadar anavatanlarına dönmediklerini? Adıgelerin neden turizm amaçlı da olsa anavatanlarını seyahata gitmediklerini? “Bizde acaba milliyetçilik mi, yoksa yurtseverlik mi eksik” diye soran arkadaş ulaştı mı acaba bir sonuca? 21 Mayıs Anması için çoğunluğun Adıge olduğu tek yerleşim birimimiz olan Kabardey Balkar’da yalnızca bir kaç yüz kişinin toplanabiliyor olması tesadüf mü? Yıllardır kurumlarımızın ve ”thamateler”imizin beyinlerimizi dumura uğratan, köklerimizle bağlarımızı kopartan ve iliklerimize kadar korku şırınga eden söylemleri de sorumlu değil mi bugün ortaya çıkan sonuçtan? Kefken’de denizden çıkartılan o pankarttaki “21 Mayıs 1864’ü unutmayacağız” sloganını bulanlar çok düşündüler mi acaba? Neyi unutturmayacaklar? Ne oldu 21 Mayıs 1864’te? Bunları neden söyleyemiyorlar? Bu yolun sonu birkaç yıl sonra, Hafıtse’nin Nalçık’ında olduğu gibi birkaç yüz kişiyi bile biraraya getirememek olmayacak mı? Ulusal mücadele ve yurtsever hareket çağrılarının yoğunlaştığı yerleşim birimlerimizde özellikle gençlerimizin faaliyetlere katılımın ve hatta dilimizi öğrenme isteğinin bile artmış olması sizin için birşey ifade etmiyor mu? Dünyadaki başka örneklerde de görülebileceği gibi, artık bir etnik topluluk varlığını devam ettirebilmek içinevrensel değerler haline gelmiş olan taleplerde bulunabiliyor. Ve bu talepler birçok uluslararası yasa ile güvence altına alınmış durumda. Ama burada bazı şartlar aranıyor: 1- dil birliği, 2- ortak bir geçmiş, 3- sözkonusu olan etnik topluluk üyelerinde birlikte yaşama arzusu, 4- ve toprak birliği, gibi. Bunların olmadığı durumlarda “özerklik” bile gündeme gelemiyor. En fazla bir etnik topluluk olarak kültürel haklar tanınıyor. İşte “Kuzey Kafkas Halkı” veya “ulusu” uydurması veyahutta bunları kapsayacak tarzda yapılan bir “Çerkes” tanımı daha baştan ulusal bir topluluk olabilme ve böyle bir topluluğa tanınan hakları talep etme olanağını ortadan kaldırıyor. Buna rağmen söylemlerinde ısrar etmelerinin bizce iki nedeni olabilir: 1- Çerkes (Adıge) halkının uluslaşma istem ve taleplerini boğmak ve bir “kabile” olarak diğer topluluklar içerisinde erimesini sağlamak. Ki bizi siyasal örgütlenmelerden yoksun bırakıp sosyal-kültürel faaliyetlere hapsetmiş olmaları bu durumda bir tesadüf değildir. 2-Olası bir RF düşmanı “Kuzey Kafkasya Cephesi”nin potansiyel askerleri olarak yedekte tutmak. Yani birbirine karşıt gibi görünen söylemlerle aslında birbirlerinin değirmenlerine su taşıyan bu “ikiz kardeş”lerin ikisinin de önceliği uluslaşma değildir. Ve bizi onlardan ayıran, onların da bizi milliyetçi vs diye suçlama yarışına girmelerinin nedeni budur.       Çünkü Çerkes=Adıge söylemi barışçı ve demokratik yollardan bir uluslaşma projesidir. Ve bu proje onları telaşlandırıyor. Birinci grup, Çerkeslerin “kültürel faaliyet sınırları”nı aşarak siyasallaşmasından ve uluslaşma perspektifi kazanmasından korkuyor. Çünkü ulus olma bilinci ve iradesi olan bir Çerkesi ne RF, ne de Türkiye istemez ve bu grubun asıl misyonu Çerkeslerin siyasallaşmalarını ve uluslaşmalarını engellemektir. Bunların ikiz kardeşi olan ikinci grup ise diasporanın en büyük kitlesi olan Çerkeslerin (Adıgelerin) sorunlarını RF ile düşmanlık ekseninde değil; barışçı ve demokratik yollardan mücadele ederek çözmek istemesinden korkuyor. Çünkü Adıgeler olmayınca “ben sen ve bizim oğlan”la “Cephe” olamayacağını biliyor. İşte şimdiye kadar diasporayı teslim almış bu “siyam ikizleri”; biri radikal, diğeri “çağdaş-demokrat” görüntüsü altında bilerek ya da bilmeyerek Çerkeslerin uluslaşmalarının önünü kestiler. Ve bugün hep bir ağızdan bizleri “milliyetçi”, hatta “ırkçı” olmakla suçlamalarının, ulus öncesi ilişkileri veya özlemleri kaşımalarının nedeni bizim bu oyunu bozmamızdır. İkisini de reddediyoruz! Çünkü ikisi de son tahlilde ulusal mücadeleyi boğmaya yarar ve benzer sorunlarla muhattap olan devletler sınırları içerisinde yükselen ulusal mücadelelerin önünü kesmek için bunların ikisini de yedekte tutarlar. Öncelikle “çağdaş-demokrat” görünümlü olan tasfiyecileri; ama eğer ulusal hareket buna rağmen gelişirse o zaman gelişen örgütlenmeleri ezmek için bilinçli olarak”radikaller“i desteklerler. “Çerkesya hareketi” geliştikçe bu “ikiz kardeşler” önce birbirlerine sarılacak, sonra birlikte yokolacaklardır. Şimdi birbirlerine sarılma aşamasındalar ve bir yandan sonlarını getirecek politik söylemlerimizin altını oymaya çalışıyor; ama diğer yandan kimi doğrularımıza sahip çıkar gibi yapıp istedikleri yöne çekmeye çalışıyorlar. Yani bir yandan “Kafkas” veya “Kuzey Kafkasya” sevdasını devam ettirirken yarım ağızla da olsa “Çerkesya evet, ama?” demeleri, Çerkeslerin (Adıgelerin) uluslaşmasını değil; politik gücünü şimdiden hissettikleri yurtsever Çerkesya hareketini boğmak istemelerindendir. Bunların farkındayız…  Devam edecek… 23 Haziran 2010
Bakış Açımız
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks