NE MUTLU 'BEN ÇERKESYA YURTSEVERİYİM' DİYEBİLENE! - 1 -

#627 Ekleme Tarihi 06/11/2015 08:18:54

Ne Mutlu “Ben Çerkesya Yurtseveriyim” Diyebilene! (1)

“Acizliğinizden dolayı düştüğünüz o çukura düşmeyecek; ideolojik mücadelede yalan, karalama ve çamur atma gibi siyasi ahlaktan yoksun yöntemlere başvurmayacak; kendimizi anlatmaya ve Çerkes (Adıge) halkını örgütlemeye devam edeceğiz. Çünkü farklı dilleri konuşuyorsak da, hala aynı rüyayı gördüğümüze inanmak istiyoruz!”

Bir politik mücadeleyi örgütlemeye soyunanların net bir “biz”  tanımları vardır. “Biz Sosyal Demokratlar”, “Biz Küba Devrimcileri”, “Anadolu Halkları”, “Bask Milliyetçileri”, “İslam Kardeşliği”... gibi. Dikkatle seçilmiş bu sözcükler hem örgütlenmek istenen kitleyi hem de ulaşılmak istenen hedefi tanımlarlar.   “Çevre Partisi” diye birşey duyduğunuzda mesela, ulusal-etnik kimlikler, sınıflar veya cinsiyetler değil; çevre-doğa sorunlarına ilgi duyan ve bu sorunları çözmeye çalışan insanlar gelir aklınıza. Dertlerinin düzeni değiştirmek olmadığını tahmin etmek de zor değildir. Veya “biz Sosyalist Almanlar...” söylemi Almanların belli bir politik tercihe sahip olanlarını kucaklar ve Almanların politize edilerek sosyalist bir toplumsal ekonomik örgütlenme modeline ikna edilmesi veya kazanılması hedefine işaret eder. “İslami Cihad” islam dinine dayalı bir toplumsal düzen için “cihad edilmesi”, “Demokrasi Platformu” da demokrasi için biraraya gelinip mücadele edilmesi çağrısıdır. 

Yani “biz”, öyle “ben-sen-bizim oğlan”  veya “eş-dost çevresi” gibi tesadüfen bir araya gelmiş  bir kitle için ve düşünmeden yapılmış bir tanım değil; bilinçli bir birlikteğin, çıkarlarını temsil edip örgütlemek istediğiniz kitlenin, üzerinde yoğunlaşmak istediğiniz sorunların ve ulaşmak istediğiniz hedefin en özlü ifadesidir.  Böyle bilinçli bir kimlik ve hedef tanımının yapılıp, bunların en kısa, özlü ve çarpıcı simgelerle, sembollerle veya sloganlarla ifade edilmesi potansiyel kitlenizi harekete geçirip ihtiyaçlara yoğunlaştırmakta ve eğitmekte hayati öneme sahiptir. Çünkü kimliği ve hedefi netleşen insanların duygu ve düşünceleri de kimlikleri-hedefleri ile uyumlu hale gelir. Kimlikte billurlaşan belli bir geçmiş ve gelecek vizyonu ile bağları kurulur. Kimlikleri ve hedefleri ile ilgili olan herşeye karşı duyarlılıkları artar. Bunun sonucunda toplumsal, sanatsal ve kültürel üretimleri topluluğun iç yapısını ve dokularını hedef ile uyumlu bir şekilde geliştirip güçlendiren, sağlamlaştıran bir karakter kazanır.    Bizim kendimizi “Çerkesya Yurtseverleri”  olarak tanımlamamız da böyle bilinçli bir tercihtir. Biz, Çerkes (Adıge) halkının uluslamasını, vatanlaşmasını; yani Çerkesya’nın yeniden inşasını ve bunun için “Çerkes ulusal bilinci”nin geliştirilmesini kendimize öncelikli bir hedef olarak koyduk. Çünkü, “ulus bilinci” herşeyden önce bir halkı bölen, birbirine düşüren ulus öncesi ilişkileri çözer, ortak bir kimlik ve gelecek ülküsü altında birleştirir. Bu nedenle ulus modern, ama aynı zamanda modernleştirici bir toplumsal örgütlenme modelidir. Daha da önemlisi, günümüzde yalnızca uluslar ve ulusal topluluklar kimliklerini koruyabilecekleri siyasal hak ve özgürlüklere veya kurumlara sahip olabilmektedirler.  

Bizim ulus bilincimiz olmadığı veya zayıf olduğu için yıllardır bizi için için kemiren “Abzah’lar şöyledir, Kabardeyler böyle” gibi söylemler bitmiyor veya birileri “Wubıhlar Çerkes değildir”, “Abzahlar ve Shapsughlar aslında Abhaz’dır” yalanlarını yayma cesaretine sahip olabiliyorlar. Ve yine ulus bilincimiz olmadığı için geleceğimizi inşa etme iddaasıyla geliştirilen “politikalar” halkımızdan destek bulamıyor; açılan dil kurslarına ilgi az, anavatana dönüş çağrıları ise karşılıksız kalıyor.   Ama bu durum yalnız bize özgü değildir; bütün ulus olamayan insan toplulukları feodal ilişkilerin pençesinde kıvranır, içerisinde yaşadıkları toplumların gelecek vizyonlarını kendi gelecekleri sanırlar. Giderek iç dinamikleri zayıflar, asimilasyona karşı direnebilme yeteneklerini ve güçlerini yitirirler. Gelecekleri yoktur ve önünde sonunda yokolurlar.  

Bu nedenle, “Çerkes halkının geleceğini garanti altına almasının yolu uluslaşmasından geçmektedir; etimizle, tırnağımızla...herşeyimizle uluslaşmaya, ortak bir tarih, dil ve kültür üzerinde yükselen onurlu bir gelecek özlemi, inancı ve umudu; ortak bir gelecek vizyonu ve geleneğin gelecekle bağının kurulması demek olan ulus bilincini geliştirmeye çalışmalıyız. Bunun için de gerçekçi bir uluslaşma projemiz, vizyonumuz ve örgütlenmemiz olmalıdır” diyerek başladık çalışmalarımıza.  

Zaman zaman “Çerkes Ulusu” ve “Adıge Ulusu” gibi tanımlar yapılıyor veya “Çerkesler ( Adıgeler ) bir ulustur” deniyor; ama doğru değildir bu. Evet, Çerkesler 18. ve 19. yüzyıllarda uluslaşma sürecine girmişlerdi; ama soykırım ve sürgün nedeniyle bu süreç kesintiye uğramış, hala da tamamlanmamıştır.   Öyleyse, “biz ulus değil, ulus olma potansiyeline ve dinamiklerine sahip bir halkız” demek daha doğrudur. “Çerkes Ulusu” veya “Adige Ulusu” söylemleri ise bir ulus olma durumunu değil; ulus olma özlemini-iradesini ifade edecek ve ulus bilincinin gelişmesine katkı sunacaktır.   

Kimileri “ulus devletler yıkılır, çözülürken; siz ulus devlet deyip duruyor, akıntıya karşı kürek çekiyorsunuz” diyorlar; ama yıkılanlar ve çözülüp yeniden inşa edilenler “ulus devletler” değil; sınırları içerisindeki halkların ulusal veya etnik kimliklerini ve kendi kaderlerini tayin hakkını tanımayıp, onları asimile etmeye, ortak bir “üst kimlik” altında toplamaya çalışan “şövenist devletler”dir. Bu devletler ya çok uluslu federal devletler şeklinde yeniden örgütleniyor ve bugüne kadar varlıkları bile inkar edilen halklar siyasal hak ve özgürlüklerine kavuşuyorlar ya da yeni yeni “ulus devletler” doğuyor. Bu nedenle “ulus devlet öldü” gibi bir söylemin gerçekle alakası yoktur.   

Fakat en az bunun kadar önemli olan da, ulusal sorunu çözmenin tek bir modelinin-şablonunun ve “Çerkes sorunu”nun bir “devletleşme” sorunu olmadığını bilmektir. Yani Çerkes sorununun çözülmesi için bizim mutlaka kendi bağımsız ulus devletimizi kurmamız gerekmiyor. Bu nedenle eğer biz birgün bağımsızlık şiarını yükseltecek olursak; bu, bütün yolları denediğimiz, ama bir çözüm bulamadığımız anlamına gelecektir. 

Ulus devletin öldüğünü veya ulusların çözüldüğünü  iddaa edenler, dünyada son yirmi yılda yaşanan değişimleri doğru okuyamıyor, kendilerini yenileyemiyor ve kurulan yeni dengelerin önümüze çıkardığı olağanüstü fırsatı göremiyorlar. Soğuk savaşın hala devam ettiğini sanan bu çevreler, bizi de o yıllardan kalan ve Çerkesleri, “statükoya teslimiyet” veya “SSCB-sosyalizm düşmanlığı” ekseninde bölmüş olan politik düzlemde bir yerlere oturtmaya çalışıyorlar. Kimisi bizde “solculuk” arıyor, kimisi de “SSCB’nin mirasçısı Rusya’ya düşmanlık veya dostluk”. İkisini de bulamayınca, bu defa da bizi “düşman” ilan ediyorlar.  Kendisinden farklı düşüneni düşman ilan etmenin kökleri bizde soğuk savaş yıllarına uzanır. Türkiye’de “iç savaş”a benzer bir durumun yaşandığı ise yıllarda, neredeyse bütün toplumsal ve politik ilişkiler bu savaşın gereklerine göre şekillenmişti. Hemen her örgüt doğrunun tek olduğunu, bu doğruyu kendisinin temsil ettiğini ve kendisi dışındaki örgütlerin veya grupların “son tahlilde...” mücadeleye zarar verdiklerini iddaa ediyordu. Hemen hemen aynı şeyleri söyleyen insanlar arasında bile diyalog yolları tıkanmıştı, işbirliği mümkün değildi. İdeolojik mücadele, diğerini yok etmeye çalışmak anlamına geliyordu.   

İş o kadar çığrından çıkmıştı ki, aslında aynı saflarda olması gereken insanlar, gruplar ve örgütler dahi birbirlerini “ajan”, “polis” ve “düşman” diye suçlamaya ve, bir iki istisna dışında, kendi aralarında çatışmaya başlamışlardı. Çarpık ideolojik mücadele anlayışı nedeniyle, eğer aynı şeyleri söylemiyor, hatta aynı şeyleri sevmiyorlarsa birbirleri için sorumsuzca bu sıfatları kullanıyor; böylece hem kendileri için tehlikeli olan insanları “en kestirme yoldan” tasfiye-imha ediyor hem de acizliklerine kitleler nezdinde bir “meşruluk” kazandırdıklarını sanıyorlardı. Ama kaybeden kendileri oldular... 

Bu çarpık anlayıştan biz de nasibimizi aldık, çünkü her ne kadar “Çerkes”i ve “Çerkes sorunu”nu dilimizden düşürmüyorduysak da; aslında Türkiye’nin sorunlarını çözmek için geliştirilmiş düşüncelere ve örgütlere angaje olmuştuk. Çerkes sorununa bu düşüncelerin sınırları içerisinde ve bu düşüncelerle uyumlu çözümler üretmeye çalışıyorduk. Sonuçta bu politik düşünce veya örgütlenmeler bizlerin duygu ve düşüncelerini; hepsinden önemlisi de çalışma yöntemlerimizi şekillendirdi.   Ve bu durum ne yazık ki hala devam etmekte; farklılıklar bir zenginlik değil, düşmanlık olarak görülmekte; “her yol mübah” denilerek insanlar olmadık dedikodular yayılmaya çalışılmakta, bunun sonucu olarak da kurumlarımız ve ilişkilerimiz bir türlü demokratikleşememektedir.   Yakın geçmişte Abhazların kendi kurumlarını örgütlemeye çalıştıkları, ÇHİ’nin Çerkes Hakları için mitingler örgütlemek istediği günleri hatırlayın. Bu arkadaşlarımızın kararlı tavırları nedeniyle örgütlenme çabalarını ve eylemleri durduramayacaklarını anlayan çevreler ve hatta “en büyük kurumumuz”bile nasıl “bel altından çalışmaya” başlamış; ABHAZ-FED ve ÇHİ’yi örgütleyen veya çalışmalarına ve eylemlerine katılacaklarını kamuoyuna açıklayan insanlar hakkında, daha sonra hiçbirini ispatlayamadıkları “yalancı”, “dolandırıcı”, “milletvekili olmak istiyor”, “şu veya bu devlet destekliyor”, “arkalarında AKP var”, “mafyacı”, “ergenekoncu”, “komunist”, “paralar nereden geliyor”, “karanlık ilişkileri var”, hatta ve hatta “Amerika’dan para gönderilmiş, dekontları gördük” gibi yalanlar ve dedikodular yaymışlardı.   Bu “kontr gerilla” ( bkz. “Sahra Talimatları”, Genelkurmay Yayınları veya “Devlet Terörü...”, Mıchael McClintock ) yöntemiyle bir taşla iki kuş vurulmak istenmektedir. Bir yandan kendileri için “tehlikeli” olan insanlar ve örgütler yıpratılmaya-tasfiye edilmeye; diğer yandan da sözkonusu toplumun morali ve dokusu bozularak üyelerinin birbirlerine ve kurumlarına olan güvenleri yokedilmeye, birlik ve beraberlikleri dinamitlenmeye, insanlara “lanet olsun hepinize!” dedirtmeye çalışılmaktadır.  

Düne kadar birbirlerine karşılıklı hakaretler yağdıran, hakim oldukları kurumlarda başkalarının örgütlenmesine izin vermeyen ve hatta tasfiye eden, birbirlerini onun bunun ajanı olmakla suçlayan, halkımızın en acil sorunlarında dahi biraraya gelemeyen geçmişin uzantısı aynı çevrelerin bize karşı “kutsal ve kirli bir ittifak” içerisine girmiş olmalarının, biri bize geleneklerimize ve politik ahlaka uymayacak hakaret-küfür yağdırırken diğerinin seyretmesinin veya açık-gizli teşvik etmesinin; sonra bu rolleri değişmelerinin altında yatan neden, Çerkesleri ( Adıgeleri ) yıldırmak, sindirmek, morallerini bozmak ve örgütlenme çabalarını baltalamak istemeleri, çarpık ideolojik mücadele anlayışları; demokrasiyi-demokratik mücadeleyi içselleştirememiş ve dünyada yaşanan son gelişmeleri hala anlayamamış olmalarıdır.  

Özetlemek gerekirse: Bugün artık “iki kutuplu” dünyada yaşamıyoruz. Ulusal hareketler veya talepler emperyalizm için ciddi bir tehdit olmaktan çıkmış durumdalar. Hatta bir çok yerde bu hareketler sermayeye yeni pazar alanları açıp entegrasyonu hızlandırıyorlar. Bu, hem büyük devletlerin işine gelen bir durumdur, hem de öncelikleri varlıklarını korumak olan etnik-ulusal topluluklar için bir “fırsat”.   Kimi devletlerin geçmişteki suçları ve hataları nedeniyle özür dileyip bunları telafi etmeye çalışmaları, dünyanın bir çok ülkesinde “faşist” devletlerin dahi etnik-ulusal toplulukların hak ve özgürlüklerini tanımaları, yerli halkların küllerinden yeniden doğmaları ve yeni yeni devletlerin veya ulusların ortaya çıkmaları bu yeni dengeler sayesinde mümkün olmuş, Birleşmiş Milletler de karar ve beyannamelerle bu yeni durumun hukukunu yapmıştır.  Devletler artık tarihi gelişimlerine, birikimlerine ve çıkarlarına en uygun yöntemlerle ulusal sorunları çözmeye çalışıyorlar. Ulusların birçok nedenle aynı devlet çatısı altında birlikte yaşama şartlarının olmadığı yerlerde yeni bağımsız ulus devletler çıkıyor ortaya. Sorunların bu derece keskinleşmediği devletler ise devlet yapısını değiştirerek; diğer ulusların-etnik toplulukların kimliklerini-varlıklarını, siyasal hak ve özgürlüklerini tanıyarak çözüyorlar sorunlarını.  

Biz, daha ne kadar devam edeceğini bilemediğimiz bu süreci halkımız için bir fırsat olarak görüyor ve tarihin önümüze çıkardığı bu fırsatı kaçırmamamız gerektiğine inanıyoruz.   “Siz hangi çağda yaşıyorsunuz, ulus devlet öldü” şeklindeki eleştirileri üzerimize almıyoruz, çünkü biz, devleti de bağımsızlığı da mutlaklaştırmıyoruz. Hatta, gelecekte ne olacağına gelecek kuşaklar karar verecek, ama bugün bizim bağımsız bir devlet talebimiz de yok.   Biz, Çerkes halkının tarihi haklarının tanınmasını  ve uluslaşması için; uluslaşmasına yetecek kadar siyasal hak ve özgürlük sahibi olmasını istiyoruz.   Statükocuların bir kısmı iki kutuplu dünyadaki şövenist devletlerin tavırlarından yola çıkarak ulusal sorunların çözülmesi için bağımsızlık; hatta tam bağımsızlık gerekir diye düşünseler de bugün için doğru değildir bu söylem. Yani ulusal sorunların çözülmesi; daha doğrusu bir halkın varlığını garanti altına alabilmesi için artık bağımsız bir devletinin olması gerekmiyor. Siyaset bilimcileri tarafından “devleti olmayan uluslar” veya “devlet olmayan devletler” olarak tanımlanan Bask ve Katalan ulusları veya Yeni Zelanda’da genel nüfusa oranları sadece % 15 kadar olan Maori ulusu, bağımsız bir devlet olmadan da uluslaşmanın mümkün olduğunun örnekleridirler.   Bizim de Rusya Federasyonu’nda bu haklara sahip olmamız ve uluslaşmamız  mümkündür. Bu, RF’nun bugünkü anayasasına göre de, uluslararası yasalara göre de legal ve meşrudur. Bu nedenle bizim mücadelemiz demokratik barışçıl bir çizgide gelişecektir.   “Bayrağın ve meclisin olduğunda veya anadilini konuşabildiğinde bağımsız mı olacaksın? Ya kapitalist baskı, sömürü, kölelik ne olacak? Doğrusu tam bağımsızlık değil mi?” diye soran arkadaşlar da önceliğimizin “tam bağımsız” veya “sınıfsız-sömürüsüz bir Çerkesya” olmadığını, Çerkes ulusal sorununun “devrimsiz” de çözülebileceğini anlamıyor ve Çerkes ulusal sorununa mümkün olan değil, kendilerini ait hissettikleri ideolojilere ve politikalara uyan çözümler öneriyorlar.    

Kendilerini nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar bu arkadaşlar, aslında Türkiye halklarının ortak sorunlarını  çözmek için geliştirilmiş teorilere veya politikalara angaje olmuş durumdalar. Çerkes sorununun nasıl çözülebileceği sorusuna yanıt aramıyor, Çerkesleri, zaten bu soruna da bir çözüm getirdiğine inandıkları ve kendilerini ait hissetikleri politik tercihlerine kazanmaya-ikna etmeye çalışıyorlar.   Birilerinin sanki çok mattah birşeymiş  gibi yücelttikleri “iki kimlikli”liğin bir başka biçimidir bu. Her konuda olduğu gibi bu konuda da dünyayı  geriden takip eden bu arkadaşlarımız, konuyla ilgilenen bilim insanlarının eşitliğin olmadığı şartlarda “çok kültürlülüğün veya kimlikliliğin” mümkün olmadığını, bu durumun bir kimlikten diğerine geçiş sürecini tanımladığını ve ileri ya da hakim olanın diğerini önünde sonunda yokettiğini, bu nedenle de “kültürlerin ve tek tek kimliklerin içiçe değil, yanyana olması durumu”nun daha gerçekçi ve demokratik olduğunu söylediklerini bilmiyorlar.  

Bizler  “alt kimlik-üst kimlik”;  “Çerkesya anavatanımız; Rusya, Türkiye, Suriye...de vatanımız”,  “Çerkes kökenli Türk, Türkiyeli Çerkes...” veya “Kafkasya-Kuzey Kafkasya” gibi söylemleri; Çerkes ve Çerkesyalı kimliğinin sulandırılmasına neden olacak herşeyi reddediyoruz ve hiçbir ideolojik-politik düşünceye angaje değiliz.

Çerkes ulusu ve Çerkesya’nın inşası sağ bir düşünceyse, sağcıyız; yok sol bir düşünceyse, o zaman da solcuyuz! Bize sağcı veya solcu denmesinin hiçbir önemi yok.  Ama, kim kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın, hatta isterse “devrimci” olduğunu iddaa etsin; tarih, statükoyu savunanları ve ulus öncesi ilişkiler içerisinde debelenenleri “Çerkes Sağı”; ulus öncesi ilişkilerin tasfiye edilmesini, daha ileri bir toplumsal örgütlenmeyi, yani uluslaşmayı savunanları da “Çerkes Solu” olarak kaydedecektir. Çünkü sağ ve sol kavramları Fransa’da “statükoyu savunmak” ya da “monarşiye karşı Cumhuriyet taraftarı olmak”tan çıkmıştır. Yani muhafazakarlar ve statükocular sağcı, ilericiler de solcudur.  Elbette bizler de baskısız, sömürüsüz, daha demokrat ve güzel bir dünya ve Çerkesya istiyoruz; ama böyle bir dünyaya ve Çerkesya’ya bütün sorunları çözecek bir “altın vuruş”la değil, diğer halklarla birlikte ve adım adım ulaşılacaktır. Açlıktan ve susuzluktan ölürken, elimizi uzatsak alabileceğimiz kaşığı, “yok ben illa kepçeyle istiyorum” diyerek reddetmenin, akılla-mantıkla ve politikayla alakası yoktur! 

Çerkesya Yurtseverleri, 05. 09. 2011

Bakış Açımız
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks