ULUSLAŞMAMIZIN YOLU YURTSEVERLEŞMEMİZDEN GEÇECEKTİR!

#662 Ekleme Tarihi 08/11/2015 11:59:17

ULUSLAŞMAMIZIN YOLU YURTSEVERLEŞMEMİZDEN GEÇECEKTİR!

Dozu biraz düşmüşse de hala şurada burada “Yurtseverlik” kavramı üzerine yorumlar yapanlar; milliyetçilik, ırkçılık, şövenizm; hatta faşizm ile karşılaştıranlar; daha doğrusu karıştıranlar var. Bu arkadaşlarımızın öncelikle şunu bilmeleri gerekiyor: bütün politik kavramlar gibi “yurtseverlik” de normatiftir; birkaç sözlük-politik anlamı veya yorumu vardır. Çünkü politik kavramlar, evrensel olanları dahil, kullanıldıkları toplumlarda; hatta bir ve aynı toplumda bile sahip olunan politik formasyona bağlı olarak birbirinden şu veya bu oranda farklılaşan anlamlar kazanabilirler. Yani, kavramlar ve anlamları, elbetteki daha önceki kullanımlarından ve nasıl bir ihtiyaca yönelik olarak ortaya çıktıklarından bağımsız değillerdir, ancak değişen koşullar ve toplumsal yaşam içerisinde farklı ve hatta karşıt anlamlar kazanmaları da olasıdır. Mesela Türkiye’de kendilerini milliyetçi ve ulusalcı olarak tarif eden iki farklı eğilim mevcuttur.
 
Etimolojik olarak bu iki kelime aynı anlama gelir ve “milliyetçi”, eski Türkçe ( Farsça kökenli) bir kullanımken; “ulusalcı”, görece daha yeni ( Türkçe-Moğolca kökenli ) bir kullanımdır. Ancak etimilojik anlamları aynı olan ve kimi durumları ifade etmede birbirinin yerine kullanılan bu iki kavram, birbirinden tamamen farklı iki ideolojik eğilime de işaret edebilmekte, çok farklı anlamlar kazanabilmektedir.
Üzerine yaşanılan coğrafya, örgütlenmesi hedeflenen halk, korunması ya da dönüştürülmesi gereken gelenek ve alışkanlıklar aynı olduğunda farklı dünya görüşlerine sahip insanların bu “aynı”ları farklı yorumlamaları veya farklı anlamlar yüklemeleri normaldir. İdeolojik mücadelenin ekseni ve nedeni de zaten bu farklı yorumları sorunların çözümlerine hizmet edecek bir noktada veya gerçek anlamlarında buluşturmaya çalışmaktır.
 
Böyle yüzlerce kavram var. En ilginci herhalde sosyalist ülkeler yıkılırken yaşandı. Bu tarihe kadar “sağ”, hep kapitalist ekonomik ve politik sistemi korumaya çalışanları, statükoculuğu veya daha geri olanı ; “sol” da onu şu veya bu biçimde değiştirmek isteyenleri, ilericileri veya sosyalistleri tanımlamakta kullanılıyordu. Ama sosyalist ülkeler yıkılırken; bu ülkelerde hala sosyalizmi savunanlara “sağcı”, yıkmaya çalışanlara da “solcu” dendi. Doğru muydu, yanlış mıydı diye tartışmıyoruz; ama böyleydi ve birilerinin kafasına yatıyordu.
Bunları bildiğimiz için başta böylesi “kavram-anlam” tartışmalarına girmek istemedik, ama yanlış anlamalar ve anlatmalar nedeniyle, temel politik kavramlarımızdan biri olan “yurtseverlik” üzerine ne düşündüğümüzü anlatmak ihtiyacı doğdu.
 
Nedir yurtseverlik? Veya kimdir Yurtsever? Ve sınırları nerededir? Bu konularda yazılmış yüzlerce yazı ve onlarca yorum var. Bunlara toptan yanlış demek elbette mümkün değil. İçlerinde doğru olanlar veya doğrunun bir boyutunu yakalamış olanlar var, ama hemen hepsi kavramı kendi politik tercihine göre yorumlamıştır. Bu nedenle biz “Yurtseverlik nedir?” sorusuna yanıt aramaktan ziyade “biz yurtseverlikten ne anlıyoruz?”u anlatmaya çalışacağız.
 
Önce tanımlardan birkaç örnek verelim... Özellikle milliyetçilik ve yurtseverlik konularında yazan, kimlerince “otorite” kabul edilen Tanıl Bora, yurtseverlik, “adı üstünde: yurdunu sevmek. İnsanın en tabiî duygularından biri – düşünceden, duygudan önce, ‘güdüsel’ bir eğilim. Ülkeyi, orada doğduğunuz, orada yaşadığınız, oranın ‘ekmeğini yediğiniz’ için sevmek...Ülkenin insanlarını, aynı anadili konuştuğunuz, onlardan biri olduğunuz, ortak hatıralarınız olduğu için sevmek... Kısacası, burayı salt ‘burada’ olduğumuz için, ‘biz’i sırf ‘biz’ olduğumuz için sevmek... Burası nasıl bir yerdir, nasıl yaşanıyordur, insan ilişkileri nasıldır, bunları çok fazla yoklamadan sevmek. ‘Biz’ nasılız, halimiz tavrımız düzgün müdür, kurcalamadan sevmek. Bu koşulsuzluk, bizi salt ‘biz’ olduğumuz için, burayı da salt ‘burası’ olduğu için yüceltmeye, üstün görmeye de varabilir...
 
‘Cumhuriyetçi yurtseverlik’ ise buraya sırf ‘burası’ olduğu için, bize sırf ‘biz’ olduğumuz için değer vermez. O, ‘yurt’ olarak, ortak bir politik iradeyle, ortak erdemler etrafında oluşturulmuş toplumsal birliği bilir. Sadakati, o ‘toplum kurma’ iradesine, etrafında birleşilen erdemlere, o erdemleri var eden ortak tarihsel tecrübeyedir esas olarak.
 
Sol sıfatlı bir yurtseverlik, o ortak  politik tecrübenin yücelticiliğine inanır, o ‘toplum kurma’ iradesini sever. O iradenin tarihte bir vakit edâ edilmiş olmasının hürmetine ve o hatırayı yâdederek tesis edilen bir meşruiyete de rıza göstermez. Sol sıfatlı bir yurtseverlik, kendini özdeşleştireceği kimlikte/iradede, bir politik erdem arar; eşitlik ve özgürlükle ve onların gerçekleştirilmesiyle ilgili bir ufuk arar...” diye anlatır.
 
İsterseniz elbette bu söylemi baz alır; kendinizi ve başkalarını bu eksende konumlandırabilirsiniz. Ama bu söylem “mutlak” olan değildir ve Tanıl Bora da bunun farkında olmalı ki kendi yorumunu diğerlerinden ayırabilmek için “cumhuriyetçi” veya “sol” gibi sıfatları kullanmak ihtiyacı duymaktadır.
 
Sosyolog Emre Kongar, “Vatan ve millet sevgisini, kan ve ırk ilişkisine bağlamadan, başka ırkları, milletleri aşağılamadan ve kendisininkini yüceltmeden, üzerinde yaşanan toprakları sevmenin, korumanın ve yüceltmenin adıdır yurtseverlik” der ve: “Türkiye, kendisine yönelik ‘faşizan milliyetçi’ saldırılara karşı en güzel ve en etkin yanıtı, bütün öteki millet, ırk ve devletlerle ilişkilerinde, eşitlik ve adalet esasına dayalı bir yurtseverce davranış içinde verebilir... Yurtseverlik, kan ve ırk bağını değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarını ön plana alır. Yurtseverlik, insanlarımızı Türk, Kürt, Rum, Ermeni olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak görür ve aralarında ayrım yapmaz. Yurtseverlik, Amerika'ya ve AB'ye, Türk düşmanı ya da dostu olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarları bağlamında, eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde bakar... her milliyetçilik ideolojisinin, kan bağına yani ırkçılığa dayalı bir biçimde, kendi ırkından olmayanları reddeden "faşizan" çizgilerde gelişmesi bir zorunluluk değildir. Her milliyetçilik akımı, kendi kimliği içinde, öteki kimliklere de saygılı ve kendi ırkından, milletinden olmayanlarla uyum içinde yaşayabilir. Biz buna demokratik milliyetçilik’ diyoruz…“ diye açıyor kendi tanımını.
 
Yine siyasi konularda düşüncelerine başvurulabilecek bir birikime sahip olan Haluk Gerger, “Yurtseverlik ile halk sevgisi iç içedir” diye başlar anlatmaya ve Paul Robenson'un şu sözleri ile bitirir: “Yurtsever, kendi ülkesinden hiç memnun olmayan kişidir.”
 
Veya araştırmacı-yazar Serhat Ararat, „Vatan ve millet sevgisini, kan ve ırk ilişkisine bağlamadan, başka ırkları, milletleri ve dinleri aşağılamadan, üzerinde yaşanan toprakları sevmenin, korumanın ve yüceltmenin adıdır yurtseverlik… …her milliyetçilik ideolojisinin, kan bağına, yani ırkçılığa dayalı bir biçimde, kendi ırkından olmayanları reddeden, şiddet-baskı çizgisinde gelişmesi bir zorunluluk değildir. Her iki milliyetçilik akımı da, kendi kimliği içinde, öteki kimliklere saygılı ve kendi ırkından, milletinden olmayanlarla uyum içinde yaşayabilir. Sosyolojik terminolojide buna demokratik milliyetçilik deniliyor. Bu sosyolojik kavram, her tür milliyetcilik için geçerlidir.
Türkiye’de bugün tüm aydın ve siyasetçilerden beklenen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak demokratik/çağdaş milliyetçiliğe ve yurtseverliğe destek verildiğini, etnik ayrımcılığı ve şiddeti temel tüm grupların karşısında olunduğunu yüksek sesle haykırmaktır“ diye anlatır yurtseverliği ve milliyetçiliği.
 
Elbette yurtseverlik veya milliyetçilik konusunda olumsuz düşünenler de vardır. Mesela ulus ve ulus devletlerin işçi sınıfını böldüğünü düşünen ve “bütün ülkelerin işçileri birleşin diyen” Marks (Marksizm değil!) ”yurtseverlik mülkiyet duygusunun en ülküsel biçimidir”. (K. Marks, "Lui Bonapart'ın On Sekizinci Brumiyer'i", Aralık 1851 - Mart 1852, c. 1, s. 483.)" der. Veya İngiliz düşünür Dr. Sammuel Johnson, “Vatanseverlik, adi ve alçakların son sığınağıdır” ve vatanseverliğe karşı olan Tolstoy “vatanseverlik, katillerin eğitim prensibidir” diye yazmışlardır. Karl Deutsch ise yurtseverlik ve milliyetçilik arasında ayrım yapar. Ona göre, “yurtseverlik, bir ülkede yaşayan bütün insanların çıkarlarını gözetme çabası iken, milliyetçilik, ortak bir atadan gelen ve ortak terbiye almış bir gruptan bütün insanların çıkarlarını gözetir. Yurtseverlik, etnik kökenlerine bakmaksızın, aynı yerde oturanların hepsine hitap eder; milliyetçilik,  oturdukları yere bakmaksızın, bir etnik grubun üyelerine hitap eder. Yurtseverlik, ikametgâh adresine; milliyetçilik ise etnik kimliğe dayanır.”
 
Yine aynı ayrımı yapan 1984 adlı eserin yazarı Georg Orwell da “yurtseverlik, doğası gereği, hem askeri hem de kültürel anlamda savunmacıdır. Milliyetçilik ise, güç arzusundan ayrılmaz” der. Uzatmayalım, ilgili kaynakları tarayan herkes böyle yüzlerce tanım veya yorum bulabilir.
 
Peki biz Çerkesya Yurtseverleri, “Yurtseverlik”ten ne anlıyoruz?
 
Biz Çerkes Ulusal sorununu ve çözümlerini şimdiye kadar sahip olduğumuz inançlardan, düşüncelerden veya ideolojilerden yola çıkarak veya bunlardan ödünç aldığımız kavramlarla ve kalıplarla anlatmaya; “bize uyanı” politik çizgi haline getirmeye çalışmıyoruz. Önce sorunu ortaya koyup çözüm yolları arıyor, sonra bu çözüm yolunu anlatacak ve gelecek vizyonumuza uygun ideolojik-politik kavramları sahipleniyoruz. Bizim her konuda aynı şeyi düşünmeyen; herhangi bir konudaki çözüm önerileri birbirinin “tıpkısının aynısı” olmayan insanlarımızı kucaklayabilmemizin sırrı, hangi görüşte olurlarsa olsunlar bütün Çerkes siyasetleri ile birlikte yapabileceğimiz çok şeyin olduğuna inanmamızın ve gelecekte Çerkes halkının birliğini sağlayacağımızı iddaa etmemizin nedeni budur.  Biz geçmiş ile gelecek arasında köprü kurabilecek, dönemsel değişimlerden ve ekonomik-politik çalkalanmalardan fazla etkilenmeyecek; “zaman ve mekan”a bağımlılığı en aza indirgeyecek ve Çerkes Ulusal Sorununun çözümünde en yalın, en basit; ama en kapsamlı tanım veya anlatım yollarını ve kavramlarını bulmaya çalışıyoruz. Bunu başarabilirsek ulusal mücadelemizin sürekliliğini sağlayabileceğimizi düşünüyoruz. Şimdiye kadar böyle değil miydi? Değildi! Sosyalistlerle sosyalist, Türkçülerle Türkçü; bazen Kuzey Kafkasyacı, olmadı Adıge-Abhazcı; dinci veya Avrupacı olduk. İdeolojik politik sürekliliği sağlayamadık, hedeflerimizi somutlayamadık. Ve en önemlisi de bu yanlışlarımızın sonuçlarından kendimiz bile korkup “apolitizmi” yücelttik. Ulusal sorunumuzun çözümünü başkalarının inisiyatifine ve “iyiniyetine” terkettik. O dilimizden düşürmediğimiz “kendi kaderini tayin hakkı”, “dilenme ve bekleme hakkı” na dönüştü. İnsanlarımız edilgenleşti.
 
Bunun son örneği “Anadilde eğitim” veya “anadil eğitimi” konusunda yaptıklarımız; daha doğrusu yapmadıklarımızdır. Tartışmalarını ibretle izliyoruz. Anlı şanlı kurumlarımız, derneklerimiz veya vakıflarımız şartların böylesine uygun olduğu; neredeyse “lütfen haklarınızı talep edin” dendiği bir Türkiye’de dahi kıllarını kıpırdatmıyorlar. Kimileri bunu “bizde istemek ayıptır” gibi bir gerekçe açıklamaya çalışıyorlarsa da, doğru değildir bu açıklama. İnsan davranışları içerisinde yaşanılan toplumlarda şekillenirler. Bu nedenledir ki çok farklı gelenek göreneklerden gelseler de benzer toplumsal kültürel evrelerde yaşayan insanların ve insan topluluklarının davranışları, düşünme yöntemleri ve refleksleri zamanla birbirine banzer, aynılaşır. Bizdeki atıllığın veya tepkisizliğin gerçek nedeni kurumlarımıza hakim olan kliğin bugüne kadar izlemiş oldukları teslimiyetçi, korkak politikalar; daha doğrusu apolitizmdir. Bu işbirlikçi kliğin kökenleri “Padişahım çok yaşa!” yıllarına kadar gider. Kadrolarının önemli bir kısmı Osmanlı saraylarında veya ordusunda yetişmiş (veya devşirilmiş) olan bu yılların kurumları birçok ilke imza atmış, doğru işler de yapmış ve aralarında gerçekten çok değerli yurtsever insanlarımız olsa da bugünümüzü teslim alan çok önemli bir yanlışa imza atmış: “Padişahım Çok Yaşa” anlayışının toplumumuzda kök salmasına neden olmuştur.
 
Bu nedenle sorunlar kanımızda veya genlerimizde değil; kurumlarımızda, önderlerimizde ve politikalarımızda aranmalıdır. Bize göre Çerkes ulusal sorununun tek çözüm yolu var: “Uluslaşmak”! Çünkü biz ancak bir ulus olabilirsek halkımızın fiziki-düşünsel-ruhsal birliğini sağlayabilir; varlığının devamını veya geleceğini garanti edecek kurumlara ve “koruma duvarı”na sahip olabiliriz. Uluslaşmak ise, diğer bütün politik mücadeleler gibi, uzun bir süreçtir; yoğunlaşma, birikim ve süreklilik ister. Bütün söylemlerimizin, eylemlerimizin ve sosyal-kültürel faaliyetlerimizin bir bütünlük arzetmeleri; uluslaşmayı desteklemeleri ve hızlandırmaları gerekir. Bu, sürecin başından sonuna kadar geçerli olabilecek bir politik zeminin olması demektir.
 
İşte yurtseverlik biz Çerkeslere toparlanıp örgütlenme aşamasından, yaşadığımız her yerde demokratik mücadelenin bileşeni olmaya ve anavatana dönüşe; burada egemen-demokratik bir toplum ve ulus inşa etmeye kadar geçecek süreci ve bu sürecin bütün evrelerini kapsayan bir platform, bir politik zemin sunmaktadır. “Yurtseverlik” ya da “vatanseverlik” sözlüklerde “bir kimsenin yurduna duyduğu tutkulu sevgi ve ulusuna hissettiği bağlılıktır” diye geçer. Kavramın Türkçesi yurt ve vatan sözcüklerinin sevmek eylemiyle ilişkilendirilmesiyle oluşturulmuştur. Diğer bir adı olan patriyotizm latincede “ata yurt” anlamında kullanılan “patria” sözcüğünden gelmektedir. Tanımdan da görülebileceği gibi yurtseverlik sadece bir coğrafyayı değil; bu coğrafya veya vatan ile birlikte bunun üzerinde yaşayan halkı, ulusu da sevmektir. Ama herhangi bir halkı veya ulusu değil; atavatanı “vatan” olarak sahiplenen, geleceğini bu topraklarda örgütlemek isteyen halkı. Bizim için “yurtsever” kavramının önemi de bu tanımdadır: “Atayurdunu ve halkını tutkulu sevmek”! Bu tanımı bilince çıkardığımızda hem şimdiye kadar ki çarpıtmaları düzeltmiş, hem de uluslaşmamızın önünü açmış olacağız.
 
Çerkesya Yurtseverleri için vatan üzerinde yaşadığımız topraklar değil; “patria”, yani atavatan Çerkesya’dır. Bir Çerkesya Yurtseveri, Çerkesya’yı ve halkını tutkulu sever, uluslaşma iradesine sahiptir ve demokrasiyi içselleştirmiştir. Bugün bu sevginin pratikte bize yüklediği görev, yaşadığımız her yerde bize kimliğimizi koruyabilmemiz için en uygun koşulları sunan demokrasi mücadelesi vermek; vatana dönmek; ekonomik ve siyasi olarak gelişmesine katkıda bulunmak, üzerinde uluslaşmak; Çerkesya’yı inşa edinceye ve egemen bir toplum oluncaya kadar kesintisiz mücadele etmektir.
 
Üzerinde en çok spekülasyon yapılan konulardan biri Çerkesya’da yalnızca Çerkeslerin yaşamıyor olması nedeniyle bizim Çerkes (Adıge) söylemimizin diğer halkları dışladığı iddaası. Ama bu, elmalarla armutları birbirine karıştırmaktır. Çerkes=Adıge ile anlatılmak istenen “herkes”in değil; yalnızca Adıgelerin Çerkes olduklarıdır. Çerkes kimliğinin bir millet; dil, kültür, tarih ve gelecek ülküsü ile bağlarının koparılmasını; içinin boşaltılmasını reddetmektir. Ama bu, aynı zamanda, Çerkesya’da yalnızca Adıgelerin (Çerkeslerin) değil; başka halkların da yaşadıkları, gelecekte de yaşayacakları ve bizim onların kimliklerine saygı göstereceğimiz anlamına gelir. Bizlere bu halkları dışladığımız ( moda tabirle “ötekileştirdiğimiz”) suçlaması getirenler Çerkesya’da yaşayan her halkı Çerkes kimliği altında toplamaya çalışıyor ve bu söylemleriyle Çerkes dedikleri; ama kendilerini Çerkes görmeyen bu halkların Çerkes ve Çerkesya korkularını büyütüyor, hatta onları bize karşı kışkırtıyorlar.
 
İçerisinde yaşadığımız ülkenin, yani Türkiye’nin tarihi bu konuda en gözel örnektir. Kuvva-i Milliyeciler kurtuluş savaşını başlattıklarında ve Misak-ı Milli’yi ilan ettiklerinde bu sınırlar içerisinde kalan halkların kimliklerini tanıdıklarını ilan etmişlerdi. Bütün konuşmalarında bu savaşın “Türk, Kürt, Çerkes, Arap...” Anadolu halklarının kurtuluşu olacağını söylüyor, Türk olmayan halklara güven vermeye çalışıyorlardı. Hatta ilk Kongrelere ve Meclise “Kürdistan, Lazistan” temsilcisi sıfatıyla katılanlar vardı. Anadoluda yaşayan halklar bu söylem sayesinde biraraya getirilebilmişti. Eğer Kürt halkına veya Çerkeslere “aslında siz de Türksünüz” denseydi bu sonuç alınamazdı!   
 
Bize göre bir yurtseverin öncelikle demokrat olması ve demokratlığın gereği olarak “kendisine insanım diyen herkesi sevmesi”, her kimliğe saygı duyması gerekir. Ve yurtseverin “vatan ve ulus” sevgisi; vatanı vatan kabul eden halkı veya ulusu sevmektir. Bu, bizim özelimizde, Çerkesya’yı vatan kabul eden herkesi bir halk olarak görmek ve sevmek demektir. Bu nedenle biz yurtseverler geleceğini “Çerkeslerin vatanı Çerkesya”da gören herkesle birlikte yaşamaya hazırız; ama bizimle birlikte olmak istemeyen herkese de saygımız var. Kardeşimiz veya komşumuz olarak sonsuza kadar kendileriyle barış ve huzur içinde yanyana yaşamak isteriz. Somutlamak gerekirse: tarihi topraklarımız Çerkesya’da kendileri Çerkes kabul etmeyen halklar: Abazinler, Karaçaylar, Balkarlar, Ermeniler, Ruslar...da yaşıyorlar. Biz mümkünse Çerkesya’yı bu halklar ile birlikte inşa etmek, Çerkesya’da birlikte yaşamak istiyoruz. Ama kimseyi buna zorlamayacağız. Ve kimseyi Çerkes yapmaya çalışmayacak, herkesin kimliğine, iradesine ve tercihine saygı duyacağız Geçmişte de Çerkes olmadıkları halde Çerkesya örgütlenmesine katılan halkların hiçbirisi “Çerkes” kimliğini benimsedikten sonra katılmamıştı o birliğe ve örgütlenmeye. Çerkesya devlet örgütlenmesinin nüvelerini “Çerkes Milli Meclisi” ile Çerkesler (Adıgeler) atmış, ama “ortak düşman” Çarlık Rusyasına karşı verilen savaş Çerkesya’da o yıllarda yaşayan halkları birbirine yakınlaştırmış; siyasi birliğin önünü açmıştı. Ve nasıl ki geçmişte Çerkes olmayan halklar kendi iradeleriyle ve kendi kimlikleriyle Çerkesya bayrağı altında toplanmışlarsa, bugün de yine kendileri karar verecekler Çerkesya’da yaşayıp yaşamayacaklarına. Bugün en doğru olan demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı; dünya ile ekonomik, politik, sosyal ve kültürel olarak bütünleşmiş bir Çerkesya’dır. Biz bu ideali bizimle paylaşan herkesle birlik olmaya hazırız ve yurtseverlerin “halkımız” dedikleri bu ideali paylaşan insanlar ve insan topluluklarıdır. Bir coğrayfa üzerinde yaşayan hakı “halkımız”olarak görmek ve sevmek için “aynılaştırmak”; onlara mutlaka “ortak bir kimlik” vermek gerekmez. Bu, kendileri tam tersini iddaa etseler de, aslında başka kimliklere saygısı olmayan “milliyetçi” ve “şövenist” tavırdır. Doğrusu, her halkın kendini nasıl tanımladığına, kimliğine saygı duymak ve ortak bir ideal etrafında bütünleşmelerini sağlamaktır. 1861 “Çerkesya Devlet Örgütlenmesi”, birileri çarpıtmaya çalışsa da, böyle bir deneyimdir: Çerkesya’da yaşayan bütün halkların bir devlet çatısı altında toplanma girişimidir. Abazalar veya Karaçay Balkarlar kendi kimliklerini redderek katılmadılar bu birliğe. Farklı olanları aynılaştırarak veya aynılaştırdıktan sonra sevmek “şövenizm” veya en fazla “anti demokratik milliyetçilik”, farklılıklara saygı duyarak sevmek ise “yurtseverlik”tir. Türk milliyetçilerinin farklı olanları “alt” veya “etnik köken” düzeyine indirerek Türk kimliği altında toplamaya çalışmaları buna en güzel örnektir. Bize “milliyetçi” vs diye suçlamalar getiren “ulusalcılar”ın veya “ezberleri bozalım” diyen “en akıllı”ların halk sevgisi de, yurtseverlik anlayışı da Türk milliyetçilerinden alınmıştır; şövenisttir, asimilasyoncudur ve halkların iradesine saygı duymamaktır. Anavatanımız için “özgür, bağımsız...” sloganını haykıran bu beyefendilerimizin Türkiye’de Kürtlerin iradelerini: “kendi kaderini tayin hakkı”nı tanımayıp kültürel hakları vermeyi yeterli görmelerinin; böyle bir tutarsızlığa düşmelerinin nedeni onların şövenizmden etkilenmiş ve “milliyetçilik” veya “yurtseverlik” tanımlarını “Türkçü-Turancı” akımlardan ödünç almış olmaları; “devşirme” karakterleridir. Çerkesya Yurtseverleri bütün halkların kimliklerine, iradelerine ve kendi kaderlerini tayin haklarına saygılıdır. Birlik isterler, ancak bu birlik “ortak bir irade” ve “gelecek ülküsü” ile mümkündür; zorla değil! Bugün Çerkeslerin (Adıgelerin) atavatanı Çerkesya’nın inşası Çerkeslerin görevidir ve uluslaşmamızın yolu Çerkesya’dan geçecektir. Gelecekte mesela bir “Çerkesya Yurtseveri Karaçaylar” hareketi ortaya çıkarsa biz buna sevinir ve ortak örgütlenmenin nasıl olması gerektiğini, şartlarını onlarla görüşürüz. Ama bu geleceğin bir sorunudur, bugünün değil. Çünkü bugün Karaçay halkının böyle bir istemi veya iradesi yok.
 
Bu birlikteliği Çerkesya’da yaşayan herkese “Çerkes” üst kimliğini kabul ettirerek sağlayacaklarını düşünenler yanılıyorlar. Hrant Dink, “her gün Türk andını okutmakla beni Türk yapabildiniz mi?” diye sorarken, Türk milliyetçilerinin/şövenistlerinin devlet örgütlenmesine ve olanaklarına sahip oldukları halde bu birlikte savaşan, ölen; neredeyse 100 yıldır aynı havayı teneffüs eden Türkiye halklarını bile Türk yapamadıklarına; tam tersine ayrılığı körüklediklerine dikkat çekmekteydi. Bunu bilen, yaşayan bizlerin aynı hatayı yapmamız doğru olabilir mi? Şunu görmeli ve gelecek vizyonumuzu buna uygun çizmeliyiz: Etnik veya ulusal kimlikler sanıldığından daha dirençlidir. Dünya bu gerçekliği görmüş ve buna göre yeniden bir örgütlenme sürecine girmiştir. Federal yapıların yayılıyor ve etnik-ulusal toplulukların kendi kendini yönetme mekanizmalarına veya örgütlenmelerine izin veriliyor olmasının nedeni de budur. Gelecekte birgün bunlar gereksiz olabilirler, ama bugün gerekliler! Çerkesya’da Çerkes kimliğini diğer halklara kabul ettirmenin imkanı yoktur ve böyle birşey doğru da değildir. Doğrusu demokrasidir; demokratik ve başkalarının kimliğine saygılı çözümlerde ve “Demokratik Çerkesya Cumhuriyeti” nde ısrarlı olmaktır. Böyle bir Cumhuriyette çıkarı olan herkes: hatta daha iyi, daha özgür yaşamak isteyen Ruslar dahi Çerkesya bayrağı altında toplanabilirler. Önemli olan bu perspektifi geliştirmek, somutlaştırmaktır.  Gelecekte olması mümkün işlerin ön adımlarını bugünden atmak gerekmez mi diye sorulabilir. Evet, atılabilir; ama bir şartla: Bu adımlar bugün yapılması gerekenlere zarar vermemelidir! “Herkes Çerkestir” anlayışıyla kurulan örgütlenmeler bizim kimliğimizi, dilimizi, kültürümüzü korumamızın; geliştirmemizin ve ulusal çıkarlarımıza uygun mekanizmalar veya örgütlenmeler yaratmamızın; bunun politikalarını yapabilmemizin, dolayısıyla Çerkesya’nın kurulmasında motor ve itici güç olacak Çerkes halkının örgütlenmesinin önünde engeldir. Bugün Çerkesya’yı isteyen, Çerkesya’ya ihtiyaç duyan tek halk olan Çerkesler örgütlenmeden de Çerkesya olmaz! Birlik istemiyor muyuz? Elbette istiyoruz. Her kimlik, her halk kendi örgütlenmesini yaratmalı; ne istediğini, hedeflerini ve bu hedeflere nasıl ulaşmak istediğini anlatmalı ve sonra birbirleriyle anlaşanlar, gelecek vizyonları ve çıkarları örtüşenler birlikte bir çatı örgütlenmesine gitmeliler. Bunun tersi doğru değildir; en azından biz Çerkeslere (Adıgelere) zarar vermektedir. Peki bunları yapabilmek için halklarımızın atomlarına kadar ayrışması ve herkesin önce kendi kurumlarında örgütlenmesi mi gerekiyor? Hayır, gerekmiyor! Herkes kendini mutlu hissettiği yerde kalma, faaliyet gösterme hakkına sahiptir. Elbette ki her halkın yurtseveri öncelikle kendi halkının sorunlarına yoğunlaşmalıdır; ama sonuçta buna karar verecek olan da kendisidir. Eğer bir insanımız kendisini “Abhaz hissediyor” ve Abhazya için çalışmak istiyorsa bunun yeri Abhaz örgütlenmeleridir. Yok Çeçen halkının sorunları önceliği ise, o zaman buna uygun örgütlenmelere gitmelidir. Ama Çerkesler (Adıgeler) de artık kendi kurumlarını yaratmalılar. Çerkeslerin bu hakkı olduğuna inanan, mücadelesine katkıda bulunmak isteyen herkes Çerkeslerin kurumlarında faaliyet göstermeye devam edeceklerdir. Yani bir Abhaz pekala Çerkes kurumlarında çalışabilir veya bir Çerkes; Abhaz, Çeçen vs örgütlenmesinde. Karşı çıktığımız bir “üst” veya “ortak” kimlik sevdasına biz Adıgelerin (Çerkeslerin) ulusal politikalarımızı yapamıyor, kurumlarımızı yaratamıyor olmamızdır. Bu gerçekleştiğinde, veya buna paralel, Kuzey Batı Kafkasya ve Kuzey Kafkasya halklarının ortak veya çatı örgütlenmesini tartışmaya hazırız; dahası böyle bir örgütlenmeyi istiyoruz. Ama öncelikle bizim örgütlenme hakkımız tanınmalıdır! Biz bunları savunur ve anlatırken bizim Çerkes’i (Adıge’yi) veya vatanımızı yücelttiğimizi ve başkalarını dışladığımızı iddaa etmek yalandır. Hiçbir yazımızda böyle bir cümle, hatta bir kelime gösteremezler. Tam tersine, Çerkesya Yurtseverleri  “Yurtsever, kendi ülkesinden hiç memnun olmayan kişidir.” derler. Yani bizim vatan sevgimiz, “vatanı salt ‘vatan’ olduğu için ve ‘biz’i sırf ‘biz’ olduğumuz için” veya “vatan nasıl bir yerdir, nasıl yaşanıyordur, insan ilişkileri nasıldır, bunları çok fazla yoklamadan sevmek”: koşulsuz bir sevgi değildir. Bu nedenle bizim vatanseverliğimiz vatanı sırf “vatanımız” olduğu için yüceltmeye veya üstün görmeye varmaz...
 
Yurtseverlik de zaten otomatik olarak kimilerinin “vardırmaya” çalıştığı yere varmaz. Çünkü “yurt”, “ortak bir politik iradeyle, ortak erdemler etrafında oluşturulmuş toplumsal birliği” ifade eder.Yani “herşeye rağmen” vatan olmaz ve yurtsever, “kendini özdeşleştireceği kimlikte/iradede, bir politik erdem arar; eşitlik ve özgürlükle ve onların gerçekleştirilmesiyle ilgili bir ufuk arar...” İşte Çerkesya sözkonusu olduğunda bugün bu değerlere sahip olan tek halktır Çerkesler (Adıgeler); ama bu söylem gelecekte Çerkesya’yı vatanları olarak sahiplenecek hiçkimseyi de dışlamaz veya “ötekileştirmez”. “Çerkesya’da Birlik” ancak Çerkesya, üzerinde yaşayan bütün halklar için “ortak bir irade, ortak bir politika ve ortak bir ufuk” olduğunda mümkün olacaktır. Bugün böyle bir birliğin zemini de, bizden başka Çerkesya’yı isteyen de yoktur!
 
Başkalarından yaptıkları bu alıntılanlarla bizleri eleştirmeye çalışanların gerçek niyeti hedef şaşırtmaktır. Çünkü biz zaten bir toprak parçasının kendiliğinden “vatan” olamayacağını, bizim iradi çabalarımızla “vatanlaşabileceğini” anlatıyor ve yıllardır gerçekleri gizleyerek, “yalanlarla dolanlarla” insanlarımıza vatanı sevdirdiklerini, koruduklarını veya “bekçiliğini yaptıklarını” iddaa edenlere inat daha güzeli, daha özgürü ve daha demokratik olanı talep ediyoruz. Sitemizin sayfaları bunun ispatıdır. Vatanın ekonomik ve politik durumunu, RF ile ilişkilerini sorgulamayan, hep “-cek, -cak”larla oyalayan, insanlarımıza ve kurumlarımıza yönelik saldırılara karşı seslerini çıkarmayanlar bizler değil; bizi eleştirdiklerini sananlardır. Anavatan yönetimlerinin eksik ve yanlışlarını gizleyip eleştirmeyenler; bunları “RF ve Türkiye ile iyi ilişkiler anavatana dönüş için çok önemli” diye millete yutturmaya çalışanlar ve bütün olumsuzluklara gözlerini kapayanlar da.
 
Çerkesya Yurtseverlerinin en önemli misyonlarından ve bizim “yurtseverlik” anlayışımızın temel taşlarından biridir gerçekleri anlatmak ve bu gerçekler üzerinde politika yapmak.
Çünkü iyiye, doğruya ve güzele ulaşmanın yolu gerçeklerden geçecektir.
 
Çerkesya Yurtseverleri, 15. 10. 2010
Bakış Açımız
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks