Diaspora Kavramı ve Türkiye’nin Diaspora Politikalarının Modern Teori Çerçevesinde S.P. Bir Analizi*

#12246 Ekleme Tarihi 11/11/2025 09:21:45

Diaspora Kavramı ve Türkiye’nin Diaspora Politikalarının Modern Teori Çerçevesinde Sosyo-Politik Bir Analizi*
                                                                                                                                                                     Ergin Ulusoy**


Öz: Diaspora çağımızın en önemli toplumsal ve siyasî olgularından biridir. Diaspora teorisi kendi içerisinde klasik ve modern olmak üzere iki ayrı yaklaşım altında ele alınmaktadır. Bu noktada çalışmamız her iki yaklaşımı da değerlendirmekle birlikte açıklamalarında modern yaklaşımları çerçeve edinmiştir. Modern yaklaşımlar küreselleşme, ulus-aşırılaşma ve liberal demokrasi bağlamında bireye ve bireyci bir kolektiviteye odaklanmaktadır. Diaspora olgusunun Türkiye’de son yıllarda giderek daha fazla ön plana çıkmasına karşın, bir çalışma ve ilgi alanı olarak bilimsel yönü ihmal edilmiştir. Türkiye’nin devlet politikalarına bakıldığında da aynı ihmalkârlık göze çarpmaktadır. Türkiye,-diasporaya yönelik plan ve programlarını sahada gözlemlenen gereksinimlere, farklı baskı gruplarının yönlendirmelerine ve hepsinden de çok siyasî ve kültürel belirlenimlerine göre şekillendirmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin diaspora politikalarının tarihsel görünümünde Kemalist, militarist, merkeziyetçi ve ötekileştirici bir algının hakim olduğu görülmektedir. Çalışmamız bu kapsamda diasporanın öncelikle teorik açılımını yapmakta, akabinde ise Türkiye’nin diaspora politikalarının altında yatan tarihsel belirlenimleri modern yaklaşımlar bağlamında ve siyasî ve sosyolojik bir çerçeve içerisinde analiz etmektedir. Yazının kapsamı diaspora teorileri, küreselleşme, ulus-devlet, ulus-aşırılaşma, vatandaşlık, entegrasyon ve Türkiye’nin siyasî ve toplumsal tarihi olarak belirlenmiştir. Makalemiz bu anlamda Türkiye’de diaspora teorisini ve Türkiye’nin diaspora politikalarını incelemeye alan “Ulus-aşırı Siyasetin Bir Enstrümanı Olan Diasporanın İşlevselliği ve Türk Diasporasının İnşası” isimli doktora tezindeki verilerden derlenmek suretiyle hazırlanmış bir özet olma niteliğini taşımaktadır

Anahtar kelimeler: Diaspora Teorisi, Modern Diaspora, Diasporik Siyaset, Türk Diasporası, Yurtdışı Göç, Yurtdışı Türkler, YTB.

* Bu makale, ‘Ulus-aşırı Siyasetin Bir Enstrümanı Olan Diasporanın İşlevselliği ve Türk Diasporasının İnşası’ isimli doktora tezinin ilgili bölümlerinin derlenmesi ile hazırlanmıştır.
** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü, Siyaset ve Sosyal Bilimler Programı’nda Doktora Programı’nı 2015 yılında tamamladı.
İletişim: erginulusoy@hotmail.com, Akarbaşı Mh. Bener Sk. Huzur Sit. C-9 Odunpazarı/ Eskişehir.

Giriş

Diaspora, göçün içerisinde bulunduğumuz zaman ve şartlar dâhilinde yerleşikleşmek, toplumsallaşmak, politikleşmek, kök salmak hedef ve arzuları ile nihayete erdiği nokta olarak belirginleşmektedir. Diasporizasyon, ulus-aşırı çağda modernizmin toplum modelini demokratikleştiren, insancıllaştıran ve çağcıllaştıran bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan diasporalar, demokrasi ve insan hakları bağlamında ortaya çıkan yeni toplumsal biçimlerden biri olarak görülmektedir. Ya da daha politik bir bakış açısıyla; modern ulus-devletlerin egemenlik alanındaki bir kırılma, toplumsal çöp olarak nitelenen gettoların öz farkındalık kazanarak denklik aradıkları bir demokratik toplumsal mücadele aracıdır.

Bununla birlikte diasporalarda da pek çok alanda olduğu gibi tek bir okuma, egemen bir zihniyet söz konusu değildir. Bu bağlamda diaspora çalışmaları iki farklı ön kabul üzerinden yürümektedir. Bunlardan ilki diasporayı en eski bağlamları içerisinde kabul eden ve yorumlayan klasik (etnografik) yaklaşım, diğeri ise özellikle 1980’lerle birlikte ortaya çıkan ve daha çok modern göçlerin küreselleşme, ulus-aşırılaşma ve post-modernizmle olan etkileşimleri etrafında incelenen modern yaklaşımdır. Öte yandan modern diasporaların varlığı ve gelişimi, liberal demokrasiler ve serbest pazar içerisinde hayat bulmaktan çok, Batı tipi demokratik sistemlere sahip ülkelerde görülmektedirler. Bu noktada bir baskı grubu olarak hareket eden diasporalar, zamanımızın en vazgeçilmez sivil toplum ögelerinden biri haline gelmiştir. Ancak bu noktada, köken ülkenin diaspora üzerinde tahakküm kurmaması veya bir angajman yaratmaması son derece önemlidir. Zira diasporayı kontrol altında tutmak veya klasik bağlamlara hapsetmek, diasporaya büyük zararlar verecektir. Bu bağlamda diasporalar zaman içerisinde mesken ülke1 devletinin ve toplumunun ayrıştırıcı, izole edici kültüralist davranışları ve politikaları hayata geçirmesine, sosyal-liberal anlayışların eriyerek siyasal ve toplumsal alanlara muhafazakâr eğilimlerin hâkim olmasına etki eden bir katalizör haline gelecektir. Sonuçta hem diaspora hem köken ülke hem de topyekûn bir şekilde yabancılar, mesken ülke toplumu ve devleti için aranan antagonizmayı oluşturarak zihinsel bir sabite hapsedileceklerdir.

Türkiye ile diasporası arasında yukarıda açıklananlar kabilinden bir takım problemler yaşanmaktadır. Özellikle göç süreçlerine nüfuz ederek kendisini dayatan ve diasporayı adeta denetim altında tutmaya çalışan Kemalist merkezin otoritesi, diasporanın kendi karakterini tayin etmesine ve kendi özgün gelişme çizgisini yakalamasına engel olmaktadır. Bu durum iki yönlü, yani hem merkezden diasporaya hem de diasporadan merkeze doğru bir bozulmayı gündeme getirmektedir. Türkiye’nin diasporası ile yaşadığı sıkıntıların öncelikle demokrasi sorunlarına, Kemalist-militarist-otoriter devlet yapısına, militaristleşmiş toplumsal zihniyetine ve modernizme içkin varoluşsal eksikliklerine dayandığı söylenebilir. Bu anlamda Türkiye’nin diasporası ile arasındaki etkileşim bir dizi tarihsel gelişmenin günümüze yansıyan sonuçlarıyla doğrudan ilgilidir.

Çalışmamız bu kapsamda diasporanın tanımı ve tasnileri üzerinde durmakta, Türkiye’deki bilimsel araştırmalar açısından yabancı bir kavram olan modern diaspora kavramına eğilmekte, modern diasporanın ne’liğine ve nasıl’lığına ilişkin bir açıklama getirmektedir. Bununla birlikte çalışma göç disiplininin bakış açısını aşan, diaspora disiplinine ilişkin Türkiye’deki ilk spesifik çalışma olması bakımından özellikle Türkiye’nin politikaları tartışmasında önceki kaynakları kullanan bir derlemeden ziyade, kaynak teşkil etme ümidindeki kapsamlı bir tez çalışmasının kısa bir özeti niteliğindedir. Bu bakımdan diasporanın teorik açıklanışını takip eden bölümlerde bir öngörü oluşturabilmek maksadıyla çoğunlukla ilk kez tartışılan fikirlere ve kavramlara yer verilmiştir.

1 Mesken ülke kavramı, yabancı metinlerde geçen ‘hostcountry’ ifadesine karşılık olarak üretilen yaşanılan ülke, yerleşilen ülke, ikamet edilen ülke gibi uzun ve her biri farklı bir anlama vurgu yapan karşılıkların yerine ilk kez anılan doktora çalışmasında kullanılmıştır. Böylece İngilizcedeki hostcountry kavramının eşdeğerlik arz eden bir kelime ile karşılanması, root-hostcountry ikilisinin köken-mesken ülke şeklinde pratik ve doğru bir yapıya kavuşturulması amaçlanmıştır.


Diasporanın Kavramsal Boyutu ve Klasik ve Modern Diaspora Yaklaşımları

Diaspora kavramı sözlük anlamı itibarıyla bir ulusun veya inanç mensuplarının ana yurtyurtları dışında azınlık olarak yaşadıkları yer; bir ulusun anayurdundan ayrılmış kolu demektir. Etimolojik kökenlerine inildiğinde ise diaspora sözcüğünün kullanımını eski Yunan’a kadar götürmek mümkündür. Yunanca ‘ile’ ya da ‘sonucunda’ anlamına gelen dia ve ‘dağılma’ anlamına gelen speiro sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşan kavram, Antik Yunan’da, “bir anakentten (metropolis) çıkan insanların göç veya kolonizasyonunu tarif etmek için kullanılmıştır.”(Cohen, 1997, s. ix). “Çok kısa bir zaman öncesine kadar, çok geniş Ermeni, Yunan ve Afrika diasporaları kayıtlarının bulunmasına rağmen, bu kavram daha çok Yahudilerin sürgün sonrası dağılmalarını ifade etmek için kullanılıyordu.” (Butler, 2001, s. 190-192). Öte yandan speiro sözcüğünden gelen “sperm kelimesinin Yunanca kökeniyle kurulan ilişki, diasporanın cinsiyet-özellikli ve maskulen olarak tanımlandığı problematik tanımlara/tespitlere yol açmıştır. Diasporayı etnisite ile eşitleyen diğerleri diasporanın maskulen-özellikli bir kavram olduğunu iddia ederler.” (Alinia, 2007, s. 32).

Diaspora disiplini içerisinde iki temel yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan ilki klasik yaklaşım, ikincisi ise modern yaklaşımdır. Klasik yaklaşımlar daha ziyade Yahudi, Ermeni, Afrika, Filistin diasporası gibi göçe bir zorunluluğun sebep olduğu, daha kapalı yapıdaki, anavatan miti ve dinsel-kültürel öğeler etrafında örülen kalın duvarlı bir yapıyı işaret etmektedirler. Michele Reis’in (2004, s. 46-49) Uluslararası Göç Dergisi’nde yayınlanan makalesinde de belirttiği üzere; klasik diaspora yaklaşımları, Yahudi diasporasının tarihsel deneyimini başlangıç noktası olarak almaktadırlar. Bu yaklaşım çerçevesinde şekillenen diaspora kavramı, sentrik bir yaklaşımın anlamını kuvvetlendirme amacı taşıyan kimlik unsurlarından biri olarak var olmaktadır. Bu bağlamda “diaspora, eski kavranışları doğrultusunda, diaspora ile diğer gruplar arasındaki bazı kültürel farklılıkları ima etmektedir.” (Beck, 2006 aktaran Faist, 2010, s. 15) Yine aynı doğrultuda “diasporanın eski kavranışları, üyelerinin sosyal açıdan (politik, ekonomik, kültürel açılardan) mesken ülkelerine tam olarak entegre olmadığını, çoğunluk gruplarıyla aralarına sınırlar koyduklarını ve o sınırları koruduklarını ima etmektedir.

Diasporanın bu kavranışı sıklıkla baskın bir çoğunluğun diaspora gruplarına karşı uyguladığı ayrımcılığa ilişkin bir sınır muhafazası ile alakalıdır.” (Bhabha, 1994 aktaran Faist, 2010,s. 13) Aklımızda veya hayalimizde iz bırakan mekânsal kökeni (mekân bağlantılı olarak var olan her şey), göç sürecinde beraberimizde taşımak mümkün olmadığından, bu yeri tüm “ruhu” ile birlikte mesken ülkedeki diasporaya taşımak ve ağların ve yapıların birbirleri ile bağlantılı hale gelmesini sağlamak için ortak hafıza ve değerleri cisimleştirip hayata dâhil edebilecek nesnelleştirmeler bulmak gereklidir. Böylece hem diasporanın kimlik ekseninde şekillenen varlığı kuşaklar arası aktarım yoluyla yaşama imkânı bulabilecek hem de fiziksel ve mental açıdan köklerinden uzak veya mobilize olmayan bireyler diaspora çatısı altında diğerleriyle buluşup birleşebileceklerdir. Amacın başarıya ulaşabilmesi; soyutlaştırılan kökene ilişkin hafıza ve değerlerin sembolleştirilmesi, seremonileştirilmesi, gelenekleştirilmesi ile mümkündür.

Bu sayede diasporik siyaset, gerek kökenle ve diğer diasporik yerleşim alanlarıyla kurulan her türden aşkın bağlantılar gerekse de ağ içerisinde yer alan herhangi bir unsurun doğrudan veya dolaylı olarak yaratacağı nicel veya nitel etkiler nedeniyle algı ve davranışlar üzerinden ulus-aşırı siyasî alan içerisinde resmedilebilecektir. Böylece Michelle Laguere’in de belirttiği üzere;

“diasporik siyaset çalışmaları bizi, diasporik siyasetin ulus devlet siyasetinin görünürdeki karakterine eklediği hareketlilikten dolayı yalnızca ulus kavramının varoluşsallaştırılmasına (deessentialize) veya yeniden ele alınmasına değil, aynı zamanda bunu diasporanın kavranışı konusuna da uygulamamız için zorlayarak diaspora ve ulus-aşırıcılığın, sosyal bilimlerin cemaat, toplumsal alan, bağlılık gibi temel kavramlarını sorgulamak ve yeniden tanılamak için önemli birer unsur haline gelmesini” (Laguere, 2006, s. 163) sağlar.

Bu nedenledir ki;

“ulus-aşırı veya diasporik bir bakış açısının, ulus-aşırı toplumsal alanlar gibi kendine özgü, emsalsiz toplumsal formasyonlar ve sınır-ötesi hareketler sürecinde yeni anlamlar kazanan vatandaşlık veya yerel politikalar gibi eski ulusal, uluslararası ve yerel kurumların tümüyle mücadele edebilmesi gerekir.” (Faist, 2010, s. 33-34).

Modern yaklaşımlar ise, diaspora çalışmalarını herhangi bir kültürel merkezciliğin veya Yahudi diasporası gibi örnek diasporaların dominantlığında incelemek fikrine karşıdır. Modern diasporalarda öncelikle birey olarak var olan diasporanlar, mesken ülke toplumu içerisinde tutunabilmek ve ona katılabilmek için mücadele eder, toplum içerisindeki konumlarını ve toplumla olan bağlamlarını evrensel normlar ve insan hakları üzerinden kurarak hareket ederler. Bu anlamda “diasporanın yeni kavranışları ulus-aşırı boyutlu bir yayılım içerisinde kültürel melezleşmeye vurgu yapmaktadır.” (Bhabha’dan aktaran Faist, 2010, s. 13) Dolayısıyla kavramın süreç içerisinde kazandığı yeni anlam, küreselleşmenin giderek görünürlük kazanmasına ve ulus devletin zayılamasına paralel olarak, her türden göç ve dağılmanın sonuçlarıyla ilişkili hale gelmiştir. Bu noktada diasporanın kazandığı yeni anlam ve gelişim konusunda Tötölyan’ın şu ifadeleri dikkate değerdir:

“Diaspora kavramının semantik alanı; göçmen, gurbetçi, mülteci, misafir işçi, sürgün, deniz aşırı topluluk ve etnik cemaat terimleriyle paylaşılmaya başlandı ve diasporalar ulus-aşırı alanların örnek toplulukları haline geldiler. Burada kastettiğim; ulusa dayalı olanlar gibisinden eski diasporalar yeniden şekillendirilirken, yenilerinin ise sınır aşan bilgi, fikir, imajlar ve müzik kadar insanlar, para ve kültür ürünlerinin de hızlandırılmış mobilizasyonu tarafından yeniden oluşturulduğudur.” (Tötölyan, 2012, s. 55)

Bu anlamda Tötölyan’ın yazılarından anlaşıldığına göre, diasporaların ortaya çıkışı ve politizasyonu değişmelere koşut biçimde pek çok etmene bağlıdır ve artık en etno-sentrik ve kapalı diasporalar dahi modern yaklaşımların tanımlamalarından ve yöntemlerinden etkilenmeye başlamışlardır. Kaldı ki günümüzde diaspora kavramı, mekânsal anlamda bir vatanla ilişkilendirilmesi zorunlu olmayan, bu nedenle de Yahudi örneğindeki gibi geri dönüş hayali ve hatta ideolojisi geliştirmek zorunda olmayan bir olguya işaret etmektedir. Bununla birlikte yine Michelle Reis’ın (Reis, 2004, s. 47) bilhassa belirttiği gibi, modern yaklaşımlar çerçevesinde diasporalar illa bir kriz veya travmatik bir olay sonucu ortaya çıkmak zorunda da değildir. Özellikle küreselleşme bağlamında bakıldığında göçler artık yalnızca travmatik bir olaya veya bir felakete bağlı olarak meydana gelmemektedir. Değişen koşullarla birlikte yer değiştirmelerin koşullarında da değişmeler olmakta ve bu durum “fırsat kollayan” yeni diaspora örneklerini yaratmaktadır. Küreselleşme süreci ile yaygınlaşan ve kolaylaşan iş takipleri ve küresel iş fırsatları, emekli göçleri, öne çıkan eğitim fırsatları ve insanların birbirleri ile olan etkileşimlerini hızlandırıp, yoğunlaştıran her türden yurt dışı seyahatler, modern diaspora süreçlerinin canlandırılmasında etkili olmuştur. Söz ettiğimiz bu değişim kaçınılmaz bir durumdur; zira günümüz diasporaları artık yalnızca yoğun bir politik ve kültürel çatışmaya bağlı olarak değil, aynı zamanda küreselleşmenin tetiklediği “fırsatlara” bağlı olarak da şekillenmektedir. Dolayısıyla diaspora günümüzde artık her alanda hızla gelişen bir olgu olarak hem siyasî hem de toplumsal açıdan görünürlük kazanmaktadır denebilir.

Nihayetinde diasporanın kazandığı yeni anlam Georgiou’nun ifade ettiği gibi:

“Diaspora... kan bağlarıyla belirlenen istikrarlı oluşumlar değil, dağınık nüfuslar ve/veya memleketler boyunca gerçek ve hayali bağlantıları devam ettiren merkezi olmayan kültürel oluşumlardır. Yeniden kavramsallaştırılmış haliyle diaspoaralar; kutsal, kabile toplumuna ait bir anavatanın arayışında olan bozulmamış, zorla ya da mecburiyetten yurdundan uzaklaştırılmış/dağılmış insanların amaç birliğinden ziyade farklı, karma ve heterojen kimlikleri barındıran geçirgen ve sürekli dönüşen sosyal ve kültürel oluşumlar olarak anlaşılır.” (Georgiou, 2007 aktaran Ataman, 2012, s. 53)

Diasporanın bu yeni anlamında gönüllülük, bilinç ve organizasyonun kazandığı önem, onu giderek daha siyasî ve menfî bir zemine çekmiştir. Bu anlamıyla diaspora; hâkim unsurların bilinçli veya bilinçsiz, sistemli veya kendiliğinden gelişen şekilde uyguladıkları ötekileştirme, uzaklaştırma, yalıtma ve asimilasyona varoluşsal bir cevap niteliği taşımaktadır. Diasporada yaşayan göçmenler mesken ülkede kalıcı olmak, orada yaşamak ve kök salmak, mesken ülkenin toplumuna ve yaşantısına entegre olmak iradesindedirler. Ancak söz konusu entegrasyon vizyonu, asimilasyona karşı ve onunla mücadele eden bir çerçevede gelişir. Diaspora içerisinde bir araya gelen göçmenler (gevşek veya sıkı) bir yapı kurmakta, sosyal, siyasal ve ekonomik bir mücadele vermektedirler. Söz konusu eylemsellik ve durumsal değişiklik, zaman içerisinde yaşadıkları ülkenin daha demokratikleşmesine ve küresel anlamda uygarlaşmasına destek veren bir takım siyasal-kültürel etkiler de doğurmaktadır ki bu, diyalojik bir demokrasiyi yaşatabilmek misyonunun başarıya ulaşabilmesi açısından oldukça önemlidir. Böylece kurumsallaşmış kimliği ve farklılıklarla birlik sloganı ile amaç ve vizyonunu görünürleştiren diaspora, siyasetin yalnızca nesnesi değil, aynı zamanda öznesi de olabilmektedir.

Türkiye’nin Diaspora Politikalarının Modern Yaklaşımlar Bağlamında Analizi

Türkiye’nin, diaspora konusunda farkındalığının oluşması ve harekete geçmeye başlaması, diasporanın göçten farklı bir disiplin ve konu olduğu dikkate alındığında, aslında çok da uzun geçmişi olan bir süreç değildir. Türkiye, bir önceki bölümde de görüldüğü şekilde konuya özellikle 2000’li yıllara değin alışageldiği gibi bir göç ve göçmenlik meselesi olarak yaklaşmıştır. Ancak yurt dışında yaşayan insanların mesken ülke toplum yapısı ve ekonomisi içerisinde sınıfsal-statüsel bakımlardan gelişme kat etmeye başlamaları üzerine, yurtdışı Türkler olgusunda göçmenlikten diasporalaşmaya doğru bir bükülme yaşanmaya başlamıştır. Böylece Türkiye de yaşanan değişime tepki vermiş, oluşmaya başlayan yeni durum içerisinde politikalarını revize etmek yönünde bir niyet ortaya koymuştur.

Bu, yurt dışındaki insanların bundan önceki dönemlerde nasıl bir muamele gördükleri ve ne şekilde değerlendirildikleri düşünüldüğünde, oldukça önemli bir adım olarak nitelendirilebilir. Ancak ne var ki açıkladığımız üzere, diaspora ve göç iki ayrı alan, yöntemleri, düşünme biçimleri, kapsamları, etkileri, sebepleri ve sonuçları farklı iki ayrı disiplindir. Bu bağlamda başlangıçta kısaca denebilir ki Türkiye’nin diasporalaşmaya ayak uydurmak amacıyla 2000’li yıllardan itibaren ve fakat özellikle de 2010 yılında Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nın (YTB) kuruluşundan sonra belirlediği politikalar ve ortaya koyduğu uygulamalar, teorik temelin noksanlığından dolayı Ortodoks bir devlet aklının egemenliğindeki göç politikaları ve yaklaşımlarının bir çeşit uzantısı biçiminde gelişmekte ve böylece diaspora olgusu lobicilik mefhumu ile karıştırılmakta, tam olarak idrak edilememektedir.

Bu doğrultuda mevcut diaspora politikamızın göç politikası kalıplarımızın uzantısı olarak devam eden beş temel alan üzerinde yükseldiği söylenebilir. Klasik politikalarımızın devamı olan bu beş alandan “ilki eğitim alanıdır, diğeri din alanıdır, üçüncüsü de çalışma alanıdır,” (Erdoğan, 2014, s. 2) dördüncüsü ekonomi alanı ve beşincisi ise STK’lar alanıdır. Eğitim alanındaki örgütlenmemiz yurt dışına gönderilen öğretmenler ve bu öğretmenleri koordine edecek eğitim ataşeleri kapsamında ortaya çıkmıştır. Yurt dışında Türkçenin öğretilmesi için mesken ülke devletlerince sağlanan boş saatlerde eğitim veya seçmeli ders benzeri yöntemlerle Türkiye kökenli çocuklara dil eğitimi verilmesi amacıyla yurt dışına öğretmenler gönderilmiştir. Bu öğretmenler Türkçenin yanı sıra Türkiye’nin kültürünü, tarihini öğretme görevi de üstlenmişlerdir. Bunun hemen akabinde ise gönderilen öğretmenlerin koordinasyonlarının ve faydalarının artması, eğitime ilişkin sorunların çözümü gibi amaçlarla eğitim ataşeleri görevlendirilmiştir.Bu kapsamda eğitim-öğretim hizmetlerin amacının kültür, dil ve tarih bilgisinin korunumu ve aktarımı, Türkiye’ye bağlılığın ve desteğin korunumu ve aktarımı, Türkiye kökenli toplumun asimilasyonunun önlenmesi ve otantikliğin korunması olduğu ifade edilebilir.Diaspora politikamızda ikinci alan din ataşelerinin kontrolündeki din hizmetleridir. Din ataşelerinin görevleri, yurt dışındaki insanlarımızın dinî gereksinimlerini karşılamak olarak ortaya konmuştur. Öte yandan amaçlara odaklanıldığında ise yurt dışındaki insanlarımızın göçmenlik kültürü içerisinde içine kapandığı bir ortamda Türkiye ile bağlarını korumak, dinî bütünlüklerini, kültürel bütünlüklerini ayakta tutmak ve aslında bir bakıma asimile olmalarını önlemek amacıyla yola çıkıldığı görülmektedir. Yani din ataşeleri daha ziyade dinî gereksinimlerin karşılanması ve toplumsal kodların en önemli belirleyenlerinden olan dinî-kültürel belirlenimleri canlı tutarak asimilasyonu önlemeleri, otantikliği korumaları amacıyla görevlendirilmişlerdir.Diaspora politikamızın bir diğer alanını ise çalışma ataşelerinin kontrolündeki çalışma ve sosyal güvenlik hizmetleri oluşturmaktadır. Çalışma ataşeliklerimiz, diasporanların iş yaşamında karşılaştıkları fizikî, sosyal ve hukukî koşulların iyileştirilmesi, karşılaşılan sıkıntıların aşılması noktasında destek vermektedir. Göç politikalarımızın uzantısı olarak diaspora politikalarımıza sirayet eden diğer iki önemli alan ise ekonomi ve STK’lar alanıdır. Bunlardan ilki olan ekonomi söz konusu olduğunda Türkiye’nin yurt dışında yaşayan girişimci Türkiye kökenlilerle geliştirdiği ilişkiler ön plana çıkmaktadır. Göç ile eşanlı olarak ortaya çıkan ve gelişen ekonomi politikalarımızın temel seyri, tarihsel izlek altında anlattığımız biçimde tek taralı bir aktarım ve hatta sömürü düzeni biçiminde gelişmiş ve anavatanın diaspora üzerinde otoritesi söz konusu olmuştur. Diaspora kavramı gündeme geldikten sonra ise AK Parti ile söz konusu tek taralılık nispeten kırılmış fakat bu kez de eski hasletler olan ekonominin ve iç siyasetin finansmanına bir de yurt dışı yönelimli lobicilik hedelerinin eklenmesi, ekonomi ayağının kapsamını ve çapını genişletmiştir.Bunlara ilaveten yine salt ekonomik bağlamda, yurt dışındaki girişimcilerimizin devlet olarak Türkiye ve Türkiye’deki işadamı, sanayi, ticaret örgütlenmeleri ile olumlu ilişkiler geliştirmeleri, dünya’nın ekonomik kriz yaşadığı bir dönemde mesken ülke-köken ülke atımlı ticarete olumlu katkı yaparak üretim ve kârlılığa etki etmekte, onların önemlerini ve değerlerini hem içeriden hem dışarıdan arttırmaktadır.Ekonomik alanın ardından gelen son alan ise, STK’lar alanıdır. STK’lar, göç politikalarımız içerisinde de önemli yeri olan ve fakat diaspora kavramı ile birlikte yıldızı iyice parlayan bir konudur. STK’ları diaspora politikamızın temel alanlarından biri yapan şey; STK’lara yönelik olarak başlatılan görünür ve yoğun faaliyetlerdir. Yani STK’larla ilişkilerinde Türkiye gizli ve dolaylı müdahaleleri bırakmamakla birlikte, meşru, uzmanlığa dayanan, etkili ve etkin çalışmalar yapmaya da yönelmiştir.

Devletin diaspora politikasını biçimlendirirken benimsediği beş temel nokta bu şekildedir. Ancak bu noktaların açıklanması, devletin yurt dışı Türklerle diaspora politikaları bağlamındaki etkileşimini ve politikaların nasıl belirlendiğini anlamak açısından yeterli değildir.Dolayısıyla bu noktada diaspora politikamızın kaynağına inmek ve onu şekillendiren saikleri gün yüzüne çıkartarak pratiği teorik bağlamla irtibatlandırmak, yurt dışındaki Türkiye kökenlilerin diasporalaşmalarına ve devletin politikalarına dair diğer belirleyenlere de değinmek gerekmektedir.

Türkiye’de diasporaya yönelik politikalar iki ana yaklaşımın etkisi altındadır. İlki devletçi ve tözcü geleneğin klasik yaklaşımları, ikincisi ise ekonomik aktörlerin gündeme getirdiği lobicilik yaklaşımıdır. İlkinde Türkiye devlet olarak diasporaya kendi merkeziyetçi-Kemalist tarihsel-toplumsal okumaları üzerinden yaklaşmakta, buna göre bir yapılanma ve davranış tarzı belirlemektedir. Bu, Türkiye’nin ilk izleri kuruluş safhasında da görülebilecek olan ve temelde demokrasi sorunsalı çerçevesinde irdelenmesi gereken bir durum yaratmaktadır. İkinci yaklaşımdaysa serbest pazar içerisindeki ekonomik aktörler sahip oldukları ekonomik ve siyasal güçle devleti etkilemeye ve kendi istedikleri yöne kanalize etmeye çalışmaktadırlar. Buna göre ekonomik aktörler lobicilik ve ticaret bağlamında ele aldıkları diasporik etkileşimleri, diasporanın tanımlayıcı çerçevesine indirgeyerek oldukça pragmatik hatta yer yer oportünist bir yaklaşım yaratmaktadırlar. Bu yaklaşım içerisinde diasporanın toplumsal ve kültürel gelişim süreçlerinin özgünlüğü ikinci plana itilmekte ve diasporizasyon aktif olarak şekillendirilmeye çalışılmaktadır.

Bunlara ilaveten Türkiye’nin devlet olarak her şeyden önce diaspora politikaları oluşturmak için herhangi bir kılavuzunun bulunmuyor olması, en temel sorun noktasını teşkil etmektedir. Türkiye’nin diasporasına yönelik olarak oluşturduğu veya görev tanımının kapsamı dolayısıyla sorumluluk verdiği tüm kurum, kuruluş ve kişiler plan ve faaliyetlerinde deneyimleyerek farkına vardıkları sorunlar ve tarihsel önyargılar üzerinden hareket etmektedir. Nitekim bir örnek olarak YTB’nin organize ettiği sivil toplum inşasına yönelik organizasyonların, esasen devletin yurt dışında görmeyi arzuladığı sivil toplum tipinin diasporaya empoze edilmesi olduğu söylenebilir. YTB’ninbu türden faaliyetleri modern yaklaşımlar bağlamında ancak köken ülke otoritesini akışkan ve aşkın hale getirmenin bir yöntemi olabilir. Diasporanın ne’liğine ve nasıl’lığına karar ve yön verecek olan Türkiye olmamalıdır. Bu, yani diasporanın ne olacağı, nasıl olacağı vs. diasporanın zamanla ve kendi belirlenimleri içerisinde kendiliğinden doğacak, gelişecek ve rayına oturacak süreçlere işaret etmektedir.

Tabii bu noktada Türkiye’nin diasporası ile yaşadığı ve onlara yaşattığı en büyük sıkıntıların, öncelikle yaşadığı demokrasi sorunlarına, Kemalist-militarist-otoriter devlet yapısına, militaristleşmiş toplumsal zihniyetine ve kuruluş aşamasına dayanan modernizme içkin varoluşsal eksikliklerine dayandığı söylenebilir.

“Osmanlı döneminde temelleri atılan modernleşme, Batı’dakinin aksine, ekonomik gelişmelerden değil, siyasî gelişmelerden kaynaklanmıştır. Üstelik yine Batı’dakinin aksine Türkiye’deki modernleşme aşağıdan yukarıya doğru, yani toplumsal alandan siyasî alana doğru değil, merkez olan siyasî alandan çevre olan toplumsal alana doğru inşa edilmiştir.” (Kahraman, 2008 aktaran Baştürk, 2011, s. 57)

Türkiye gibi ulus devletin modernizm bağlamındaki inşasının gerekli sınıfsal ve teknolojik dinamiklerini taşımayan ülkelerde iktidar, merkezdeki güçlerin etkisi ile tepeden yapılandırılmakta ve ortaya otokratik yönetim biçimleri çıkmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de iktidar, çerçevesi ve niteliği taban tarafından belirlenmiş ve yine taban tarafından yapılandırılmış bir araç olmak yerine, tabanın üzerinde konumlanmış, onu tayin ve tanzim eden merkeziyetçi bir yapı ve amaç olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim açıkladığımız belirlenim içerisinde Türkiye’nin demokratik sisteminin ve kültürünün, modernizmin belirlenimleri doğrultusunda ortaya çıkan militarist bir çerçeve ile sınırlı kalması, Türkiye’nin toplumsal ve kurumsal açıdan tayin ve tanziminin askerî ve bürokratik bir elit-merkez tarafından yapılmasıyla iyiden iyiye kanıksanmıştır. Ki bunun sebebi de, Murat Belge’nin (2012, s. 149-156-164) deeserinde uzun uzun açıkladığı üzere; Türkiye gibi zamanının III. Dünya Ülkesi konumundaki ülkelerde var olan orta sınıf yoksunluğunun, sahip olduğu toplumsal biçimlendirme ve toplumsal organizasyon yeterliliği nedeni ile askerî bürokratik elitlerle yamanmaya çalışılmasıdır. Dolayısıyla modernizmin zihin haritalarından ve yaşam pratiklerinden uzak bir Türkiye’de devletin sosyal mühendislik düşüncesi ile hareket etmesi, “kültürümüzün ahengi ve etkinliği bozar diye katılmayı reddetmeye yatkın hiyerarşik nitelikte” (Sarıbay, 2000, s. 48) olduğu da dikkate alındığında, toplumun bazı kesimlerinin hızla merkez dışına itilmesini kaçınılmaz kılmıştır.

Ancak öte yandan bugün içerisinde yaşadığımız dönüşüm yüzyılında Türkiye’nin de küresel ve bölgesel konjonktür gereği devlet yapısı ve demokrasi anlayışında gerçekleştirmek zorunda olduğu reformlar ve değişimler, diaspora konusunda da hızla uzun mesafeler alınmasını sağlayabilecek fırsatlar doğurmaktadır. Bu bakımdan bilhassa Kürt sorununun çözümlenmesi,dinî ve mezhepsel azınlıklara talep ettikleri demokratik hakların demokratik toplum anlayışı çerçevesinde verilmesi, siyaseten iktidara muhalif kesimlerin siyasî ve toplumsal alanlarda ötekileştirilmemesi, yeni sterilizasyon politikaları ve antagonistik toplum mühendisliği projelerinden uzak durulması sözü edilen fırsatların somut uygulama alanları olarak belirginleşmektedir. Fakat devletin politika ve uygulamaları farklı bir yön benimsendiğini göstermektedir. Bu anlamda diaspora içerisinde eski merkezlerin hızla çeperlere itilirken çeperlerde yer alan kesimlerin yeni merkez olarak konumlandırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu durum iki uç, yani diasporanın yeni merkezi ile Türkiye devleti arasındaki siyasî ve ekonomik bağlaşıkların etik ve etik dışı şekillerde giderek artmasına ve diasporizasyonun tam da devletin en başından beri arzu ettiği gibi, Türkiye’nin emrindeki bir enstrümana dönüşmesine yol açmaktadır. Burada devletin stratejisi daha da güçlenmek için yurt dışındaki desteği arkasına almak, bu amaçla da yarattığı yeni merkezi güç halesi içerisine çekerek ekonomik ve siyasî bakımdan desteklemektir. Bu elbette AK Parti’ye has bir tutum değildir. Devrimin kurduğu teritoryel alanı tüm boyutlarıyla yeniden tanzim etmesinin doğurduğu sancıların daha sonra asker idaresi vesayeti altında zirve yapan bir ötekileştirme ve sterilizayon halini alması, tabandaki toplumsal kesimlerde biriken tepkinin siyaset içerisinde tarihsel bir “davaya” dönüşmesine yol açmıştır.

Türkiye’de ifade ve temsil olanakları kısıtlanan ve bastırılan gruplar için bir tür kurtuluş olan göç ve diaspora, siyasetin ideolojik zeminini besleyen, ekonomik finansmanını sağlayan bir tür yeni güç olarak belirmiştir. Bu, tabii ki devletin gözetimi ve izni ölçüsünde gerçekleşmiştir. Zira devlet içerideki otoritesini ve gücünü koruyabilmek için ancak beslediği kadar güçlü olabilecek bir “düşmana” ihtiyaç duymuştur. Fakat ne var ki iktidar rüzgârlarının yön değiştirmesi ile birlikte devletin olanaklarına erişim sağlamayı da başaran diasporanın muhafazakâr ve sağ tandanslı kesimleri, sahip oldukları potansiyelleri hızla somutlaştırmaya ve iktidar gücünü beslemeye başlamışlardır. Yani bir bakıma diasporanın (özellikle de Avrupa’daki diasporanın) yeni merkezinin genel niteliği ile iktidarın genel niteliği örtüşmeye başlamış ve diaspora ile Türkiye arasında simbiyotik bir ilişki biçimi doğmuştur. Lakin iktidarın giderek güçlenmesi ve modernist yönetim biçimlerinin ve ideolojilerin çözülmeye başladığı bir dönemde yeniden antagonistik bir iktidar ve bunun üzerinden gerçekleştirilecek bir toplumsal mühendislik projesine yönelmesi, diaspora için de Türkiye toplumu için de yıkıcı olacaktır. Dolayısıyla Türk diasporasının sağlıklı bir kendinden inşa süreci geçirebilmesi için en önemli gereksinim; devletin normalleşmesi, demokratikleşmenin sağlanması ve diaspora üzerindeki angajmandan vazgeçilmesidir.

Devletin normalleşmesi ve demokratikleşme, devlet ve toplum hafızasına hâkim yargıların değişmesine bağlı olduğundan bu konudaki ilerlemelerin zaman alacağı açıktır. Ancak bunun dışında da devlet politikaları odaklı olarak atılabilecek bazı adımlar bulunmaktadır. Çalışmamız içerisindeki son başlıkta uzun uzun açıklamaya çalıştığımız bu adımların özü; destekleyici, teşvik edici objektif, şefaf, adil ve açık bir devleti vurgulamaktadır. Bu temel öğeler etrafında politikalarını ve kurumlarını yeniden düzenleyecek bir devlet, diasporanın gelişmesine de en büyük katkılardan birini vermiş olacaktır. Hatta bu sayede tözcü nedenlerle aşılması zaman alacak durumların yarattığı kimi sorunlar da başkaca politikalar ve mekanizmalar yoluyla aşılabilir. Burada objektilik, şefalık, adalet ve açıklık gibi temel ilkeleri gündeme getiren güdülenme, diasporanın mesken ülke içerisinde varacağı en gelişmiş noktanın yine ancak diasporanın kendi doğal gelişimi ile ortaya konacak olmasıdır.Bu ‘laissezfaire’ anlayışından ziyade sağlıklı ve güçlü bir diasporanın ortaya çıkabilmesinin en iyi yolunun mesken ülkenin yaşam şartlarını birebir deneyimleyen, köken ülke ile bağları tarihselliği içerisinde değerlendirebilen ve mesken-köken dengesini en iyi yorumlayabilen unsur olarak diasporanın kendi kendisini inşasıdır. Oysa gelişimine müdahale edilmiş bir diasporanın tutum ve davranışlarının öngörülebilmesi veya eyleme geçmesindeki saikleri ile toplumsal yapısının gerçekliğinin objektif bir şekilde açıklanabilmesi çok da mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla bu tür bir diaspora devlet açısından da planların ve stratejilerin gerçekleştirilmesinde güçlü bir “partner” olmaktan uzak,konjonktür ve siyasal dalgalanmaların yarattığı öngörülemezliği nedeniyle güvenilmez, paradoksal bir araç haline gelecektir.

Türkiye’de bugün iktidarda olan muhafazakâr anlayışın, tarihsel olarak modernizmin yerel pratiği olan Kemalizm’e karşı olarak yapılanmış ve bu antagonizma içerisinde onunla eşanlı ve karşılıklı etkileşim içerisinde biçimlenmiş olması (modernizmin antagonistik yapısı uyarınca), varoluşsal olarak onun da modernizmin ve Kemalizm’in izlerini taşıyan bir muhteviyata sahip olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Ayrıca yine buna ilaveten muhafazakâr anlayış cumhuriyetle birlikte -siyasette zaman zaman iktidarda yer alsa da- öteki ve baskılanan olarak konumlandırılmış, dolayısıyla da baskı altında olan ötekinin sesi olarak sürekli iktidara yönelik olarak biçimlenmiştir. Fakat bugün iktidardadır ve bu nedenle artık felsefî, entelektüel argümanları sönümlenmiştir. Nitekim bize göre, bugünün Türkiye’sinde “iktidarda” bulunan muhafazakârlığın en büyük sorunu da budur. Bugün iktidarda olan AK Parti, muhafazakâr düşüncenin tarihsel amaçları ve hedelerinin gerçekleştiği başarı nesnesi olarak somutlaşmıştır. Bu açıdan muhafazakâr düşüncenin yeni konjonktür içerisinde temelini teşkil etmesi gereken felsefî ve entelektüel havuz, nicelik ve nitelik bakımından son derece yetersiz olan politikleşmiş aydınlar (Sarıbay, 2000, s.147-149) (yani Sarıbay’ın deyimiyle sorgulayıp yeni bilgi üretmeyen ve yalnızca bilgi aktarımı yapan ve söylem üreten aydınlar)ve etkinliği ve etkililiği yeterli olmayan az sayıdaki akademisyen tarafından doldurulmaktadır.

Dolayısıyla bugün Ak Parti, politikaları ve icraatlarıyla muhafazakâr pratiğin muhafazakâr felsefenin ve düşüncenin önüne geçtiği ters bir sürece işaret etmektedir. Tarihsel bağlamda pratiğin teorinin önünde gitmesi siyasî ve toplumsal alanın uzun süre kaldıramayacağı bir şeydir. Nitekim bu noktada AK Parti, yaşanan teorik yoksunluktan dolayı başlangıçtaki idealist çizgisinden giderek realist bir çizgiye kaymaya başlamış, var olan felsefî ve entelektüel eksikliğini eski Dışişleri Bakanı ve mevcut hükümetin Başbakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik isimli kitabında ortaya konan vizyon ile doldurmaya çalışmıştır. Ancak bu noktada post-modern, ulus-aşırı ve çok kutuplu bir dünyada modernist bir realizm projesi izlenimi doğuran bu stratejik vizyon projesi, alışılageldik realist söyleme neo-muhafazakâr bir dinamizm kazandırmamasının yanında iktidarın ihtiyaç duyduğu felsefî/entelektüel yoksunluğun yerini doldurmaktan uzak görünmektedir.

İşte iktidarın yaşadığı bu ontolojik sıkıntı piyasa aktörlerinin de etkilemesiyle son derece pragmatik bir bağlam yaratmakta ve diasporayı kontrol edilebilir bir yapıya yönelik düşüncelerin kapsamına hapsetmektedir. Zira “eskiyi” sonlandırmak ve “restorasyon” yapmak iddiasında olan iktidarın dağarcığında yeni bir felsefî temel, yeni bir teorik zemin bulunmamaktadır. Dolayısıyla benimsenmiş olan bu kontrolcü-tahakkümcü çizgi, lobicilik çizgisine yakın bir çizgidir ve gerçekten de piyasa tarafından destek görmektedir. Piyasa, diasporanınsahip olduğu bağlantıların devlet tarafından desteklenmesi ve güçlendirilmesi ile daha fazla pazar yaratmak, daha fazla iş fırsatı yakalamak itkisiyle hareket etmektedir ve bu, alışıldık iktidar ilişkilerinin devamını sağlayacağından oldukça avantajlıdır. Söz konusu durum, devletin inşasındaki sermaye bağlarına ışık tutmasının yanında, otoriter devletin hedeleriyle de uyum sağlamaktadır. Bu nedenle diasporayı lobicilik ekseninde gören tüm yaklaşımlarda oportünist ve biçimlendirici tutumlar egemendir ve diasporanın varoluşsal nitelikteki en temel toplumsal, siyasî, kültürel bağlamları ikinci plana atılmaktadır. Diasporanın bu trendi en az kayıpla atlatmasının yolu, devletin kendi uzun vadeli menfaatleri için diasporanın ne’liğine ve nasıl’lığına ışık tutacak bilimsel ve objektif bir çalışma başlatmasıdır. Zira bir yaklaşım tarzı benimsemek ve politikalar oluşturmak noktasında farklı çıkar ilişkileri, partizanlık, devletçilik gibi güdüler nedeniyle manipüle edilmiş verileri esas almak, devletin üzerinde durduğu zeminin de kaymasına yol açacaktır.

Diaspora Politikalarına İlişkin Temel Öneriler

Buraya kadar anlatılanlar ışığında sağlıklı bir diasporizasyonu mümkün kılabilmek için en temel adımların devletin demokratikleşmeye yönelik olarak atacağı adımlar olduğu açıktır. Fakat bununla birlikte sağlıklı bir diasporizasyona katkı sağlamak için devletin diasporaya yönelik demokratikleşme dışında da atabileceği bir takım adımlar, değiştirmesi gereken bazı politikalar, yaklaşımlar ve uygulamalar bulunmaktadır. Diaporizasyonun demokratikleşme ile olan eşanlılığı ve diasporizasyon konusunda yaşanan sıkıntılar dikkate alınarak, pratik ve politik bağlamda şu öneriler getirilebilir:

1-Türkiye’nin devlet olarak diasporaya ilişkin ivedilikle ele alması gereken ilk nokta; diasporanın ne’liğine ve nasıl’lığına ilişkindir. Önceki başlıklarda açıklamaya çalıştığımız üzere Türkiye’nin diasporaya bakışı ve yaklaşımları temelde iki ana koldan beslenmektedir. Bunlardan ilki, “devlet aklı” olgusu çerçevesinde ortaya çıkan kontrol edilebilir, araçsallaştırılmış, tözcü ve kapalı bir yapıya işaret eden, göçmenlik kavramını aşamamış klasik diaspora anlayışı; ikincisi ise, üretim ve finans güçlerince manipüle edilen ve lobicilik ile diasporayı aynılaştırarak sunan pragmatik hatta bazı örneklerinde oportünist anlayıştır. Bu bakımdan Türkiye devleti acilen diasporayı klasik ve modern bakış açılarının farklarını yansıtacak biçimde açımlayabilecek, diaspora konusunda bir yaklaşım, genel bir politik çizgi belirlenmesine kaynaklık edebilecek yeterlilikte bir çalışma hazırlatmalıdır.

2-İkinci önerimiz; devletin ilgili tüm birimlerinin yetkili kişileri, diaspora konusunda devlet adına çalışanları objektif ve dürüst çalışma konusunda uyarması ve teşvik etmesidir. Zira çalışanların partizanlık, devletçilik ve sair nedenlerle oto-sansür uygulaması, verileri manipüle etmesi, çalışmalarında gerçek sonuçları ve yorumları ortaya koymaktan imtina etmeleri devlet olarak Türkiye’nin diasporayı olduğundan daha da yanlış değerlendirmesine ve tamamen kaybetmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla devletin doğru bir yaklaşım benimseyebilmesi ve doğru bir politika ortaya koyabilmesinin yegâne yolu, hoşa giden yahut gitmeyen gerçek verilere ve analizlere muhtaç olduğundan, gerçeklerin göz ardı veya örtbas edilmeyeceği bir çalışma iklimi sağlanması şarttır. Ayrıca yine kurumsal-kişisel ego çatışmalarının yaşanmaması, çalışma verimliliği sağlanması ve güvenilir sonuçlar elde edilebilmesi için dikeyden ziyade yatay örgütlenme biçimleri tercih edilmeli (nitekim YTB örneğindeki gibi örgütlenme modelleri merkezin hiyerarşisini ve otoritesini yerleştiren, kurumlar içerisinde kişileri güçlendiren ve önceleyen dikey modellerdir), liyakat esas olmalı, mümkün olduğunca merkezin ve bürokratik hiyerarşinin, diasporik çalışmaların kurumsal sınırlarını aşındırması önlenmelidir.

3-Üçüncü öneri olarak; Türkiye’nin yurt dışı misyonlarındaki görevlilerinin niteliklerini ve niceliklerini artırması, yeni politikaları ve planları doğrultusunda ihtiyaca göre yeni birimler oluşturması, kültürel ve düşünsel propagandanın yanı sıra diaspora ile etkileşimi de kuvvetlendirecek kurumlar, ofisler-irtibat noktaları, mekanizmalar dizayn etmesi gerekmektedir denebilir. Şu an için diasporaya propaganda sekreterliği gibi çalışan YTB ve Yunus Emre Kültür Enstitüleri, yeniden belirlenecek politikalar bağlamında buna benzer oluşumlara örnek teşkil edebilir.

4-Dördüncü adım olarak; Türkiye’nin diasporik etkinliğin ve etkililiğin yüksek olduğu ülkelerdeki akademilerde, Türkiye araştırmaları ve Türk Dili üzerine kürsüler kurulması, bölümler, programlar ve dersler açılması araştırmalar yapılması için politik, bürokratik ve akademik kanallarını devreye sokması; söz konusu ülkenin entelijansiyasının Türkiye ve diaspora temalı çalışmalar yapması için teşvik faaliyetlerinde bulunması; sergi, festival, panayır, sempozyum, seminer, konferans gibi etkinlikler organize etmesi veya edenlere destek olması; sinema, resim, fotoğraf, kitap, dergi, rapor vb. sanatsal ve düşünsel çalışmalara destek vermesi, bunları organize etmesi; ödüller ve yarışmalar düzenlemesi; özel günler, kokteyller tertip etmesi; sosyal akışın yoğun olduğu kamusal mekânlara görünürlüğü olan ve Türkiye ve diasporasına yönelik olumlu düşünce ve hisler geliştirilmesini sağlayacak eserler kazandırması, ilanlar ve reklamlar koydurması; gerekirse tüm bunlar için fonlar oluşturması ve finansal kaynak yaratması, hedefteki mesken ülkenin sanatsal, düşünsel ve kamusal yaşamına yönelik görünürlüğü olan, farkındalık ve fark yaratabilecek faaliyetlerde bulunması gereklidir denebilir.

5-Beşinci olarak; doğrudan diasporik faaliyetlerin, derneklerin, örgütlerin, kişilerin kendilerine ya da diasporaya ve devletin diaspora politikalarına katkı ve destek sağlayan kişi veya oluşumlara finansal ve manevi bakımlardan destek sağlaması gereği sayılabilir. Ancak her türlü devlet biriminin söz konusu kapsam dâhilinde gerçekleştireceği finansal veya manevi destekler şefaf normlara dayalı olmalı, bunlara ilişkin bilgiler kolay ulaşılabilir ve araştırılabilir kılınmalıdır.

6-Altıncı olarak; bir önceki öneri ile ilişkili şekilde, yurtdışındaki saygın üniversitelerde diaspora konusunda öğrenim görmek isteyenlere veya yine bu kabilden üniversitelerde ya da ülkelerde diaspora alanında araştırma yapmak isteyenlere burs ve kredi olanakları sağlama gereği söylenebilir. Yine buna ilaveten Türkiye’de de (Oxford Üniversitesi’nde olduğu gibi) göçten ayrı, alanında önemli bilim insanlarını bünyesinde toparlayabilecek bir veya birkaç bölüm ya da en azından ileri gelen üniversitelerde yüksek lisans-doktora düzeyinde program açılması gerekmektedir. Öte yandan açılacak bölümlerin veya programların teşvik edici burs, araştırma ve kariyer olanakları sunması,bu bölüm ya da programlarda yalnızca Türk diasporası araştırmalarına yönelinmemesi, dünyadaki tüm diasporaların kapsama alındığı, çağın bilimsel koşullarına ve gereklerine uygun inter-disipliner bir eğitim felsefesi ve yöntemi benimsenmesi de Türkiye’nin diaspora araştırmaları ve devlet politikaları açısından oldukça önemlidir.

7-Yedinci önerimiz; devletin diasporaya ilişkin politika ve faaliyetlerinin objektif, adil ve şefaf olmasıdır. Bu üç kriter devletin (devlet yönetiminde tutarlılık ve devamlılık prensibi gereği) hükümetlerle birlikte değişmeyecek mantıklı ve kabul edilebilir bir çizgi izlemesi, demokratikleşmesi ve aynı zamanda da diaspora ile sağlıklı bir etkileşim kurabilmesi açısından oldukça önemlidir.

8-Sekizinci önerimiz; devletin diaspora üzerindeki yarım asırlık tahakkümünden vazgeçmesidir. Türkiye’nin diaspora fakat özellikle de Avrupa diasporası üzerinde yarattığı angajman ve otorite, diasporanın gelişimini son derece olumsuz etkilemektedir. Devlet yönlü rüzgarların etkisi ile biçimlenen diaspora, modern bir çizgiye oturma arzu ve hevesi gösterse de, pek çok noktada devletin belirlenimleri ve stratejilerinin dışına çıkmak hususunda zorlanmaktadır. Bu noktada bilhassa entelektüel çekirdeği oluşturan kesimlerle yaşanan ihtilalar ve pek çok kesimin diaspora kapsamı içerisinde kıymetlendirilmemesi de diasporaya zarar vermektedir.

9-Dokuzuncu olarak; bir önceki madde ile ilişkili biçimde devletin Diyanet İşleri, DTİB-Diyanet Vakıları, YTB, ataşelikler, müşavirlikler gibisinden toplumsal yapıyı biçimlendirmeye, kategorize etmeye, katmanlaştırmaya ve dikeyleştirmeye yarayan araçlarının bir kısmını yeniden programlaması, bir kısmını ise alandan tamamen çekmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda bilhassa kültürel ve toplumsal yaşama yönelik etkileri olan kurumların Ankara merkezli politikaların pedagojisini ve manipülasyonunu yapmayı acilen bırakması gerekmektedir.

10-Onuncu önerimiz YTB bünyesinde oluşturulan danışma kurullarının, devlet aklının ve devlet iktidarının yeni bölüşüm içerisinde de korunmasına hizmet ettiğinden, kaldırılmasıdır. Diaspora içerisinden ve devlet içerisindeki kurumlardan gelen insanların aynı masa etrafında bir fikir teatisine girmesi, uzlaşma araması veya politika ve stratejiler belirlemesi kulağa hoş gelmesine karşın aslında devletin dolaylı yollardan diaspora için liderlik tayin etme ve tayin edilmiş liderler aracılığıyla da diasporayı kontrol altında tutma arayışı olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla YTB bünyesindeki albenisi olan danışma kurulları vb. de esasen diasporayı içten içe kemirmekten ve onun özgünlüğünü, kendi gelişim çizgisini ve kendi belirlenimlerini sekteye uğratmaktan öte bir işleve sahip olmayacak, devletin panopticon mimarisini diasporik düzlemdeki yeni paylaşım kavgasına taşıyacaktır.

11-On birinci olarak; yetki çakışması sorununa çözüm getirilmesi gereği ifade edilebilir. Yurt dışında görev ve sorumluluk alan YTB, Yunus Emre Kültür Enstitüleri gibi kurumlar; kendi özgün kararlarını vermek, politikalar oluşturmak, planlar yapmak noktasında Ankara’ya göbeğinden bağlı durumdadır. Aldıkları kararlar ve faaliyetler zaten hiçbir şekilde Ankara’nın tezlerine ve bakış açılarına aykırı olamayacağı gibi Ankara’dan onay almadan harekete geçme şansları da yoktur. Yurt dışı odaklı faaliyet gösteren birimler bu konuda oldukça dertlidir. Nitekim bu konuda son olarak Berlin Yunus Emre Enstitüsü’nün yeni başkanı Prof. Dr. Faruk Akyol, Radikal gazetesinden Müge Akgün’le yaptığı röportajda bu konuya açıkça değinmektedir (Akyol’dan 2014aktaran Akgün, 2014). Gerek Kültür Bakanlığı, gerek Dışişleri Bakanlığı, gerek Çalışma Bakanlığı, gerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vd. yurt dışı odaklı olarak görev yapan kurum ve kuruluşların kendi özgür politikalarını ve planlarını ortaya koymasına müsaade etmemektedir. Bu noktada sıkıntının ana kaynağı, Ankara’nın, otoritesini paylaşmak istememesi ve kendi belirlediği çizginin harfiyen uygulanması arzusu doğrultusunda yaşadığı güvensizliktir.

Buraya kadar saydığımız on bir madde, bizim çalışmamız neticesinde parmak basmak istediğimiz temel noktaları ortaya koymaktadır. Yaptığımız tespitler ve getirdiğimiz öneriler, çalışmamızın izleği ve ruhu bağlamındaki ana hususlara odaklanmakta, teorik düzeydeki temel sorunlara ışık tutmakta, alt-yapının önemine vurgu yapmaktadır. Çalışmamız devlet politikalarını mesele edinmesinden dolayı tespit ve önerilerimiz devlete yönelik bir değerlendirme çerçevesiyle sınırlandırılmıştır.

Sonuç

Sonuç olarak tüm açıklananlar ışığında, diasporizasyon sürecinin devlet tarafından yanlış anlaşıldığı ifade edilebilir. Zira Türkiye açısından diaspora bir koz, bir araç, bir çeşit etki ajanı olarak değerlendirilmektedir. Oysa çalışmamızın temel bakış açısını oluşturan modern diaspora yaklaşımları bunun tam tersi bir izlek çizmektedir.

Bu bağlamda Türkiye’nin diaspora algısında ve mevcut politikalarında belirginleşen birkaç temel dayanak noktası, birkaç yöntem, düzlem ve releks bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin toplumsalı sindirmek üzerine kurgulanmış otoriter devlet anlayışının diaspora konusuna da kendi demokrasi sorunsalının sınırları çerçevesince yaklaştığı, tahakkümcü, obez bir merkez etrafında mekanize, memur bir diasporik yapı inşa etmeye çalıştığı görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye devletinin kimi uygulamaları, hedeleri ve görünümleriyle modern diasporayı çağrıştırsa da esas itibarıyla tözcü, klasik bir diaspora anlayışında ısrar ettiği söylenebilir. Ancak elbette ki diaspora toplumsal bir oluşum, organik bir yapı olduğundan değişimlerden etkilenmemesi ve devletin (hem mesken hem köken ülke devletinin) otoritesini sorgulanır kılan bir iklime ulaşmaması mümkün değildir. Bu değişim ve dönüşüm bir bakıma devlet için de elzemdir. Zira ulus-aşırılaşma ve küreselleşmenin artan etkisi ve diasporizasyonun, toplumsalın tanımına getirdiği yeni yorum ve vizyon, devletin de ontolojik menfaatleri açısından icabet etmesi gereken bir akış yaratmaktadır. Bu bağlamda modern karakterli bir Türk diasporasının inşası için devletin bazı hasletlerini ve politikalarını gözden geçirmesi, yeni bir başlangıç yapması gerektiği söylenebilir.Bu açıdan çalışmamız, günümüzde yanlış anlaşıldığı açık olan diaspora konusunu açıklamak ve Türkiye’nin pratikteki yanlışlıklarını tespit ederek devlet odaklı bir takım öneriler getirmeye çalışmıştır.

Kaynakça

Akgün, M. (2014,28Ağustos). Almanya’daki üç milyon Türkiye kökenlinin bir münevver kesimi yok [Faruk Akyol ile yapılan röportaj]. Radikal. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/muge_akgun/almanyadaki_uc_milyon_turkiye_kokenlinin_bir_munevver_ kesimi_yok-1209380 adresinden 20.08.2014 tarihinde edinilmiştir.
Alinia, M. (2007). Diaspora mekânları: Kürt kimlikleri öteki olma deneyimleri ve aidiyet politikaları (çev. F. Adsay). İstanbul: Avesta Yayınları.
Ataman, B. (2012). Kozmopolitan hayatlar-diasporik kimlikler. İstanbul: Libra Kitapçılık ve Yayıncılık.
Baştürk, E. (2011). Demokratik devletin gerekleri ve Türkiye. Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 16, Sayı 61-62, 49-61.
Belge, M. (2012). Militarist modernleşme: Almanya-Japonya-Türkiye. İstanbul: İletişim Yayınları.
Butler, K. (2001, October2). Definingdiaspora: Refining a discourse. Diaspora: A Journal of Transnational Studies. Retrieved
March16, 2011, fromhttp://sites.middlebury.edu/nydiasporaworkshop/files/2011/04/Defining-Diaspora1.pdf
Cohen, R. (1997). Global diasporas: An introduction. London: UCL Press.
Erdoğan, Murat (2014) Türk Diasporası ve Türkiye devletinin diaspora politikaları konulu mülakat kaydı, Görüşme günü: 09.04.2014, Görüşme saati: 14.00/15.10, Görüşme yer: Hacettepe Üniversitesi/ Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi/Doç. Dr. Murat Erdoğan’ın odası
Faist, T. (2010). Diaspora and transnationalism: What kind of dance partners? In R. Bauböck, &T. Faist (Eds.), Diaspora and transnationalism: Concepts, theories and methods (pp. 9-35). Amsterdam: Amsterdam University Press.
Laguerre, M. S. (2006). Diaspora-politics and globalization. New York: Palgrave Macmillan
Reis, M. (2004).Theorizing diaspora: Perspectives on “classical” and “contemporary” diaspora. IOM International Migration, 42, 41-60. Retrieved January 24, 2012, fromhttp://www.polsci.chula.ac.th/jakkrit/anthro/Borderland_files/Theorizing%20 Diaspora.pdf
Sarıbay, A. Y. (2000). Kamusal alan, diyalojik demokrasi, sivil itiraz. İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.
Tölölyan, K. (2012). Diaspora studies: Past, present and promise. Internaional Migration Institute/ University of Oxford/ Diasporas Programme, Working Papers-Paper 55, April.

Kaynak: www.academia.edu/

Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks