
Michael Khodarkovsky**
Çev. Furkan Özkan
Güzel, ihtiyar Rusya! Gerçekten de Avrupa’ya
aitsin! Her zaman cografyacıların bir hata
yaptığını düşünmüşümdür! (ALEKSANDR PUŞKIN
[Susan Layton’ın Russian Literature and Empire:
Conquest of the Caucasus from Pushkin to
Tolstoy [Cambridge, 1994, s. 86] adlı kitabından
alınmıştır)
Kuzey Kafkasya’nın 1820’lerdeki askeri fethinden önce bölgedeki Rus kolonileştirme anlayışına makul bir şüpheyle yaklaşılabilir. Aslında, Rusya’nın emperyal genişlemesi ile kolonyal deneyimi, odağı belli ve yeniden değerlendirme çalışmalarının nesnesi olacak ve kapsamlı kolonyal çalışmalara dâhil edilecek kadar hızla meydana gelmedi. Daha erken tarihli kaynakların yetersizliği ve sonraki yüzyılların, bugünkü durumla daha kapsamlı bir ilgisi olduğuna dair doğrulanması her zaman mümkün olmayan bir varsayım nedeniyle, erken Rusya İmparatorluğu’nu ilgilendiren konular, Rus emperyalizmiyle ilgili 19. ve 20. yüzyıllarda yapılan daha büyük çalışmalarda sınıflandırıldı.1
Kafkasya’da, kuzeyde ve doğuda Rus yayılmacılığının 19. yüzyıldan önce genellikle rastgele, hazırlıksız ve kontrolsüz şekilde gerçekleştiği yaygın bir kanıdır. Bu dönem boyunca kolonileştirme politikaları ve motivasyonu farklılık gösterse de, bu makalede ortaya koymak istediğim şey Rus yönetiminin, bölgeyi kasıtlı ve tutarlı şekilde kolonileştirmesidir. Bununla birlikte, Rusya’nın Kafkasya’daki deneyimlerinin güney ve güneydoğu sınır hatları boyunca uzanan diğer bölgelerdeki koloni girişimleriyle benzer yönlerinin olduğunu ileri sürmek için elimizde yeterince kanıt vardır. Rusya’nın kolonileştirme modelinin daha ayrıntılı ele alınması ise bir başka çalışmanın konusudur.2
Daha en başından Moskova’nın Kuzey Kafkasya’daki hedefi öncelikli olarak jeopolitikti. Rus çarı Kazan’ı ve Astrahan’ı fethettikten sonra, bu topraklarda önceden hüküm sürmüş Altın Orda hükümdarının rolünü benimsedi. Bunun ardından, Sibirya ve Kuzey Kafkasya’da bulunan çok sayıdaki yerel unsur, ticari ve askeri ittifak kurma umuduyla Moskova’ya temsilcilerini gönderdi. Örneğin, Kabardey Prensi Temruk 1557 yılında Moskova’ya böyle bir diplomatik heyet gönderdi. Sonraki yıllarda Temruk’un kızı IV. İvan’ın ikinci eşi olacaktı. İvan, Temruk’un emrine, bir Rus subayı komutasında beş yüz kişilik bir müfreze gönderdi. Rusya, bölgedeki yerel halkla yüzyıllar boyunca kuracağı ilişki çerçevesinde, küçük farklılıklarla da olsa böyle hamleler yapmaya devam etti. Bu müfrezenin amacı Temruk’un Kabardey’deki rakiplerine üstünlük sağlamasına yardımcı olmak ve Temruk’u hem Kırım hanından hem de Dağıstan şamhalından (Kumukların yönetici lideri) korumaktı. Temruk birkaç yıl içinde Rus ordusuna bel bağlamanın kaçınılmaz olduğunu anladı ve kendini koruma altına almak için Terek nehri kıyısına bir kale inşa edilmesini talep etti. Bu talepten kısa süre sonra Terek kalesini (Terki, Terskiy Gorodok) kurmak üzere Astrahan’dan top ve tüfeklerle bir Rus birliği yola çıktı.3
Terek kalesi, bugünkü Dağıstan’ın kuzeyinde, Kuzey Kafkasya’nın kuzeydoğu ucunda kuruldu. Rusya’nın bölgede sonradan gittikçe artan genişlemesi 1560’larda işte bu noktada başladı. 1800’e gelindiğinde Kuzey Kafkasya ovasının büyük bölümü Rusya İmparatorluğu’nun sınırlarına dahil olmuştu. Hazar’dan Karadeniz’e kadar uzanan müstahkem kale ağı, Rus yerleşimcilerin istila ettiği ovalar ile yerli halkın yaşamaya devam ettiği dağ eteklerini ve dağları, keskin hatlarla birbirinden ayırıyordu.
Bu makalede, 16. yüzyılda uzak bir sınır hattıyken, 18. yüzyıla gelindiğinde Rusya İmparatorluğu’nun sınır bölgesine dönüşen Kuzey Kafkasya’nın içinden geçtiği sürecin bazı yönlerini ele alacağım. Yerli halkın “hızla kontrol altına alındığı, yeniden iskân edildiği ve büyük kısmının yok edildiği”4 Kuzey Amerika’nın aksine, Kuzey Kafkasya’nın ilhakı uzun ve zahmetli bir süreç oldu. Moskova’daki kaynakların yetersizliği, çorak bozkırlardaki ve engebeli dağlardaki yerleşime uygun olmayan topraklar, Müslüman din adamlarının teşvik ettiği ve komşu Müslüman ülkelerin desteklediği yerel halkın gösterdiği direniş, bölgenin hızla ve başarıyla fethedilmesini engelledi. Başlangıçta Rusya devletinin ihtiyacı olan şey yerli halkın toprakları değil kendisiydi. Yerli halk Rusya’nın sadık tebaası olacak, yönetimin istihkâm etmeye ve iskâna devam ettiği güneydeki çalkantılı sınır hattı boyunca görev yapacak düzensiz orduya asker olarak devşirilecekti. Arazinin büyük bölümü yerli halk tarafından mevsimlik otlak olarak kullanan bozkırlardan oluşuyordu. Bu nedenle, Rusya bu toprakların boş olduğu iddia edebiliyor, üzerinde kolayca hak iddiasında bulunabiliyordu. 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde arazilerin ve doğal kaynakların paylaşımı ve sömürülmesi, yönetimin kolonileştirme projesi için giderek önem kazanmıştı.
1801 Yılına Kadar Kafkasya’nın Siyasi Haritası (Rusya Devlet Askeri Tarih Arşivi (TGVIA), Moskova).
Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı kolonileştirmesi, başka koloni imparatorluklarının yürüttüğü projelerle benzer özellikler taşır. Yayılmanın ilk aşamalarında, Rusya yönetiminin, yerli halkın siyasi bağlılığını sağlamak için dolaylı yönetime başvurmaktan başka seçeneği yoktu. Ancak, iktidarın yerel liderlere sus payı verip yerel hizipleri kendi çıkarları için kullanması kısmen başarıya ulaştı. On sekizinci yüzyılın ortalarında, bölgedeki Rus askeri varlığı, kolonistlerin bölgeye gelişi ve yerli halkın Rusya ile yaptıkları ticarete bağımlı olmaya devam etmesi, ilhak edilen toprakların ve itaat altına alınan halkın üzerinde doğrudan yönetim gücünün artmasına da olanak sağladı. Rusya, 1790’larda, Rus hukuk ve yönetim sistemini bölgede benimsetebilmek için yerel mahkemelerle sınır hattı mahkemeleri sistemini kurdu.
Rusya’nın kullandığı kolonyal araçlar, Batılı kolonyal imparatorlukların kullandığı araçlardan özünde farklı olmayabilir, ancak Rusya bu araçları genellikle farklı amaçlar için kullandı. Avrupa’nın büyük ölçüde ticari çıkarlarla Amerika kıtalarında ve Asya’da giriştiği kolonileştirme projelerinin aksine, bu dönem boyunca Kafkasya’daki Rus yayılmasının temel nedenlerinden ilki rejimin jeopolitik kaygılarıydı. Örneğin, Hudson Bay ve Hollanda Doğu Hindistan Şirketi ile İngiliz Doğu Hindistan Şirketi gibi Avrupa’daki büyük ticaret şirketlerinin oynadığı rolü düşünün. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, topraklar üzerindeki kontrolü Britanya Krallığı’na devrettiği 1858 yılına kadar Hindistan’ı yönetti. Rus tarihinde ise ticari girişimlere kısa süren iki imtiyaz verildi. İlk imtiyaz, Sibirya’nın kolonileştirilmesi için ticaretle uğraşan bir aile olan Stroganovlara 1560’larda verildi. Diğer imtiyaz ise, Rus-Amerikan Şirketi’ne 1799 yılından 1867 yılına kadar Alaska’yı yönetmesi için verilen imtiyazdı. 1868 yılına gelindiğinde Alaska, Amerika Birleşik Devletleri’ne satılmıştı. Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı kolonileştirmesi kesinlikle bir devlet girişimiydi.
Rusya’nın Kafkasya’daki yayılmasının, Rus ordusunun ara sıra yerli halkın ayaklanmalarıyla kesintiye uğrayan, ama genellikle durdurulamaz bir ilerleyişi olduğu düşünülür.5 Kuzey Kafkasya’yı Osmanlı, Pers ve Rus imparatorluklarının bir rekabet alanı olarak tasavvur etmek, bağlamı anlamaya da yardımcı olacaktır. Ancak böyle bir yaklaşım, yerli halkı, usta oyuncular olan imparatorlukların oyun tahtasındaki önemsiz piyonlara indirgediğinden, kolonileştirme sürecinin gereğinden daha basit düşünülmesine neden olmaktadır.
Ortaya alternatif bir bakış açısı sunmak için bu makalede, bölgenin iki farklı dünyanın karşılaştığı bir alan olduğunu ileri süreceğim. Geçimlerini hayvancılık ve tarım ekonomisiyle sağlayan, İslam dinine ya da paganizme mensup çok sayıda farklı yerel unsur, gelişmemiş politik örgütlenmeleriyle taraflardan birini oluşturuyor. Jeopolitik kaygılar güden, Hıristiyan misyonerliği amaçlayan, Aydınlanma düşüncesinin yarattığı uygarlık dürtülerine, askeri ve bürokratik bir mekanizmaya sahip egemen Rus devletinden gelen yeni yerleşimciler ise ikinci tarafı temsil ediyor. Durum böyleyken, Rusya mekânı, zamanı ve rekabet koşullarını kendi lehine çevirmeyi nasıl başarabildi?
* Değerli soruları ve yorumları için Ralph Austen, Seymore Becker, Elliott Gorn, Valerie Kivelson, Victor Lieberman, Ronald Suny’ye, bu derginin tanışma fırsatı bulamadığım hakemlerine, Washington D.C.’deki Kennan Institute of the Woodrow Wilson Center’da ve Harvard Üniversitesi Davies Center for Eurasian Studies’de düzenlenen seminerin katılımcılarına içten teşekkürlerimi sunarım.
** Michael Khodarkovsky, tarih profesörü, Loyola University of Chicago, mkhodar@luc.edu
“Of Christianity, Enlightenment, and Colonialism: Russia in the North Caucasus, 1550–1800”, The Journal of Modern History 71 (June 1999): 394– 430. JOCAS Yayın Kurulu bu makalenin Türkçeye çevrilerek yayımlanmasına izin verdiği için The Journal of Modern History dergisine teşekkür eder.
1 Marc Raeff’in “Patterns of Russian Imperial Policy toward the Nationalities” Soviet Nationality Problems, ed. Edward Allworth (New York, 1971), s. 22 - 42 ve S. Frederick Starr’ın yazdığı kapsamlı “Tsarist Government: The Imperial Dimension” Soviet Nationality Policies and Practices, ed. Jeremy R. Azrael (New York, 1978), s. 3 - 38, konuyla ilgili oldukça etkileyici makaleler arasındadır. Konuyla ilgili daha yakın zamanda yapılan çalışmalar ise editörlüğünü Andreas Kappeler’in yaptığı Russland als Vielvölkerreich. Entstehung, Geschichte, Zerfall (Münih, 1992) ile editörlüğünü Daniel R. Brower ve Edward J. Lazzerini’nin yaptığı Russia’s Orient: Imperial Borderlands and Peoples, 1700 - 1917 (Bloomington, Ind., 1997) başlıklı makalelerdir
2 Hemen başlangıçta vardığım bu sonuç, “From Frontier to Empire: A History of Russia’s Southern Frontier, 1480 -1780” başlıklı kendi taslağıma dayanıyor.
3 Kabardino-russkiye otnoşeniya v 16-18 vv. Dokumentı i materialı, 2 cilt (Moskva, 1957), 1:5-13. Yerel beyler ve liderler kendilerinin koruma altına alınması için sık sık topraklarına kale inşa edilmesini talep ediyordu.
4 Bernard Cohen Kuzey Amerika’da ve Hindistan’daki İngiliz tecrübelerini şu makalede karşılaştırır: Colonialism and Its Forms of Knowledge: The British in India (Princeton, N.J., 1996), s 57.
5 Kuzey Kafkasya’nın 16. ve 17. yüzyıllardaki siyasi tarihiyle ilgili ayrıntılı bir çalışma için bkz. E.N. Kuşeva, “Politika russkogo gosudarstva na Severnom Kavkaze v 1552-1572 gg.,” İstoriçeskiye zapiski 34 (1950): 236 - 87 ve Narodı Severnogo Kavkaza i ih svyazi s Rossiyey, vtoroya polovina 16v. - 30-e godı 17 veka (Moskva, 1963); ve N.A. Smimov, Politika Rossii na Kavkaze v 16—19 vekah (Moskva, 1958). Sovyet tarih yazımına, SSCB’de yaşayan halkların her biri için ayrı bir tarih anlatısı üretilmesi ve bu halkların Rusya ile arasındaki tarihi bağların meşrulaştırılması görevi verildiğinden, 1950’li ve 1960’lı yıllar boyunca oldukça taraflı yerel tarih anlatıları ortaya çıktı. Örneğin, bkz. İstoriya Kabardı (Moskva, 1957); İstoriya Dagestana (Moskva, 1967) ve Oçerki istorii Karaçayevo-Çerkessii (Stavropol, 1967), Cilt 1. Bu tür tarih anlatılarının en yakın örneği olan İstoriya narodov Severnogo Kavkaza s drevneyşih vremen do kontsa 18 v. (Moskva, 1988) kitabı ise Sovyet tarih yazımının verdiği önceki eserlerden çok daha iyi. Ancak yine de, içi geçmişte doldurulan ideolojik bavulu silkeleyip atmak için çok az uğraşıyor. Tarihçilerin aksine, Sovyet etnograflar bölgeyle ilgili çok daha ilginç ve sofistike çalışmalar yapmıştır. Bkz. M.O. Kosven, Etnografiya i istoriya Kavkaza (Moskva, 1961); V.K. Gardanov, Obşçestvennıy stroy adıgskih narodov (Moskva, 1967); ve N.G. Volkova, Etniçeskiy sostav Severnogo Kavkaza v 18-naçale 20 veka (Moskva, 1974). Türkçe yazılmış bazı tarihi monograflar, Rusça yazılmış taraflı kaynaklarla benzer şekilde bölge tarihini kendi bakış açılarından Rus karşıtı ve Türk yanlısı bir temelde resmetmektedir. Bkz. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590) (Ankara, 1976) ve Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti (İstanbul, 1979). Batılı tarih yazıcılığında ise 19. yüzyıldan önceki Kuzey Kafkasya tarihi neredeyse bilinmemektedir. Bununla ilgili yakın zamanda yapılan iki istisna çalışma ise Ch. Lemercier-Quelquejay, “La structure sociale, politique et religieuse du Caucase du nordau 16 siécle” Cahiers du Monde Russe et Soviétique 25,nos. 2-3 (1984): 125-48. Aynı makalenin İngilizce versiyonu için, bkz. LemercierQuelquejay, “Cooptation of the Elites of Kabarda and Daghestan in the Sixteenth Century,” The North Caucasus Barrier, ed. Marie Bennigsen Broxup (Londra, 1992), s. 18-44; ve Thomas M. Barrett, “Lines of Uncertainty: The Frontiers of the North Caucasus'’ Slavic Review 54, No 3 (1995): 578-601. (Bu makalenin Türkçe çevirisi için bkz. Thomas M. Barrett, “Belirsizlik Hatları: Kuzey Kafkasya’nın Sınır Bölgeleri”, çev. Furkan Özkan, Kafkasya Çalışmaları Sosyal Bilimler Dergisi / Journal of Caucasian Studies, Yıl 2, No 3 (2016): s. 47-80, ç.n.).
Çarpık Aynalar
Rusya’nın kolonileştirme sürecinin öyküsü, çarpık algıların, yanlış tercümelerin ve tarafların birbirini yanlış tasavvur etmesinin öyküsüdür. Hem Rus yönetimi, hem de yerli halk, birtakım yanlış varsayımlarla ve nihayetinde gerçekçi olmayan umutlarla yaşamlarını sürdürdü. Her iki taraf, bir diğerini kendi zihnindeki amaçlara uyacak şekilde tasavvur etmeye başladı ve bu durumu uygun retorik aygıtlarla destekledi. Yerli halk önce “sadakatsiz tebaa” iken, sonraları vaftiz edilmesi ve medenileştirilmesi gereken “soysuz vahşiler” olarak görüldü. Rusların bakış açısı buydu. Kafkasya’daki dağ zirvelerinden bakıldığındaysa Ruslar, yerel liderlerin birbirlerine karşı kullanabileceği bir başka askeri güçtü. Yıllar geçtikçe, Rus askeri gücüyle baş etmenin zor olduğu anlaşıldı ve yerli halk Rusları, İslam adına direnilmesi gereken “kâfir Hıristiyanlar” olarak görmeye başladı.6
Ruslar, Kabardeyler ve Kuzey Dağıstan’daki Kumuklar öykümüzün başkahramanları. 1784 gibi geç bir tarihte Rusya’nın Kafkasya Genel Valisi P. S. Potemkin’in gönderdiği bir rapor şu notla bitiyor: “Kafkas halkları birbirinden çok da farklı olmadığından, size Kabardey halkını anlatarak aslında tüm Kafkas halklarını anlatmış oluyorum.”7 Gerçekte ise halklar arasında kesinlikle farklılıklar vardı. Hatta genel valinin gözünden kaçtığı için bu farklılıklar çok daha büyük bir önem arz ediyor.
Kabardeyler Kuzey Kafkasya’daki en güçlü ve kalabalık halk olan ve sınır hattında yaşayan tüm komşu halklarca Çerkesler olarak da bilinen Adığelerin çok sayıdaki alt kolu içinde en fazla nüfusa sahip gruptu. Çerkesler Kuzey Kafkasya’nın büyük bir bölümünde yaşıyordu. Komşu halkların aksine, Türk-Moğol dilleriyle bağlantısı olmayan, Kafkas dil ailesinin Adığe-Abhaz koluna ait bir dil konuşuyorlardı. Hem Küçük hem de Büyük Kabardey toprakları, Terek Nehri’nin güneyinde olup Kuzey Kafkasya’nın ortasındaki ve kuzeydoğusundaki bölgelerin büyük bölümünü kaplıyordu. Bölgenin güneydoğusunda çok sayıda köy vardı. Bu köylerde yaşayan halk daha sonra Çeçenler olarak anılacaktı. Güneyde ise İnguşlar, Osetler ve Balkarlar yaşıyordu.
Kafkasya’nın en kuzeybatı köşesinde ise Kuzey Dağıstan’ın Türk halklarından Kumuklar yaşıyordu. Kumukların lideri, diğer adıyla şamhal, maiyeti ve memurlarıyla birlikte Tarki köyünde bir direniş başlatmıştı. Şamhaldan sonra liderliği, veliaht krım şamhal devralırdı. Çok uzun zamandır İslam dininin etkisinde olan Tarki köyü, aynı zamanda Kumuk halkına mensup Müslüman din adamlarının lideri olan şeyhülislamın da yaşadığı yerdi. Şamhalın elinde bulundurduğu sınırsız yetkiye rağmen, Kuzey Kafkasya’daki diğer halkların siyasi yapılarıyla karşılaştırıldığında, Kumuk toplumu daha karmaşık ve merkezileşmiş bir politik yapılanmaya sahipti.
Bölgede yaşayan diğer halklar, büyük ölçüde hiziplere ayrılmış siyasal yapılara sahip olan topluluklar şeklinde örgütlenmişti. Kabardeyler gibi bazı halklar ise sosyal açıdan da farklılaşmış topluluklara bölünmüştü. Kabardey soyluluğu, Rusların prensler olarak adlandırdığı pşı ile daha düşük statüdeki soylular olan ve Rusların uzden olarak adlandırdığı uorklar olarak ikiye ayrılıyordu. Prenslere oldukça saygı duyulsa da hiçbir prens diğerlerini yönetmek için seçilmiyordu. Rusların Kabardeylerle ilişkilerinde uzden sözcüğünü kullanması ise, Moskova’nın yeni karşılaştığı bu halklara karşı başlangıçta sahip olduğu bilgisizliğin göstergesidir. Türkçe kökenli uzden sözcüğü, Kafkasya’daki Kumuklar ve diğer Türk halkları (Karaçaylar, Balkarlar) tarafından bir soyluluk unvanı olarak kullanılsa da, daha düşük dereceli çeşitli soyluluk unvanları kullanan Kabardeyler ve diğer Adığe grupları arasında kullanılmıyordu. Rus yetkililer, Kabardeylerin sandıklarından daha karmaşık bir toplumsal yapıya sahip olduğu gerçeğini çok uzun süre kavrayamadı. Kabardeylerin incelikli soyluluk dereceleri, ancak 1820’li yıllara gelindiğinde devletin yönetim terminolojisinde (dilinde, jargonunda) kendine yer bulabildi.8
Soylular geçimlerini ganimetlerle, komşu halklardan esir aldıkları kişilerin fidyeleri ve köylülerin ödediği vergilerle sağlıyordu. Soylular, sahip oldukları koyun ve at sürüleriyle birlikte dağlık bölgelerde kurdukları tahkim edilmiş köylerde yaşıyordu. Özgür köylüler ise Kuzey Kafkasya’nın verimli vadi ve ovalarında yaşıyor, tarımla uğraşıyordu. Köylülerin kabak da denilen yerleşim yerleri, koruma karşılığında soylular için sürdükleri tarlalar ve balıkçılık için koyulan vergileri ödedikleri sürece bir dereceye kadar da olsa bağımsızlıklarını koruyabiliyordu.
Bölgedeki pek çok diğer halk, demokratik olarak örgütlenmiş topluluklardan ya da sosyal sınıfların olmadığı kardeşliklerden oluşuyordu. Burada Çeçenler örnek olarak verilebilir. Çeçenler özgür bir topluluktu. Köy grupları ya da klanlar akrabalık, toprak ve karşılıklı yeminle birbirine bağlanıyordu. İhtiyar heyetleri ortak konuları mecliste karara bağlıyor ve en iyi savaşçılar baskınlarda ve pusularda kendi adamlarına liderlik ediyordu. Ruslar Çeçen sözcüğünü ve Kafkasya’daki çoğu etnik grubun adını Kabardeylerden öğrendi.
Kabardeyler ise bu halkı ‘Şaşen’ ya da ‘Çeçen’ (köyün adıyla) olarak adlandırıyordu. Kumuklar ise Çeçenleri ‘Mıçık’ ya da ‘Mışık’ (nehrin adıyla) anıyordu. Gürcüler Çeçenleri ‘Kisti’ olarak adlandırıyordu. Çeçenler ise kendilerine “halk” anlamına gelen Nohçi diyordu. Rus yetkililer başlarında bir liderin olmadığı devletsiz halkları tasavvur etmekte zorlanıyordu. On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru Kafkasya Genel Valisi P. S. Potemkin, bu durumu şu sözleriyle açığa vurmaktadır: “Çeçen ve Kumuk olarak adlandırılan halklar gerçek uluslar (natsiya) değil. Her köy kendine ait yasalara göre, kendi liderleri (vladelets) tarafından yönetiliyor.”9
Siyasi, toplumsal ve dilsel farklılıkların, karşılıklı bakış açısını ve tasavvurları belirsiz hale getirmesi ve ilk etkileşimden onlarca yıl geçtikten sonra bile her iki tarafın da diğeri hakkında çok az bilgiye sahip olması şaşırtıcı değil. Rusya devletinin merkezileştirilmiş doğasına karşı ortaya çıkan bir yanlış anlama da şu şekilde yaşandı. Şamah hanı, 1653 yılında yazdığı mektubunda, Astrahan valisine vladetel olarak hitap etti. Bu ifade, hanın kendi statüsüne yakın bir statüyü ifade ediyordu. 1717 gibi geç bir tarihte ise Dağıstan şamhalı Adil Giray, I. Petro’ya yazdığı bir mektupta Terek valisine “çarın tebaası olan Terek prensi” olarak hitap etmişti.10
Yerli halklar, yazılı anlaşmaların içeriğiyle ilgili çok az fikre sahip olduğundan tercümeler de ortak bir yanlış anlama kaynağıydı. Barış anlaşmaları ve benzer belgeler genellikle önce Tatarca’ya tercüme edilirdi. O dönemde Asya’da ortak dil olan Tatarca, sonradan yerel bir dil haline gelmiştir. Mütercim azlığı müzmin bir sorundu. Yerel valiler genellikle “Şamhal’a, Gürcistan’a, Çerkeslere ve başka halklara gönderilecek mütercimlerin olmadığından ve bu durumun hükümdarın davasına zarar verdiğinden”11 yakınıyordu. Tercümeler genellikle, işinin ehli olmayan mütercimler tarafından yapılıyordu. Hatta tercümeler, genellikle kasıtlı olarak gerçeğe aykırı beyanatlar içeriyordu. Örneğin, yerel liderler yazdıkları mektuplarında çara kendilerine denk bir hükümdarmış gibi hitap etmesine karşın yazılan mektupların, her zaman Rus hükümdara yönelik ricalar içeren mektuplar olduğu kabul edilmek zorundaydı.
Aşağıdaki örnek, filolojik açıdan zaten göz korkutucu olan tercüme sürecinin, siyasi ve dini kaygılar nedeniyle daha da zorlaştırıldığını gözler önüne seriyor. 1596-1599 yılları arasında Rus diplomatik heyetinin Gürcistan seyahati sırasında, Gürcü çevirmenin ölümü nedeniyle, Gürcülerin Moskova’nın Rusça mektuplarını bir süredir okuyamadığı ortaya çıkmıştı. Gürcüler, Rus heyetinin, Kral Aleksandr’ın resmi ikametgâhına gelmesini ve resmi mektupların Türkçeye sesli olarak çevrilmesini rica etti. Ardından Gürcüler, Türkçeye çevrilen bu mektupları Gürcü alfabesiyle yazıya geçireceklerdi. Heyet, mütercimin Türkçe bilmesine (“imeyut yazıku po turski”) rağmen, okuma yazmasının olmadığını, ne Rus ne de Türk dilini okuyabildiğini (“gramotı po russki i po turski ne imeyut”),bu nedenle tercüme yapamayacağını söyledi. Dahası, heyet, “mektupların, kutsal kitaplardan pek çok bilge söz içerdiğini, bu sözlerin Türkçede kullanılmadığından tercümenin yapılamayacağını” söyledi. Gürcüler ısrar etmeye, Ruslar ise böyle bir yöntemin daha önce hiç uygulanmadığını ve hiç kimsenin üç dil arasında doğru tercüme yapamayacağını söyleyerek bu ısrarları reddetmeye devam etti. Sonunda, sabırsız Gürcüler, “O halde, kutsal sözlerin okunmamasını, yalnızca konunun özünün okunmasını ve mütercimlerin bunu Türkçeye sözlü olarak çevrilmesini” önerdi. Sonunda taraflar bu öneri üzerinde anlaştı. 12
Rus heyetinin 1596’da iddia ettiğinin aksine, “üç dile tercüme” yerel halkla iletişim kurmanın tek yoluydu. Bu yöntem, Rus yetkililerin Rus dilinde yetkinlik konusunda yerel halka güvenmeyi öğrendiği on dokuzuncu yüzyıla kadar düzenli olarak kullanıldı.
İmzalamaları gereken belgelerin içeriğinden genellikle habersiz olan yerel soylular, yine de Rus taleplerini yerine getirmekte sorun çıkarmıyordu. Böyle bir prosedüre genellikle cömert ödemelerin ve hediyelerin eşlik etmesi önemliydi. Rus devleti, hazinesi boş olan yerli soyluların, bu hediyeler olmadan, atacakları imzaya sadık kalmalarını sağlamanın zorluğunun farkına varmıştı.13
İsimlerde yapılan hataların, yanlış anlaşılmaların ve gerçeğe aykırı beyanatlar, sadece münferit olarak karşılaşılan durumlardan daha fazlasıydı. Tüm kavramlar bir araya gelerek, Rusların ve yerli halkın birbirlerine karşı sahip olduğu yapısal yanlış kanıları oluşturuyordu. Her iki taraf da bir diğerini, kendi siyasi-kültürel sisteminin içinden algılıyor ve kendi tasavvurunu diğerinin üzerine yansıtıyordu. Bu nedenle Rus yönetiminin bölgedeki politikalarına yalnızca başkentten gönderilen bir dizi talimatla belirlendiği anlaşılmamalıdır. İktidarın bölgede izlediği politikalar, yönetimin nihayetinde bölge insanına ve toprak yapısına dayatmayı başardığı tartışmaya açık sözcük dağarcıklarının ve kimliklerin de bir birleşimiydi.
6 Kolonyalizmin kültürel bir teşebbüs olmasıyla ilgili literatür oldukça geniştir. Bkz. Nicholas Dirks, ed., Colonialism and Culture (Ann Arbor, Mich., 1992); Patricia Seed, “Colonial and Postcolonial Discourse'’ in Latin American Research Review 26, No 3 (1991): 181-200; Jean Comaroff ve John Comaroff, Of Revelation and Revolution: Christianity, Colonialism and Consciousness in South Africa (Chicago, 1991), Cilt 1; Yuri Slezkine, Arctic Mirrors: Russia and the Small Peoples of the North (Ithaca, N.Y., 1994), ve “Naturalists versus Nations: Eighteenth Century Russian Scholars Confront Ethnic Diversity,” Brower ve Lazzerini, ed., s. 27-57 (bkz. 1. dipnot); Michael Khodarkovsky, “‘Ignoble Savages and Unfaithful Subjects’: Constructing Non-Christian Identities in Early Modern Russia” Brower and Lazzerini, eds., s. 9-26.
7 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:364, No 256 (bkz. 3. dipnot).
8 V.K. Karganov, Obşçestvennıy stroy adıgskih narodov (Moskva, 1967), s. 180-81. Bu arada, uzden sözcüğüne, 14. yüzyıl gibi oldukça erken bir tarihte Codex Cumanicus’ta rastlanır (Max Vasmer, Russisches Etymologisches Wörterbuch, 3. cilt. [Heidelberg, 1958], 3:177). Genellikle yanlış bir anlam içeren toplumsal terimlerin asılları, çağdaş Rusça çevirilerde ya Türkçeleştirildi ya da Rusçalaştırıldı. (G. M.-P. Orazayev, “Tyurkoyazıçnıye dokumentı iz arhiva Kizliarskogo komendanta-istoçnik po sotsialnoekonomiçeskoy istorii narodov Severnogo Kavkaza” İstoçnikovedeniye i tekstologiya Blijenego i Srednego Vostoka [Moskva, 1984], s. 182).
9 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:364, No 256. Miçkiz, İndili ve Şubut kabilelerinden de bahseden, çeşitli Çeçen kabileleriyle ilgili ilk rapor 1587 yılında, dağlık bölgelerden geçerek Gürcistan’a giden Rus diplomatik heyeti tarafından kaleme alındı. (Snoşeniya Rossii s Kavkazom. Materialı izvleçennıye iz Moskovskogo Ministerstva İnostrannıh del, 1578-1613, der. S. L. Belokurov [Moskva, 1889], No 4, s. 33). Çeçen sözcüğü, etnik bir grubu adlandırmak amacıyla ilk kez 1708 yılında (Polnoye sobraniye zakonov Rossiyskoy imperii. Sobraniye pervoye [sonraki dipnotlarda PSZ), 45 cilt. [St. Peterburg, 1830], 4:421) başlıklı kitapta kullanılmıştır. Bu sözcüğe, ayrıca 1719 tarihli Rus haritasında da rastlanmıştır. (Kabardino-russkiye otnoşeniya, 1:289). Ayrıca bkz. U. Iaudayev, “Çeçenskoye plemya,” Sbornik svedenii o kavkazskih gortsah, No 6 (1872), s. 3.
10 Russko-dagestanskiye otnoşeniya 17-pervoy polovinı 18 vv. Dokumentı i materialı (Mahaçkala, 1958), No 87, s. 191; No 97, s. 226.
11 Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 10, s. 77. 1719 yılında Dışişleri Bakanlığı Astrahan valisi Artemi Volınski’nin şikâyetine cevaben, Astrahan’a gönderilecek bir tercüman bulunamadığını ve valinin bulabildiği herhangi birini tercüman olarak atayabileceğini yazmıştır. Bkz. Rossiyskiy Gosudarstvennıy Arhiv Drevnih Aktov (RGADA), Kabardinskiye, çerkasskiye i drugiye dela, fond 115, 1719g, No 3,11. 4 ob., 10
12 Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 19, s. 297-99.
13 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:1, No 165
Çarın Tebaası mı Müttefikleri mi?
Rus yetkililer, yerel halkla karşılaştıkları ilk andan itibaren, yerel liderlerin bağlılık yemini edip kendilerini çarın sadık tebaası ilan etmelerinde ısrar etmişti. 1589’da Moskova’dan gelen emirler üzerine, Terek kalesinin komutanı, Kumuk şamhalının çarın tebaası olması için diplomatik heyetini ve yazılı talebini kendilerine göndermesini istemişti. Ancak kaleye böyle bir heyet gönderilmedi. Bunun üzerine Moskova, Terek komutanından bir askeri birliğin yola çıkmaya hazır olduğuna dair şamhalı uyarmasını talep etti. Sonuçta, şamhal “Rus devletinin himayesini ve maddi yardımını istememişti.” (naşego jalovanya sebe ne poiskal).14
Hıristiyan olmayanların itaati, şert (Arapça şart sözcüğünden gelen, koşul ya da anlaşma maddesi anlamına gelen Türkçe sözcük) belgesiyle resmiyete dökülmeliydi. Rusça olarak önceden hazırlanan bu belgede, yerli halkın taahhüt etmesi gereken bir takım konular sıralanıyordu. Yerel soyluların oğullarını ve akrabalarını Ruslara rehine (amanat) olarak vermeleri ve belgeyi imzalamaları gerekiyordu. Müslüman yerel soylular ise Kuran’a el basmalıydı. Rusların gözünde tüm bu eylemler, yerli halkın kendilerini çarın tebaası olarak kabul ettiğini gösteriyordu.15 Moskova’nın üstünlüğü, diğer Hıristiyan topluluklar arasında bile tartışma konusu yapılamazdı. 1588’de Gürcistan Kralı Aleksandr, sarayında yapılan bir görüşmede, yalnızca kendisinin değil, Rus heyetinin de çarın adına ittifaka bağlılık yemini etmesi gerektiğini söylemişti. Bu teklif reddedilince, Aleksandr kendisini kayıtsız şartsız çarın hizmetkârı (holop gosudarev) olarak ilan etmek zorunda kaldı. 16
Ancak yerli halk Aleksandr ile aynı görüşü paylaşmıyordu. Halka göre, Rusya ile aralarındaki ilişki karşılıklı yükümlülükler doğrultusunda bir barış anlaşmasıyla güvence altına alınan müttefikliğe dayanıyordu. Yerli halk, sınır hattındaki Rus yerleşimlerine saldırmamayı ve düşman gruplarla mücadelelerinde Ruslara yardımcı olmayı taahhüt ediyor; bunun karşılığında kendi düşmanlarına karşı Rusya’nın askeri yardımda bulunmasını, uzun süredir kullandıkları otlaklara ve av alanlarına erişimlerinin güvence altına alınmasını bekliyordu. 1589’da Ruslar, Kabardey lideri Alkas’ın kendilerine rehine göndermesini ve bağlılık yemini etmesini talep etti. Alkas ise bunun üzerine, “yaşlı bir lider olduğundan halkının her konuda kendi sözüne güvendiğini, daha önce hiç kimseye rehine vermediğini ve kimseye de hiçbir zaman yemin etmediğini” söyledi. Ruslar ısrarlarını devam ettirdiğinde, Alkas uzdenlerine danıştı ve Ruslarla barışı sürdürmeye ve Terek kalesinde ikamet etmeleri için bir heyet göndermeye karar verdi. Ancak, Alkas’ın şartı Moskova’nın kendisine belirli bir yıllık ödeme yapması, halkının nehir kıyılarında özgürce avlanmasına, balık tutmasına olanak sağlaması, nehirlerin karşısına sorunsuzca geçilmesine izin vermesi ve düşmanlarıyla mücadele eden Kabardeylere yardım etmesiydi. Ancak Ruslara göre, bu anlaşma son tahlilde Alkas’ın çara bağlılık yemini etmesi ve Terek’te tutulacak bir rehine göndermesi, bu anlaşmanın teminat altına alındığı anlamına geliyordu. Her iki tarafın karşılıklı ilişkilerinin doğasını bu kadar farklı şekilde tasavvur etmesi nedeniyle aralarında kısa süre içinde bir çatışma çıkması şaşırtıcı değildi. Nitekim birkaç yıl sonra Alkas, “hükümdara hizmet vermek için ettiği yemini bozmakla” suçlandı.17 1714’te, iktidar, Kuzey Kafkasya’daki siyasi durumla ilgili daha gerçekçi bir değerlendirme yapılmasını talep etti. Bunun üzerine Kafkas yerlisi bir Rus subayı olan Prens Aleksandr Bekoviç Çerkasski I. Petro’ya yazdığı raporunda, açıkça olmasa da “bu insanların [Kabardeylerin] bağımsız olduğunu ve kimseye boyun eğmeyeceklerini” belirtti.18
Kafkasya’da yaşayan farklı halklar arasında da hiyerarşik bir ilişki olduğu yadsınamazdı. Kabardey halkının arasından çıkan ilk etnograflardan biri olan Şora Nogmov, 19. yüzyılın başında, Kabardeylerin tebaası olup dağda yaşayan çeşitli halkların arasında keskin bir hiyerarşi olduğunu ve bu halkların Kabardeylere farklı şekillerde haraç ödediğini belirtiyordu.19 Ancak yıllık ödeme yapan ve günümüzün dış yardımı olarak kabul edilebilecek maddi yardımlarda bulunan tarafın Ruslar olmasına rağmen, Kabardeyler neden kendilerini Rusya’nın tebaası olarak görüyordu da, Rusları kendi tebaaları olarak saymıyordu? Prens Bekoviç-Çerkasski aslında bunu I. Petro’ya açıkça olmasa da Kumuklar ile İran arasındaki ilişkinin doğası üzerinden şöyle açıklamıştı: “Herkes bu insanlardan korkuyor. Özellikle de kendilerini korumak için Kumuk prenslerine ve şamhalına hibe ya da maddi yardım [jalovanye] olarak adlandırılan bir para veren İranlılar. Ama konu üzerinde düşününce, İranlıların, Kumuklara özünde haraç [dan] ödediği ve şahın Kumuk liderlerine oldukça fazla harcama yaptığı anlaşılabilir.”20
Yerli halk her ne kadar Rus iktidarının üstünlüğünü kabul etse de, bu ilişkiyi kendi toplumlarının bakış açısından algılıyordu. 1779 yılında askeri müdahaleyle karşılaşan Büyük Kabardey soyluları bağlılık yemini etmeyi reddetti ve kendilerinin Rus tebaası olmadıklarını, ama geleneksel olarak Rus himayesindeki ortaklar, konuklar ya da müttefikler (konak) olduklarını beyan etti. Ama sonuçta Rus ordusu Kabarda’ya girdiğinde, Kabardeyler barış talep etmek ve hiçbir şart olmaksızın bağlılık yemini etmek zorunda kaldı.21
Rusya’nın yerel elitleri ikna ederek ya da doğrudan askeri tehdit yoluyla yerli halkın siyasi sadakatini ısrarla talep etmesi gerçeğinin sürekli bir hayal kırıklığına sebep olması da hiç şaşırtıcı değil. Yerli halklar, “hükümdara karşı ettikleri bağlılık yeminlerini bozmakla” suçlanıyor, ardından yeniden zorla sadakat yemini etmeye ve yeni anlaşmalar imzalamaya zorlanıyordu. Ancak, genellikle yaşandığı üzere, Rus askeri yardımı gelmediğinde ve yıllık ödemeler ile hediyeler gönderilmediğinde, yerli halklar, buna karşılık, Rus yetkililerini anlaşmayı ihlal etmekle suçluyordu. Bu döngü defalarca yineleniyordu.
14 Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 10, s. 79; No 12, s. 112.
15 Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için bkz. Michael Khodarkovsky, “From Frontier to Empire: The Concept of the Frontier in Russia, 16th-8th Centuries” Russian History 19 (1992): 115-128.
16 Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 4, s. 40-41.
17 A.g.e., No 11, s. 142-43, No 19, s. 305. Bunu şu durumla karşılaştırabilirsiniz: Kabardey “esirlerinin” Terek’te birkaç yıldan daha uzun olmayacak şekilde kendi halkından kimselerle ikamet etmesi gerekiyor ve cömert ödüllerle ödemelerin karşılığında Rus askeri seferlerine katılması bekleniyordu. (A.g.e., No 5, s. 43-53).
18 Russko-dagestanskiye otnoşeniya 17-pervoy pol. 18 vv., No 96, s. 224.
19 İnguşlar, Nazranlılar, Karabulaklar ve Tagaur Osetleri Kabardey soylularına her haneden bir gümüş ruble olmak üzere yıllık ödeme yaparlardı. Haracı alan soylu bu haneleri korumakla yükümlüydü. Bu amaçla her köye bir müfreze gönderir ve bu müfrezenin ihtiyaçlarının tamamını köyün kendisi karşılardı. Ovalarda ve dağlarda yaşayan Digor halkı ise bu haracı hane başına bir koyun olarak öder ve karşılığında korunmaları için bir müfreze alırdı. Balkarlar ise haraç ödemezdi, ancak Kabardey atlarını çaldıklarında Kabardeylerle aynı cezayı öderdi. Çeçenler ve Uruspiyev Osetleri Atajukin soyuna bağlıydı ve kimse bu iki topluluğun ilişkilerine karışamazdı. Bu soyun soylusu istediği haracı uygular ve bu topluluklar da haracı ödemeyi reddedemezdi. Hulamlar ve Bezengi Osetleri de hane başına yıllık bir koyun vermek zorundaydı. Karaçay Osetleri de uzun yıllardır Kabardey tebaasıydı ve ayrı ayrı soylular arasında paylaşılmamışlardı. Karaçay Osetleri yıllık olarak en yaşlı soyluya üç yüz koyunluk vergi öderdi. [Yazar, muhtemelen Kabardeylerin Balkarları ve Osetleri aynı adla (Kuşha) adlandırması nedeniyle yanlışlığa düşmüş. Uruspiy ve Bezengi Balkar topluluklarıdır. Karaçaylar da Balkarlar gibi Türk dilli, Osetlerden ayrı bir halktır. (ed.)] Ayrıca her hane, belirli ölçüde buğday ile inek sütünden yapılan ve büyük küplere koyulan tereyağı cinsinden ödeme de yapardı. Soylular, Karaçaylara adamlarını gönderebilir ve dilediği şeyi talep edebilirdi. Haracı ödemek istemeyen hanenin kapı girişinin önüne bir taş koyulur ve soylu bu taşı kaldırana kadar eve kimse giremezdi. Eve giren olursa ceza ödemek zorunda kalırdı. Altı Abaza soyu üç Kabardey soylusu arasında paylaşılmıştı ve İnguşlarla ve diğer halklarla benzer şekilde haraçlar ve cezalar ödemek zorundalardı. (Ş.B. Nogmov, İstoriya adıgeyskogo naroda [Nalçik, 1958], art. 26, No 27, s. 187; ayrıca bkz. Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:141, No 111).
20 Russko-dagestanskiye otnoşeniya 17-pervoy pol. 18 vv., No 96, s. 225.
21 Aktı sobrannıye Kavkazskoy arheografiçeskoy komissiyey, Cilt 1-12 (Tiflis, 1866-83), 1:91. Kunak kavramıyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için bkz. V. K. Gardanov, Obşçestvennıy stroy adıgskih narodov, s. 289-326 (5. dipnot).
Hıristiyanlık
Ortaçağ’da güdülen kendi kendini abartma siyasetinde, çara bağlı olan toprakların ve halkların çara hitap edilirken fazladan unvan olarak kullanılması, Moskova’nın ilk baştaki genişleme çabaları için yeterli bir sebepti. Ancak daha da önemli olan şey, Moskova’nın kendi ne plus ultra (mükemmeliyet noktası) tasavvuru olarak kabul ettiği Üçüncü Roma statüsündeki giderek artan ısrarıydı. Osmanlı’nın Bizans devletini ortadan kaldırmasından kısa süre sonra, Rus çarı Ortodoks Hıristiyan bir devletin tek egemen hükümdarı haline gelmişti. 1589 yılında, uzun uğraşlar ve diplomatik girişimler sonucunda Moskova, çarın kendi bağımsız patriğini atamasıyla ilgili diğer Ortodoks patriklerin onayını almayı başardı.22
Rusya’nın 16. yüzyıl ortasında bölgeye gelişinden itibaren, Kuzey Kafkasya dini bir sınır hattı haline de gelmişti. Din, kolonistleri kolonileştirilenlerden ayırıyordu ve Rus devletinin Hıristiyan kimliği kolonileştirme çabalarına içkin bir duruma geliyordu. Gürcüler kendilerini sınır hattının diğer tarafında bulan ve kendi devletlerinin organize ettiği siyasi bir kimliğe sahip olan tek Hıristiyan topluluktu. Kafkasya’daki Müslüman halklarla çevrelenen ve değişik zamanlarda ya İran’a ya da Osmanlılara haraç ödemeye zorlanan Gürcülerin, genellikle ısrarla Rusya’nın yardımını talep eden saflığı bozulmuş Hıristiyanlar olduğu düşünülüyordu. Gürcüler Moskova’ya başvurdu ve Rusya’nın bölgeye gelerek topraklarının çoğunu ele geçiren Türkleri ve “geceleri tuzağa düşürdükleri Hıristiyanları zorla Müslüman yapan kâfir köpekler” olarak tanımladıkları şamhal ile şamhalın halkını Gürcistan topraklarından atmasını talep etti.23
Yardım ve müdahale için aynı inanca mensup ama daha güçlü unsurlara başvuran tek grup Hıristiyanlar değildi. Gürcülerin Rus yardımına başvurduğu sırada, Rusya’nın bölgede hızla yayılmasından çekinen Dağıstan şamhalı, 1589 yılında bir mektup yazarak Osmanlı padişahından yardım istedi. Şamhal, halkının yararlandığı nehrin Ruslar tarafından nasıl ele geçirildiğini, nehrin kıyısına bir kale inşa edildiğini ve halkının üzerine büyük bir ordu gönderildiğinden yakındı. Şamhal, halkının yaşadığı toprakların Ruslar tarafından ele geçirilebileceğini ve halkının zorla Hıristiyan yapılabileceği konusunda uyarılarda bulunuyordu. Padişahın yardıma gelmemesi halinde, “Osmanlı’nın İran’dan aldığı Derbent’in, Şamahi’nin, Şirvan’ın ve Gence’nin kendilerini savunamayacağını; Rusların İran şahı ve Gürcü kralı ile birleşip bölgeden İstanbul’a doğru sefere çıkacaklarını, diğer yandan da Fransa ve İspanya krallarının Osmanlı’ya savaş açacaklarını, padişahın İstanbul’dan sağ çıkamayacağını, tutsak düşeceğini ve nihayetinde Müslümanların Hıristiyanlaştırılacaklarını ve İslam’ın sonunun geleceğini söylüyordu.”24
Dinin ve devlet egemenliğinin açıkça ayrılmadığı ve ayrılamadığı bir dönemde, bölgedeki önemli güçler, topraklar ve insanlar üzerindeki iddialarını genellikle ortak dini inançlara dayandırıyordu. Rus heyetleri, Batı Gürcistan’da Rus hâkimiyetinden yana çıkmaya sürekli hazırdı. Ne de olsa Gürcistan Hıristiyan bir ülkeydi. Osmanlılardan da benzer şeyler duymuşlardı. Osmanlılara göre, Çerkesler ve Kumuklar Müslüman oldukları için Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaasıydı.25 1645’te, Güney Dağıstan’daki liderlerden utsmiy Kaydağ Moskova’nın Kuzey Dağıstan’daki iki liderin Rusya’nın tebaası olduğunu iddia etmesine belli belirsiz de olsa şu şekilde karşı çıkmıştı: “Bilmeniz gereken şey şu ki Kazanalp ve Burak Müslümandır. Müslümanlar nasıl olur da Hıristiyan bir hükümdarın tebaası [holopi] olabilir? Onlar, hükümdarımız, İran şahının tebaasıdır.”26 Bu türden tavizsiz bir retorik, hem kendi kendine hizmet ediyordu hem de yanlıştı. 17. yüzyılın ortalarında pek çok Müslüman kendisini, Rus devletinin sınırları içerisinde, pek çok Hıristiyan ise kendisini Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası olarak buldu.
Böyle başvuruların retoriksel gücü bir yana, din dayanışması genellikle, daha anlık ve pragmatik ihtiyaçlara kurban ediliyordu. Bu nedenle Gürcüler, şamhalın Gürcü köylerini yıkıp geçen ve aralıksız devam eden baskınlarına karşı Moskova’nın yardımını almak için bastırılmış ve mustarip Hıristiyanlığa dair sayısız ağıtı kullanıyordu. Ancak askeri yardım gelmediğinde, Gürcüler tereddüt etmeden İranlılarla ya da Osmanlılarla işbirliği yapıyordu. Benzer şekilde, Ruslar da, Avrupalı güçler tarafından Müslümanlarla ve Türklerle mücadele etmek için kurulan koalisyonun merkezinde kendilerinin yer aldığına dair süslü sözler verdikten sonra, pragmatik kaygılarını açığa vuruyor ve Gürcülerin Terek kalesine tedarik sağlaması gerektiğinde ısrar ediyordu. Hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar, hacıları casus olarak ve inanç konularını siyasi amaçları gizleyen bir kılıf olarak kullanıyordu.27 Dini ve siyasi kaygılar, süregiden çatışmalar yaratıyor ve bu durum genellikle uzlaşmanın da önüne geçiyordu. Rusların 1722’de başlattığı Dağıstan işgali sırasında, Kırım hanı, şamhal Adil Giray’a “kâfir Moskovalıların sözlerine güvenilmemesini, ancak tüm Müslümanların İslam adına kâfirlere karşı birleşmesi gerektiğini” yazdı.28 Bazen dinsel dayanışma önem taşıyordu. Örneğin, Enderi’nin Dağıstanlı lideri Rusya’ya bağlılığını ilan etmişti. Bu ilandan çok kısa süre sonra, 1737’de, Rusya Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti ve Enderi’nin liderine askerlerini Rusya’nın yanında savaşa göndermesi emri verildi. Liderin yanıtı ise, Müslüman bir hükümdara karşı kâfir bir hükümdara (gyaurskiy tsar) yardımcı olmayı kendisine yakıştırmadığıydı.29
Rus, Osmanlı ve İran yönetimleri, dini jeopolitik çıkarlar için kullanıyordu. Osmanlı ajanlarının Kafkasya’ya geldiği ve padişahın, halkın Rus baskısına karşı ayaklanmasını talep eden fermanlarını okuduğu bildiriliyordu. Rusya yönetimi de Osmanlı ya da İran egemenliği altındaki Hıristiyanlara kendi ajanlarını göndererek isyanları teşvik ediyordu. 1784’te, “İran boyunduruğundan kurtulmaları amacıyla imparatorluğun himayesini kabul etmelerine ikna edilmeleri için” Karabağ ve Karadağ Ermenilerini Rus ajanları gönderildi.30
Diğer Müslümanlar da çoğu zaman Ruslardan uzak duruyordu. Ancak yine de, bu grupların birbirleriyle yaptıkları sonu gelmeyen savaşlarda, bazı liderlerin rakiplerini yenilgiye uğratabilmek için “kâfir” Ruslardan yardım aldığına dair söylentiler dolaşıyordu. İslam kimliğinin, Kafkas halklarını aynı çatı altında bir araya getirmekte tek başına yetersiz olduğu gerçeği, Şeyh Mansur’un 1780’lerde Ruslara karşı ilk kez büyük bir ayaklanma başlattığında daha da belirgin hale geldi. Ayaklanma sırasında, Müslüman din adamalarından biri, Rus yetkililere bir mektup yazarak 2000 ruble karşılığında Mansur’u öldürmeyi teklif etti. Rus yönetimi teklifin ne kadar güvenilir olduğunu değerlendirdi ve sonunda din adamına söz verdiği suikastı gerçekleştirmesi için 500 ruble vermeye karar verdi. Ayaklanmaya katılmayan başka topluluklar da vardı. Avarlar Rusya’ya bağlılıklarını yinelerken Kabardeyler de tarafsız kalmaya karar verdi.31
Kırım’da ve Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan din kardeşlerinin yıkıcı baskınlarından mustarip olan Kabardeyler, sık sık Rusya’nın yardımına ihtiyaç duyuyordu. Rus yönetimini, Kabardeylerin Rusya ile iyi geçinmekten başka şansı olmadığına ikna eden Vasili Bakunin, pek çok konuda bilgi sahibi olan ve bölgede yaşayan öngörülü bir Rus yetkiliydi. Bakunin’in 1748 yılında yazdığı bir rapora göre, Kırımlılar ve Kuban Nogayları ile aynı dine inanmalarına rağmen Kabardeyler sık sık bu iki grubun baskınlarına uğruyordu. Bu nedenle, Kabardeyler Kabarda’yı terk ederek Kuban nehrinin öte tarafına geçmez ve Kırım’ın boyunduruğu altına girmezdi.32
Buna benzer anlatılardan biri, Kırım’ın Kabardey’le ilişkisini yakından göstermektedir. 1708’de Kırım hanı olan Kaplan Giray, tahta çıkışı vesilesiyle üç bin Kabardey kölenin sarayının bulunduğu şehre gönderilmesini talep etti. Bu aslında eski bir gelenekti. Kabardey bölgesi Kırımlılara ve Osmanlılara köle gönderen en önemli geleneksel merkezlerden biriydi. Bunun üzerine, Kırım’ın çalkantılı siyasi hayatına atıfta bulunan Kabardeyler, önceden hanların on beş ya da yirmi yılda bir değiştiğini söyledi. O dönemde Kırımlılar her yıl han değiştiriyordu. Bu nedenle Kabardeyler bu kadar çok köleyi kısa süre içinde tedarik edemezdi. Ayrıca, Kabardeylerin çoğunun artık Müslüman olduğunu, her köye okul ve cami inşa edildiğini, çocuklarının buralarda eğitim gördüğünü, bu nedenle de “bu gençlerin, kafirmiş gibi köle olarak gönderemeyeceklerini” söylediler. Ancak İslami hassasiyetlere dokunmak pek işe yaramadı. Kaplan Giray’ın ordusu kısa süre sonra Kabardey’e girdi. Kabardeyler köleleri göndereceklerine söz verdi. Ancak hemen ardından Kırımlıları tuzağa düşürdüler ve topraklarına giren ordunun neredeyse tamamını yok ettiler. Esir düşmekten kıl payı kurtulan Kaplan Giray Nogaylara sığındı ve bir daha Kırım’a dönemedi.33
Farklılıklar bir yana, Rus yetkililer yerli halkların dini inancının toplumsal davranışlarını ve ahlaki değerlerini biçimlendirdiğini düşünmeye devam ediyordu. On altıncı yüzyıl gibi erken bir dönemde, Rus yetkililer yerli halkın ettikleri bağlılık yeminlerini tutmakta sorun yaşadığını düşünüyordu. Çünkü yerli halk Müslümandı ve bu yüzden de onlara güvenmek mümkün değildi.34 İki yüzyıl sonra, 1784 yılında, General P. S. Potemkin, Kabardeylerin çok büyük olasılıkla İslam’ı seçtikten sonra ikiyüzlü hale geldikleri sonucuna vardı. Ayrıca Potemkin’e göre Kabardeylerin hain doğası İslam’ın temel öğretilerini tam olarak anlayamamış olmalarıyla açıklanabilirdi. İslam dinini seçmeden önce Kabardeylerin Hıristiyan olduğunu hatırlatan vali Potemkin’e göre, becerikli rahiplerin bölgeye vaaz vermesi için gönderilmesi gerekiyordu. Böylece “dağlarda yaşayan halklar arasında kutsal saadetin ışığı şüphesiz çok kısa bir süre içinde parlayabilirdi.” 35
P.S. Potemkin, “Kafkasya’nın yeniden Hıristiyanlaştırılması” fikrini gündeme ilk getiren kişi değildi. Kuzey Dağıstan’da kurulan yeni bir kalenin adını “Kutsal Haç” olarak belirleyen I. Petro’nun da aynı amaca yönelik yaptığı hamleler rahatlıkla görülebilir.
1744’te Osetler arasına gönderilen misyonerlerle, bölgede yaşayan halkı Hıristiyanlaştırma girişimleri başlatıldı. Misyonerlerin görevi gizli tutulmalıydı. Senato, Sinod’tan bölgeye Rus değil yalnızca Gürcü rahiplerin gönderilmesini istedi. Gönderilen rahiplere yazılı talimat verilmeyecekti. Böylece Osmanlı ve İran yönetimleri rahiplerden şüphelenmeyecekti.36
Dışişleri Bakanlığı tarafından dört yıl sonra hazırlanan, ancak imzasız bırakılan ve Kabardey soylularından birinin ifadelerine dayandırılan bir rapora göre Kabardeyler Hıristiyan inançlarını çok uzun zamandır koruyordu. Kabardeylerin kökeni Terek kalesine ve çevresine yerleşen on beşinci yüzyıl Ukrayna Kazaklarına kadar dayanıyordu. O dönemde Ukrayna Kazakları Çerkesler ya da Kabardeyler olarak biliniyordu ve Rusya’nın hakimiyeti altındalardı. Daha sonraları Kırımlılar tarafından ilhak edildiler ve İslam’ı seçmeye zorlandılar. Terek nehrine geri döndüklerinde dillerini ve Hıristiyanlığı unutmuşlardı bile. Dışişleri Bakanlığı tarafından 1770’lerde yazılan başka bir rapor bir adım daha ileri giderek, Osmanlı’nın Kabardeyleri bu nedenle kendi tebaası olarak gördüğünden bahsediyordu.37 Özünde mantıksız olsa da, bu raporların Rusya’nın başkentindeki karar vericilerin üzerindeki etkisi yadsınamaz. Böylece Rus yönetimi Osmanlı’nın Kabardeyler üzerindeki egemenliğine karşı çıkmak için haklı sebeplere sahip oluyor ve yerel halkı Hıristiyanlaştırma çabalarına rahatlıkla meşruiyet kazandırıyordu.
Bazıları bu insanların geçmişte Hıristiyan olması nedeniyle din değiştirmelerinin meşru olduğunu, başka bir kesim ise bu halkların yalnızca ismen Hıristiyan olduğunu, ancak özünde pagan kaldıkları için İslam’ın bu kadar yayıldığını ileri sürüyordu. Her iki görüş de aynı sonuca varıyordu: Daha aktif bir Hıristiyanlaştırma çabasıyla bölge halklarının yeniden Hıristiyan dinine inanmasını sağlanacaktı.38 Ancak yerli halka yönelik çok sayıdaki misyonerlik çalışması, genellikle kâğıt üzerinde kaldı ve hayata geçirilemedi.
Aslında bölge yeniden Hıristiyanlaştırılmıyor, sürekli “yeniden Müslümanlaştırılıyordu.” Sufiliğin Nakşibendi koluna mensup dervişler bölgeye Müslümanlığın yeni bir dalgasını da taşımış oldu. Geçimlerini bağışlarla sağlayan bu Müslüman vaizlere görev verilmesine, kaynak yardımı yapılmasına ya da iktidar desteği sağlanmasına gerek yoktu. İran’dan sürülen vaizler, yaygın İslam inancının daha hoşgörüsüz ve daha az uzlaşmacı bir şeklini dağ köylerine getirdi. Bu köylerde bu tür bir akım oldukça fazla sayıda taraftar topluyordu. Şeyh Mansur’un 1780’lerde başlattığı Rusya ve Hıristiyanlık karşıtı ayaklanma Sufilerin Kafkasya’da artmakta olan etkisinin doğrudan ortaya çıkardığı bir sonuçtu.39 Bu ayaklanma Rus “kâfirlerin” ilerleyişinin önünü kesmekte başarısız olsa da, Kuzey Kafkasya halklarının hafızasında kalıcı izler bıraktı. Ayrıca bu isyan Müslüman din adamlarının Ruslara karşı gazavat (kutsal savaş) olarak başlattığı ayaklanmaların yalnızca ilkiydi. Rusya’nın bölgede devam eden yayılmacı politikaları, yerli halkı kaçınılmaz olarak yerli Müslüman din adamlarının kucağına atıyor ve halkın direnişinin İslam’ın yeşil sancağı altında toplanmasına neden oluyordu.
22 Elbette aynı olayı bir yıl sonra Gürcistan kralına anlatan Rus diplomatik heyetinin bakış açısının daha farklı oldu görülüyor. Heyetin anlattığına göre, İstanbul patriği Jeremiah, kendisiyle birlikte İskenderiye, Kudüs ve Antakya’daki üç patriğin çardan Rusya’da kendi papasını ilan etmesi için ricada bulunmak üzere özel bir görevle Moskova’ya gelmişti. Buna göre, ilan edilecek bu yeni papa kâfir Latin Roma’daki papanın yerine geçecek ve Tanrı’dan Hıristiyanları özgürleştirmesi ve Müslümanları yenilgiye uğratması için çara yardım etmesini dileyecekti. Moskova’nın kendisine biçtiği rakipsiz üstünlük rolüne ve çarı sonsuz ölçüde yüceleştirme ihtiyacına uygun olarak düşünüldüğünde diğerlerinin mütevazı maruzatlarına çarın atayacağı papa ancak yardımsever bir şekilde yaklaşabilirdi. Statüleri, tebaanın hükümdara yaptığı hizmetler açısından değerlendirilmek zorunda kalınan Kafkasya’nın yerli halkları gibi, Ortodoks patriklerinden de yüce yönetici Rus çarına yalvarmaları bekleniyordu. Ancak retorik ve gerçeklik uyuşmadı. Resmi Rus kayıtlarının haricinde tutulan kilise kayıtları olayların gerçekte nasıl geliştiğini gösteriyor. Yerli halkın yazılı olarak kaydedilmeyen hikâyesi Moskova’nın oluşturduğu resmi anlatı içinde kayboluyor. (Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 12, s. 208).
23 Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 6, s. 53-62 Benzer bir başvuru da Ermeni piskopos Martin tarafından Derbent’te yaşayan ve zorla Müslüman yapılmak istenen Ermenilerin korunması için yapıldı (Tsentralnıy Gosudarstevennıy Voenno-İstoriçeskiy Arhiv (bundan böyle MA olarak alıntılanacaktır) F. VUA, No 18472, 1. 3). Hem Gürcüler hem de Ermeniler himaye edilmeleri için sürekli Rusya’dan yardım almayı umdu; bkz. Ronald Grigor Suny, The Making of the Georgian Nation (Bloomington, Ind., 1988), s. 56-59 ve Looking toward Ararat: Armenia in Modern History (Bloomington, Ind., 1993), s. 31-36.
24 Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 12, s. 203. Aradan yüzyılı aşkın bir süre geçtikten sonra, Rusya’nın 1696’da Osmanlı’nın bölgedeki en önemli yerleşkesi olan Azak kalesini ele geçirmesinden sonra, şamhal Osmanlı padişahına başvurdu. Rusları Kabardey’deki Terek nehri kıyısında bulunan Tatartup’taki yeni inşa edilmiş kalelerinden püskürtmek için Osmanlıların asker, top ve cephane göndermesini talep etti. Padişahın gönderdiği askeri birlik talep edilenden çok daha küçüktü. Kabardey’e ulaşamayan bu birlik, o dönemde Kuban’ın ağzına yeni inşa edilen Acu kalesine konuşlandırıldı (Silahtar Mehmet Ağa Fındıklılı, Nusretname, ed. İsmet Parmaksızoğlu, 2 cilt. [İstanbul, 1962-66], 1:323-24). 1750’lerde, Osmanlı padişahına güvenemeyen şamhal aynı anda hem Ruslardan hem de İranlılardan yardım istedi (P.G. Butkov, Materialı dlya novoy istorii Kavkaza, s 1722 po 1803 god [St. Peterburg, 1869], 1:254). 1770’lerde ve 1780’lerde, Rusya ve Gürcistan ittifakıyla karşılaşan Dağıstan ve Azerbaycan, yeniden İstanbul’u yardıma çağırdı. {Başbakanlık Arşivi, İstanbul, Hatt-ı Hümayun Tasnifi, No 73, 94; Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasabetlere Dair Arşiv Belgeleri, cilt 1 [1578-1914], [Ankara, 1992], s. 62-93)
25Kabardino-russkiye otnoşeniya, 1:14-15, No 6; 1:23-25, No 12; Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 33, s. 572.
26 Russko-dagestanskiye otnoşeniya 17-pervoy polovinı 18 vv., No 79, s.
27 Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 4, s. 26-27, 37. 1775’te Astrahan’daki bir Rus yetkilisine göre Rus yönetiminin, inancı ve yıkılan kiliseleri yeniden inşa etme gerekçeleriyle stratejik açıdan Gürcistan’a yakın bir konumda bulunan ve Kabardey’in daha kolay kontrol altına alınmasını sağlayabilecek Tatartup’ta yerleşime başlaması gerekiyordu. (Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:314, No 220).
28 Russko-dagestanskiye otnoşeniya 17-pervoy polovinı 18 vv., No 131, s. 261-62.
29 RGADA Senat, F. 248, op. 113, d. 1257, 1. 14 ob.
30 VIA F. 52, op. 1, d. 350, pt. 4; d. 72, pt. 1, l. 1.
31 A.g.e., d. 72, pt. 1, 1. 197, 203 ob.
32 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2: 161, No 119.
33 Fındıklılı, Nusretname, 2:247. Bu zaferden kısa süre sonra Kabardeyler köle olarak ödedikleri haraçlarını ödemeye devam etmeye zorlandı. 1755’te, Kabardeyler, Kırım’a köle göndermeyi yeniden reddetti. (Tsentralnıy derjavnıy istorıçnıy arhiv Ukrainı v misti Kiivi, F. 59, op. 1, d. 2,668, l. 6).
34 Snoşeniya Rossii s Kavkazom, No 20, s. 305.
35 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2:360, 362, No 256
36 Polnoye sobraniye postanovleniy i rasposyajeniy po vedomstvu pravoslavnogo ispovedaniya Rossiyskoy imperiy, cilt 2 (1744-45): 123-28, No 651; 310-13, No 805.
37 Kabardino-russkiye otnoşeniya, 2: 147-48, No 116; 2:318, No 221. Moskova’ın Kuzey Kafkasya üzerinde oldukça mantıksız gerekçelerle ilk kez hak iddia etmesi 1554 yılında, Polonya’ya göreve giden Moskova diplomatik heyetine verilen talimatlarda kendini göstermektedir. Moskova’nın Çerkesleri neden kendi tebaası olarak gördüğü sorusuna karşılık olarak, heyete Çerkeslerin Ryazan’dan kaçtıklarını, bu nedenle de Moskova’nın eski tebaası olduklarını söylemesi tembih edilmişti. (Solovyev, Estonya Rossii s drevneyşih vremen [Moskva, 1960], 3:515). 1594 yılında Çar Fyodor Osmanlı padişahına yazdığı mektupta Kafkasya’da yeni Rus kaleleri kurulmasının gerekçesini, “Dağlardaki Kabardey prenslerinin, Çerkes prenslerinin ve şamhalın Ryazan bölgesinde ezelden beri yaşayan Rus tebaaları olduğunu, Ryazan’dan kaçtıktan sonra dağlara çıktıklarını ve ardından Çerkeslerin ve Kabardeylerin babası Çar İvan’ın himayesi altına girmek için başvurduğunu” söyleyerek açıkladı.(Kabardino-russkiye otnoşeniya, 1:71, No 43).
38 B. F. Pfaf, “Materialı po istorii osetin,” Sbornik svedeniy o kavkazskih gortsah (1871), 5:95
39 Orta Asya’daki Buhara şehrinde 14. yüzyılda ortaya çıkan ve Sufi İslam’ın en yaygın tarikatlarından biri haline gelen Nakşibendi tarikatı ile ilgili daha fazla bilgi edinmek için bkz. “Nakshbandiyya” in The Encyclopaedia of lslam, new ed., ed. C.E. Bosworth ve diğ. (Leiden, 1992), 7:933-39. Mansur ayaklanmasıyla ilgili bkz. A. Bennigsen, “Un mouvement populaire au Caucase au XVIII siicle. La ‘Guerre Sainte’ du sheikh Mansur (1785-1791), page mat connue et controversée des relations russo-turques Cahiers du Monde.