'Çerkes Sorunu': Geçmeyen Geçmiş...

#7827 Ekleme Tarihi 09/01/2022 07:50:33

( A.T. Urushadze, Sosyo-Ekonomik ve İnsani Araştırmalar Enstitüsü, Rusya Bilimler Akademisi Güney Bilim Merkezi )

Kuzey Kafkasya'da ulusal hareketlerin gelişimindeki mevcut aşama, SSCB'de partinin ideolojik kontrolü zayıflatılmadan ve ardından Sovyet sistemi tamamen ortadan kaldırılmadan imkansızdı. Eski parti elitleri görüşlerini ulusal bilim ve sanat entellektüellerine ve bazı durumlarda orduya da kabul ettiriyordu.

Bölgedeki değişim sürecinde birçok eğitim ve canlandırma projesi aynı anda uygulanmaya başlandı. Ama Çerkeslerin ( Adığelerin ) durumu biraz farklıydı.

Halka açık toplantılarda, Kuzey Kafkasya'da yeni bir Sovyet sonrası ulus inşası aşamasına geçiş sorunu aktif olarak tartışılırken Adığey kamuoyunun ve elitlerinin önemli bir bölümü uzun süre bu konuda muhafazakar tavır aldılar.

İlk defa, 1 Aralık 1990'da toplanan Karadeniz Çerkesleri 1. Kongresinde, Çerkesçe konuşan nüfusun tam ve sağlıklı gelişmesi için bölgenin idari ve coğrafi sınırlarının değiştirilmesi gerektiği ilan edildi. Burada tarihi Shapsuğh topraklarında, Rusya sınırları içinde bir Shapsuğh Ulusal Bölgesi'nin kurulması gerektiği dile getirildi. Lazarevsky ve Tuapse bölgesinde.

Bir sonraki Karadeniz Çerkesleri II. Kongresi ( 30 Kasım-1 Aralık 1991 ) katılımcıları Soçi'den Anapa'ya Shapsuğhya'yı kurma fikrini tartıştılar. Burada yapılan konuşmalar, üç Çerkes Cumhuriyeti ile Krasnodar'ın ve Stavropol'un güney bölgelerini içerdiği kabul edilen Çerkesya'nın restorasyonu konseptinin temeli oldu.

Ancak, Çerkes aydınları kendilerini "dile getirmek ve talep etmek" ile sınırlarken, diğer Kuzey Kafkasya halklarının temsilcileri kendi kaderini tayin hakkını daha tutarlı ve kararlı bir şekilde savundular.

Mesela, Balkar sivil toplum örgütlerinin ve yerleşimlerinin temsilcilerinden oluşan Balkar Halk Kongresi, 17 Kasım 1991'de, Balkar sürgünü yıllarındaki coğrafyayı esas alarak, dört Balkar bölgesinde, Rusya Federasyonu sınırları içinde bir Balkar Cumhuriyeti kurulmasını istediğini deklere etti.

Başkan Chabdarov başkanlığındaki Ulusal Konsey, Balkar halkının en yüksek otoritesi olarak seçildi. İlginç bir şekilde, 19 Kasım 1991'de.

Kabardey Balkar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ( KBSSR ) Yüksek Sovyeti'nin olağanüstü oturumunda, milletvekilleri ve kamu kuruluşlarının temsilcileri Balkarların bu ilanına olumlu tepki gösterdiler ve neredeyse oybirliğiyle destek verdiler.

Ancak kısa süre sonra, Kabardey-Balkar'da Başkan V.M. Kokov liderliğinde fiili bir otoriter yapı ortaya çıktı. Federal merkezin de desteğini alan Cumhuriyet yönetimi, KBR'nin yapısını değiştirmenin imkansız olduğunu ilan etti.

Hükümetin ve halkın yetkili temsilcilerini içeren Birleşik Kabardey-Balkar Bölgesinin Korunması Hareketi Geçici Koordinasyon Konseyi merkezkaç eğilimlerin bastırılmasında önemli bir rol oynadı. Konsey'de G.S. Gubin, M.I. Dokshokov ve M.Ç Zalikhanov gibi isimler vardı.

KBR'deki durumu stabilize eden V.M. Kokov, akabinde Cumhuriyetin kamu kuruluşlarını etkisiz hale getirdi.

Ama Kabardey-Balkar'da kamu faaliyetlerindeki düşüş, yaşam standardının da feci şekilde düşmesi ile sonuçlandı.

Bu koşullar altında, Çerkes etnosunun sadece sosyo-politik değil, aynı zamanda etnokültürel ilgisizliği de hızla büyüdü ve nihayetinde Adığe etnik kimliğinin krizine dönüştü.

V. Shapsuğh Kongresinde ( 30 Mart - 1 Nisan 2002 ), Shapsuğh Ulusal Bölgesi'nin kurulması talebi geri çekildi. Toplantının ana konularının çevre sorunları ve Adiğe köylerinin iyileştirilmesi gibi konular olması önemlidir.

23 Kasım 2008'de Çerkessk'te düzenlenen Olağanüstü Çerkes Halk Kongresi'nde Çerkesya'nın restorasyonu/yeniden kurulması fikri bir kez daha kamuoyunda aktif olarak tartışılmaya başlandı. Kongrede gençlik kongresi delegeleri idari-bölgesel birleştirme yoluyla Rusya Federasyonu içinde birleşik bir Çerkes Cumhuriyeti yaratma önerisini dile getirdiler.

Periyodik olarak dile getirilen bu birleşik Çerkesya talebinin, diğer şeylerin yanı sıra, bir dizi nesnel tarihsel nedeni var.

"Çerkes meselesi"nin en akut boyutu, Kafkas savaşı olayları ile ilişkili olan Çerkes Soykırımı ve sürgünü trajedisidir.

Rusya Cumhurbaşkanı B.N. Yeltzin, "Kafkasya halklarına hitaben" 18 Mayıs 1994 tarihinde yaptığı konuşmada, Kafkas Savaşı olaylarının "Kafkasya halklarının sadece kendi topraklarında hayatta kalma mücadelesi değil, aynı zamanda ulusal karakterin en iyi özellikleri olan orijinal kültürün korunması için cesur bir mücadele" olduğuna dikkat çekti ( Rusya Federasyonu Başkanı B.N. Yeltsin'in Kafkasya Halklarına Adresi, 1994 ) ve şöyle dedi:

"Bu eski trajik olayların hatırası torunlarımızın kalbinde saklı kalsın ve yeni trajedilere karşı hepimize bir uyarı olsun" ( Rusya Federasyonu Başkanı B.N. Yeltsin'in Kafkasya halklarına hitabesi, 1994).

Ancak bu çağrı ( itiraf, HS ), devletin tarihsel politikasının temeli haline gelmedi. B.N. Yeltsin, Kafkas Savaşının özünü ve dağlıların tahliyesini alenen dile getiren ilk ve şimdiye kadar son Rus cumhurbaşkanı oldu.

Krasnodar ve Stavropol Bölgelerindeki bölgesel Rus yetkililer daha 2000'lerin başında, tarihsel siyaset alanında bambaşka bir programı uygulamaya koydular.

2003 yılında, Lazarevsky'de, Kafkas Savaşı yıllarında Kuzey-Batı Kafkasya'nın ablukasına katılan Amiral M.P. Lazarev'in bir anıtı dikildi. Anıt, yerel Çerkes halkın protestolarına rağmen açıldı.

2008 yılında Mineralnye Vody'de ve 2010 yılında Pyatigorsk'ta Kafkas Savaşlarının en tartışmalı isimlerinden biri olan General A.P. Yermolov'un anıtları, Kuzey Kafkasya'daki Kazak örgütlerinin aktif katılımıyla, dikildi, ki özellikle Pyatigorsk anıtı, bölgedeki tüm Kazakların birleşmesini simgeliyor.

Bu anıtlar, Kuzey Kafkasya'nın Çerkes nüfusu tarafından Rus işgali ve bu işgalin sembolleri olarak algılanmaktadır.

Bölgesel otoritelerin söylemlerindeki bu "devletleşme" yönündeki değişim ile ve Krasnodar Bölgesi'nin hızla bir "Kazak ülkesine" sembolik dönüşümü ile eş zamanlı olarak, Çerkes toplumunun duygu ve taleplerinde bir radikalleşme gerçekleşti.

Bu da anıtların kuruluşuna yansıdı.

2012 yılında Gürcistan topraklarında, Anaklia'da, "Çerkes Soykırımının Kurbanları Anısına" dikilen Anıtın açılışı yapıldı.

Açılış törenine Rusya'nın Kuzey Kafkasya'sı da dahil olmak üzere dünyanın her yerinden Çerkes heyetleri katıldı.

"Çerkes soykırımı derken neyi kastediyorsunuz?" sorusuna anıtın mimarı, Kabardey Balkar Cumhuriyeti'nden bir heykeltraş H. Kochesoko şöyle yanıt verdi:

“Çerkesya büyük bir ülkeydi. Ama şimdi yok. Bu bir soykırımdır".

Böylece Çerkes soykırımı, Çerkesya'nın yok edildiği fikrine dönüşüyor, bu da Rusya sınırları içinde bir Çerkes Cumhuriyeti'nin kurulması talebinin tarihsel nedeni oluyor.

Kafkas Savaşlarında öldürülenlerin anısına her yıl 21 Mayıs'ta Nalchık, Maykop ve Çerkessk'te yas etkinlikleri örgütleniyor. Bu, "Adığe" bölgelerinde unutulmayacak, en önemli günlerden biridir.

Kabardey Balkar Cumhuriyeti parlamentosunun ve hükümetinin resmi yayın organı olan KBR'nin resmi gazetesi olan "Kabardino-Balkarskaya Pravda"nın, neredeyse tamamı Kafkas Savaşı'nın sona ermesinin 150. yılına ayrılan, 21 Mayıs 2014 tarihli sayısında, KBR sivil toplum örgütü "Adığe Xase" başkanı M. M. Hafıtze tarafından bir makale yayınlandı. Yazının başlığı, "Tarih geri döndürülemez"di.

Yazar, makalesinde “geçmiş trajik günler tarihsel hafızamızda hala canlı, savaşın açtığı yaralar hala iyileşmedi, çünkü sonuçları modern Kabardeyler, Adığeler, Çerkesler, Shapsuglar tarafından hala hissediliyor. Kafkas savaşlarının acı gerçeğini, Adığe etnosunun başına gelen trajediyi gizleme politikası kalıcı bir ahlaki ihlal, tarihsel adaletsizlik ve kızgınlık hissi olarak Demoklesin kılıcı gibi üstlerinde sallanıyor” diyor.

Kafkas Savaşı Kurbanlarını Anma Günü, bölgesel anma takviminin yalnızca bir parçasıdır. Bu bağlamda tarihçi O.A. Zhansitov ( О.А. Жанситов ), "Federal merkezin bu olayları görmezden gelmesi onlara bir tür küçük kasaba hissi veriyor, statülerini ve önemlerini düşürüyor" diyor.

Bu şartlar altında Kuzey Kafkasya şehirlerinde A.P. Yermelov'un anıtlarının dikilmesi Çerkeslere acı veriyor. Kafkas Savaşı'nın hatıraları, Kuzey Kafkasya'da, geçmişin farklı ve rakip versiyonları olarak yeniden üretiliyor.

Bu sembolik çatışma, Çerkes soykırımı sorununa kalıcı bir nitelik kazandırıyor, üstesinden gelinmemiş tarihsel belleğin travmasına dayanan etnik seferberlik olasılığını koruyor.

İnsanoğlu medeniyetin gelişiminin ve küreselleşme süreçlerinin modern koşullarında, anlamı ethnosların canlılığında yatan "modernliğin etnik paradoksuyla" yüzleşmeye devam ediyoruz. Çerkesler söz konusu olduğunda, bu canlılık, ara sıra gözlemlenen bir özdeşleşmede kendini gösteriyor.

Konuya hakim röportajlardan birinden bir alıntı şöyle:

"Rusça olarak sorarsanız, soruyu soran kişinin etkisiyle bir kişi kendisine 'Kabardey' diyebilir, ancak bu soru bir Adığe tarafından Adığe dilinde sorulursa, cevap kesinlikle 'Ben Adığeyim' olacaktır".

Bu genellikle göz ardı edilir. Ancak kişinin kendi kimliğinin tanımı çoğu zaman durumsaldır ve belirli koşullara bağlıdır.

Ortak Adığe kimliğinin evrenselliğinin/farklılığının derecesine ilişkin bir uzmanın değerlendirmesini daha veriyoruz: “Genel olarak, herkes bu konuya bireysel olarak karar verir. Bazıları için günlük yaşamın önemli bir bileşenidir, ancak diğerleri için boş bir sözdür ”( PMA. A. N. Takova ile röportaj-ПМА. Интервью с А.Н. Таковой ).

Adığelerin birliği fikri sadece kamu liderlerinin ve yazarların bir PR kampanyası değildir. Etnik dayanışma duygusu, artık Kuzey Kafkasya’nın "Adığe" bölgelerinde yaşayan nüfusun bir kısmının günlük yaşamına da girmiştir.

Genel "Adığe" yerine ayrı kimlikle ( Adığe, Kabardey, Çerkes ) oluşturmaya yönelik Sovyet deneyi kesintiye uğradı ama bitmedi.

Bu, Kajarov'un "etnik ölüm"de bahsettiği, Sovyet sonrası dönemde Çerkeslerin yaşadığı büyük ölçekli kimlik krizini de açıklıyor.

Ancak, Çerkeslerin ortak vatanları, etnokültürel birlikleri hakkındaki kamuoyunun fikirleri ne kadar belirsiz olursa olsun, Büyük Çerkesya fikrinin periyodik olarak ortaya çıkmasının nedenlerinden biri olarak kaldığı açık.

Çerkeslerin ortak evi olarak Büyük Çerkesya modeline geri dönüş, E. Keduri'nin ünlü eseri "Milliyetçilik"te sunulan milliyetçiliğin temel itici gücünün tanımına tam olarak karşılık geliyor: "Basit bir ifadeyle, birleşik bir toplulukta birlikte yaşama arzusundan bahsediyoruz."

Sovyet milliyet politikası iki ilke üzerine inşa edildi: Marksizm ve modernleşme. Yukarıda bahsedilen ilkelerden ilki, ulusal ideolojinin, ulusal laflar kisvesi altında, toplumun proleter katmanlarıyla sınıf üstü bir ittifak oluşturabilen burjuvazinin elinde tehlikeli bir silah olduğunu varsayıyordu. Bolşeviklerin liderlerine göre, burjuvazi ve soylular, milliyetçiliği kendi dar sınıf çıkarları için kullanabilirlerdi.

Sınıflar üstü bir ittifakın oluşumunu önlemek için V.I. Lenin ve I.V. Stalin, parti içi tartışmalarda tutarlı bir şekilde ulusların kendi kaderini tayin hakkı sloganına duyulan ihtiyacı savundu. Bu slogan, sınıflar üstü bir ittifakın oluşumuna karşı, "karşı-devrimci unsurların tecavüzünün" önlenmesini sağlayan bir araçtı.

İlk Sovyet hükümetinin liderleri, çökmüş Rus İmparatorluğu'nun eteklerinde her yerde kendini gösteren ulusal fikirlerin ve milliyetçiliğin popülaritesi karşısında şaşırdılar.

Milliyetçilik, hesaba katılması gereken nesnel bir tarihsel gerçeklik olarak kabul edildi. Milliyetçilik, Sovyet liderlerinin düşüncelerine göre, tarihsel gelişim yolunda kaçınılmaz bir aşamaydı.

Milliyetçiliğin sosyal yaşamda ve sosyal ilişkilerde bu oynadığı varsayılan rol, Bolşevikleri, Sovyet devletinde ulusların tüm tonlarının gelişmesini teşvik etmenin gerekli olduğu sonucuna götürdü. Kapsamlı modernizasyon politikası, ulusal olanın erken gelişimini kolaylaştırmaktı.

Milliyetçiliğin gelişmesine yardım eden Bolşevikler, tam çiçek açmış haldeyken bu fenomenin doğal olarak kendini tüketeceğini, gerileyeceğini ve sonunda yok olacağını umdular.

Ünlü araştırmacı T. Martin, Sovyet devletinde bir ulusun varlığının dört biçimini tanımladı: bölge, seçkinler, kültür, dil. Bu milliyetçilik biçimlerinin gelişimi, Sovyet ulus inşasının ana içeriğiydi.

Kuzey Kafkasya'da Sovyet döneminde örgütlenen yerel yönetim organlarındaki ulusal eşitlik sistemi, potansiyelini büyük ölçüde tüketti. Dahası, Kafkasya'da gayri resmi "Lübnan protokolü"nün daha fazla yeniden üretilmesinin, reddedilmekten daha fazla tehditlerle dolu olduğunu söyleyebiliriz.

Hem Karaçay-Çerkesya'da hem de Kabardey-Balkarya'da, "ikinci" ulusların temsilcileri, bu ulusal eşitlik sistemini şiddetle reddettiklerini ifade etmeye devam ederken, Cumhuriyetlerin etnik çoğunlukları bu sistemin korunmasını istikrarlı bir kalkınmanın garantisi olarak görüyorlar.

Kabardey Balkar Cumhuriyeti'nin iktidar yapılarındaki Balkarlar ile Karaçay Çerkes Cumhuriyeti'nin iktidar organlarındaki Çerkes temsilciler, Cumhuriyetlerin siyasi, sosyo-ekonomik yaşamına ilişkin önemli kararların alınmasında kesinlikle hiçbir etkilerinin olmadığını sıklıkla dile getiriyorlar.

Bu tezi örneklendirmek için röportaj materyallerine dönelim:

“Balkarlar yerleşimler arası bölgeler konusunda iktidardaki kendi temsilcilerine başvurdular, ancak bu kişiler yardım edemeyeceklerini ve hiçbir şeyi çözemediklerini söylediler.

Sistem, işbirliğine hazır olanları, sadık olanları seçiyor. Bu nedenle toplum parlamentodaki Balkar milletvekillerine ve parlamento başkanına kukla muamelesi yapıyor. Orada kendi rollerini oynamak zorundalar ve oynuyorlar. Maalesef hepsi bu".

Ama aynı durum Karaçay Çerkes Cumhuriyeti'nde de gözleniyor.

Tanımlanan sorunlar, nesnel doğasına rağmen, şimdiye kadar bölgenin Adığe veya Balkar nüfusunun geniş katmanlarının yaşamında öncü ve hatta önemli bir role sahip değiller.

Tartışmalar oldukça dar bir toplumsal aktivist ve entelektüel tabakanın ötesine geçmiyor.

Bu bağlamda, Adığe kamu kuruluşlarının faaliyetlerinin Kuzey Kafkasya'daki Rus egemenliğine yönelik bir tehdit olduklarına dair inancın saçma olduğunu not etmek gerekir.

Bu durum, muhataplarımızdan biri tarafından şöyle ifade edildi:

"Halkın bu örgütün ( Uluslararası Çerkes Birliği - DÇB ) varlığından, liderlerinden, hatta ofisinin yerinden, hedeflerinden haberi bile yok"... Dahası, “… bu kuruluşlar, bırakın yeterli sayıda destekçiyi, yeterli kaynağa bile sahip değiller. Ve gelecekte de sahip olamayacaklar".

Kuzey Kafkasya'da Rus egemenliğine yönelik tehdit, kamu kuruluşlarının faaliyetlerinde değil, bölgesel ve federal politikanın kusurlarında ve çelişkilerinde aranmalıdır.

"Çerkes meselesi" etrafındaki tartışmalar, sadece Adıgece konuşan Kuzey Kafkasya'nın değil, ulus inşanın ve idari-bölgesel reformların temel sorunlarına değiniyor.

Birleşik bir Çerkes Cumhuriyeti yaratma düşüncesi, hem "Çerkes meselesi"nin bir parçası olarak hem de nesnel tarihsel zemine sahip ayrı bir sosyo-politik sorun olarak görülebilir.

Diğer bir deyişle, "Çerkes sorunu", kendi oluşum geçmişleri ve gelişme mantığı olan bileşenleri içerir.

Bu sorunların çözümü, özellikle ulus inşası meseleleri, gecikmiş bir gereklilik olarak bağımsız bir şekilde ilerleyebilir.

Bize göre, en büyük tehlike tam olarak yukarıda açıklanan çelişkilerin marjinalleştirilmesinde yatmaktadır.

Bu, etnik sorunların korunmasına yol açar ve bölgenin çatışma potansiyelini besler.

A.T. Urushadze,

Sosyo-Ekonomik ve İnsani Araştırmalar Enstitüsü, Rusya Bilimler Akademisi Güney Bilim Merkezi, Güney Federal Bölgesi

Kaynak: Natpress

Çerkesya Hareketi Haber Merkezi

Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks