“Türküm, Doğruyum, Çalışkanım!”

#6848 Ekleme Tarihi 25/03/2021 02:34:43

“Türküm, Doğruyum, Çalışkanım!”
 

Son günlerde bir “Andımız” tartışmasıdır gidiyor. Tartışan kişiler, guruplar, partiler, içinde „Türklük“ sözü geçtiği için büyük bir „özenle“ sözümona bir sağduyu ile bir devletin, neden 7-8 yaşındaki çocukların varlıklarını; hem de Türk olmadıkları halde, ne olduğunu bile bilmedikleri bir „Türk Varlığına“ feda etsin deniyor!

Ülkedeki tüm ulusal aidiyetler, Türk çocukları da dahil „bir varlığa“ armağan ediliyor!

Bu ırkçı söylem bir yana, „Bir anne-baba nasıl olur da çocuğunu kurban eder?“ diyen de yok!

Bundan vaz geçtim, tartışmaya katılan bazı Çerkesler de oldu. Neden nasıl tartışması bu noktada anlamsız. Ben kendi adıma „Varlığım Çerkes varlığına …“ denseydi de karşı çıkardım. Bir ulusun devletine, kendisine sahip çıkmasının tek yolu, o ulusun çocuklarının, bireylerinin ırkçılaştırılması değildir, olamaz! Çünkü hiç bir ulus Ayşe, Fatma, Ali, Mustafa gibi homojen bir yapı değildir.

İlk okullarda her sabah dersler başlamadan topluca söylenen, sonu da “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” diye biten „Sabah Andı“ böyle başlardı. Bu andın, o yaştaki çocuklara, nasıl, neden topluca söyletildiğinin kısa öyküsünü anlatmak geldi içimden.

1940 – 50’li yıllar, Atatürk, Atatürkçülük, Atatürk ilkeleri'nin en çok, en yoğun tartışılan ilkeler bütünü olarak, ilkokullardan başlayarak, tüm eğitim kurumlarına yerleştirilmeye çalışıldığı yıllardır.[1] Bunun önemli bir nedeni de 1924-25 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası sayılmazsa, Nuri Demirağ önderliğinde 1946 kurulan Milli Kalkınma Partisi ile çok partili sistemin başlamış olmasıdır denebilir.

İşte sorunun başladığı yıllar da bu döneme denk gelir. Çünkü o yıllara kadar „dizginlenmiş“ olan İslami, dinci akımlar, tekkeler, zaviyeler, bu defa çok partili sistemde, Laikliği dinsizlik olarak kavrayan „Anadolu İslamı“ denebilecek ilkel, kaba İslami akımlara kapı açmıştılar. İşte “Türkçülük” adı altında Türk Irkçılığı da o yıllarda, aynı bu gün olduğu gibi resmen devlet desteği ile, bu tutucu akımlara, giderek gelişen sol Cumhuriyetçi, cılız sosyalist akımlara savaş açmıştı.

Yani konunun, görünüşte ulusal azınlıklarla ilgisi yoktu. Bu, var olan devlet ile, onu zayıflatmak isteyen, „Kökü dışarda mihraklar“, gerici islamcılar, dinsiz komünistler, Türk düşmanları ile ilgili idi! Zaten devlet de „Türk“ deyince tüm TC yurttaşlarını kasdet miyor muydu?

İşte tam da bu nokta biz Çerkesleri ilgilendiriyor. Neden mi? Bazı akımlar, gruplar, „Tüm Kafkasya’lılar Çerkestir“ diyorlar. Üstelik Çerkesler kendilerine „Çerkes“ deyince hep birden ayağa kalkıp „Nasıl dersiniz? Bu ayrımcılıktır. Bölücülüktür“ diye tavırlar alıyorlar. Hiç biri de demiyor ki: „Yahu Abhazlar, Osetler, Avarlar, daha bir çokları da Çerkes ise, neden hepsi birleşip de bir Çerkesya olamıyor?“

Dahası var, birey olarak konuşurken „Benim babam Abaza, annem Çerkes, benim annem Çeçen, Babam Çerkes“ diyen çok! Çerkes sözcüğü salt Çerkeslere yasak!

Bu konuya bir başka yazıda değineceğim. Şimdi asıl konumuza „Andımızın“ öyküsüne dönelim. Çerkes olsun olmasın, tüm Kafkasyalılara öğüt anlamında:

Daha Abdulhamit zamanında başlayan, Avrupa’nın neden geliştiği, bizim neden “geri” kaldığımız yönlü araştırmaların, M.Kemal döneminde de sürdürüldüğü biliniyor. Türk Dil ve Tarih Kurumu da bu amaçla kuruldu bile denebilir. Burada, bu ileri - geri kavramlarının, başlangıçta salt iktisadi gelişme ile ilgili kavramlar olarak kullanıldığını belirtmek gerekiyor!

İşte bu araştırmalara katılan, ABD, İngiltere ve Almanya’da bu doğrultuda araştırmalar yapan Dr. Saffet Engin, araştırmalarının sonuçlarını özetlediği Atatürkçülük –Moskofluk, Türklük Savaşları- adlı kitabında, bu Sabah Andı’nın nasıl önerildiğini anlatıyor. Dr. Saffet ( Arı ) Engin, o dönemde, Türk Tarih Kurumu ve Kültür Bakanlığı Ulusal Öğretim ve Eğitim Kurulu üyesi. Kitap 1953‘te yayınlandı.

Avrupa’da incelemeler yaptıkları sırada, Londra’da, Pemberton Gardens sokağında bir ilk okulu ziyaret ediyorlar. O sabah, okulda bir Brownie Töreni ( 7-9 yaş arası izci çocuklar) yapılacaktır. Gerisini kendisinden dinleyelim:

“...Çocuklar büyük bir odada toplanmışlar. Karşıda Kralın İngiliz Bayrağı ile süslenmiş büyük bir resmi asılı. Çocuklar, ulusal türküyü hep bir ağızdan söylerken, iki yana İngiliz bayrakları çekiliyor. Sonra, o gün Brownie’den geçecek her çocuk, sıra ile Kralın resmi önünde, çok içli ve ezberlenmiş bir and içiyor. En küçük bir ses, en küçük bir gevşeklik yoktur. Oda loşçadır ve kırmızımtırak ışıklar Kralın üzerine çevrilmiştir. O ant içme sözleri, çocuğun içine işlemekte ve kimilerinin gözlerinden yaşlar getirmektedir. ‚Ben İngilizim, İngilizliği herşeyin üstünde, canımdan, evimden barkımdan üstün tutarım. Gönül ve kafamda İngiliz onurumu yaşatırım. Onun korunması ve yükseltilmesi uğrunda, her an ölmeğe hazırım‘...” ( Dr. Arı Engin. Atatürkçülük ve.. Sy.40 )

Dr.Saffet ( Arı ) Engin, daha sonra, 1942 - 45 yılları arasında, Almanya’da bilimsel araştırmalarda bulundukları sırada ( Tarihe dikkat! T.Aday ), Alman okullarında da benzer usullerin uygulandığına işaret ediyor. Devamla ABD‘de de Amerikalılaştırma usulünün, yabancı göçmen çocukların çokluğundan dolayı, “Eritme Kazanı” denilen çok sert usullerle uygulandığını ekliyor.

Vardığı sonuç ile yaptığı öneri ilginç:

“Bu usul bizde de uygulanırsa, ne azınlık benliği, ne de azınlık tehlikesi kalır. Bütün azınlık çocukları ve hele en tehlikelileri olan müslüman azınlıkları ( Alevi, Şii vb. T.Aday ), öz Türk gibi Türk kesilirler ve büyüdüklerinde bizi içimizden kemiren bir kurt, birer mikrop olmaktan çıkarlar. Bunu daha önce de birkaç dergide yayımlanan yazılarımızda ve bildiriğimizde Ulusal Eğitim Bakanlığımıza öğütlemiştik. Umarız ki, çok geçmeden böyle bir koruyucu usul okullarımızda uygulanmış olsun.” (Age. Sy.) 41)

Daha sonra, bu öğüde uygun olarak, yazının başlığında kullandığımız cümle ile başlayan „Sabah Andı“ hazırlandı. Gerekçe açıklanırken, azınlık üyesi TC vatandaşlarının yetkili makamlara gelmeleri halinde, yabancı propagandalara açık olabileceklerinden; çünkü kendi kimliklerini kaybedecek olduklarından, Türk bütüncülüğüne ( Pantürkizm ), Türk dili ile tarihine de düşman oldukları ekleniyor.

Daha fazla yoruma gerek var mı bilmem?

Türkiye Cumhuriyeti’nde dini, ulusal azınlıklara düşman resmi görüş, o dönemlerde böyle pervasızca sergilenebiliyordu. Bu konuya biraz uzak olsa da, belirtilmesi gereken bir diğer nokta da, daha sonraki sol örgütlerin, bütünü ile Stalin’e ait olan, “Ezilen ulusların milliyetçiliği ilericiliktir” gibi kaba bir görüşü Marxizm adına savunmalarının etkisidir.

Her türlü demokratik eşitlik hareketinin, „sol eşittir bölücülük“, „kökü dışarda mihraklar“ diye yorumlanması ile bu demokratik istençlere saldırıların kaynağı da işte bu “Tek, arı bir ulus” yaratma çılgınlığıdır.

Azınlıkları asimile ederek yok etmek fikri, ileride sol düşünceleri de düşman görmeye kadar gitmiştir. Cumhuriyet tarihindeki katliamların, sol, sosyalizm düşmanı saldırıların düşünsel temeli de budur.

Günümüzde işte bu saldırgan ideoloji, islami bir ideoloji ile süslenerek,
“Türküz-Müslümanız” diyerek, demokrasiyi seçme-seçilme özgürlüğüne indirgeyerek,
davranış, inanç, düşünce özgürlüğünü hiçe sayarak, adeta tüm topluma karşı bir cihad içinde olan „Savaş Kabinesi“ tarafından savunulmaktadır.

Birçok insan, nasıl olupta bu kadar alenen hırsızlık yapan, cinayetleri, tecavüzleri, sahtekarlıkları onaylayan bir insanın seçilebilmiş olmasına hayret ediyor.

AKP İktidarı, Topçu kışlasında Şeriat için ayaklanan, yakalanarak idam edilen Derviş Vahdeti’yi, TC adına “İade-i İtibar” ile özgürleştirmedi mi? Yani aklamadı mı?

O ayaklanmadan sağ kurtulan Said Nursi’nin izleyicisini ( Fethullah Gülen ile taraftarları ) vatan haini ilan ederek, “Bu işi, yani Şeriati ben getireceğim!” demiş olmadı mı?

Bizim bugün artık Türkiye’de gördüğümüz din adına bir savaş, yani Cihad içinde olan, hileye başvurur, sahtekarlık yapar, yalan söyler, tuzak kurar, cinayet işler! Bunları bir biçimde meşrulaştırır...

 


[1] Bu Türklük andı Dönemin Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından hazırlanmış ve 1933 yılında uygulamaya konulmuştur. Daha sonra, 1940-44 ile 1972 ve 1997 yılında çeşitli değişikliklere uğrayarak bugünkü halini almıştır.

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks