‘21 MAYIS’ İÇİN GERİYE SAYIM BAŞLADI!

#305 Ekleme Tarihi 16/10/2015 10:57:12
08 Mayıs 2015 Cuma  

“Prangaya vurulmuş insan, kendisini, özgür insandan daha güvende hisseder!”

                                                                                           Kafka

  Politik mücadelenin bir vizyonu vardır, bir de kısa veya orta vadede ulaşılabilir, hedefleri. Vizyon'a stratejik; ulaşılabilir hedeflere de taktik olan da denilebilir. Vizyon, “yolun sonu” veya bir çelişkinin çözüm sürecidir. Bu sürecin içindeki taktik evreler ise, yol üzerinde aşılması gereken engeller veya açılması gereken kapılar. Stratejik olan, kurulu düzenin veya sistemin değişmesi, nihai hedefe ulaşılması ile sonlanır. Taktik olan, nihai hedefe yürürken karşı karşıya kalınan, aşılması gereken bir engeldir ve mücadele içerisinde, karşı karşıya gelenlerin yaptıkları hamleler ve karşı hamleler ile sürekli değişir. “Davaya sadakat”, taktik olana, taktik süreçlere ve bu süreçlerin sloganlarına veya görevlerine değil; stratejik olana: yani vizyona ve hedefe yürüyen harekete sadakattir. “Dava adamı”, taktik olanın sadece “taktik” ve açılması gereken bir kapı olduğunu anlamazsa ayrıntıda boğulur. Stratejik sürecin değil; taktik evrenin adamı veya “taktik yıldız” olur. Ya stratejik olanı taktik sürece feda eder; ya da bir evre bittiğinde kendisi de biter.

********

“Çerkes Sorunu” üzerine düşüncelerimizi tesadüfler üzerine inşa etmedik veya rüzgarın estiği yönde yelken açmadık. Tam tersine, birçok ön yargıyı ve tabuyu yıkmak zorunda kalacağımızı, fazla dostumuzun olmayacağını biliyorduk. Ama birilerinin “söylenmeyenleri” söylemesi; “Çerkes Ulusal Sorunu”nun çözümüne hizmet edecek bir kan değişimini başlatması gerekiyordu. Bizim misyonumuz bu olacaktı. Düşüncelerimizi formüle ettik ve anlatmaya başladık. Özetle: Modern toplumsal örgütlenme modeli, “ulus”tu. Kapitalizm öncesi ilişkileri tasfiye edemeyen, ulus olamayan insan toplulukları, ne kadar demokratik hak ve özgürlüklere sahip olurlarsa olsunlar kimliklerini, kültürlerini ve gelenek göreneklerini koruyamıyor, yok oluyorlardı. Öyleyse bizim de bir “uluslaşma” hedefimiz olmalıydı. Yani stratejik olan “Çerkes Ulusu” veya “uluslaşma” idi. Ulus olabilmek için, ortak bir dilimizin, gelecek ülkümüzün ve vizyonumuzun olması, ayaklarımızın vatan topraklarına basması gerekiyordu. Bunu anlatmak kolay değildi. Çünkü, Çerkes halkını asimile etmek isteyenler, “uluslaşmamız” için gerekli olan bütün değerleri tahrip etmiş, asimilasyonu bir siyasal-sosyal yaşam biçimi ve kültürel ilişkiler toplamı olarak örgütlemişlerdi. Bu nedenle politik söylemlerimiz, aynı zamanda, toplumsal yaşama müdahale olarak algılanacak, birileri bu kan değişimine direnecekti. Biz de direnmeli, “halinden memnun olanların” direnişini mutlaka kırmalı, kendiliğinden değil; kendisi için ve bilinçli bir topluluk olmalı, siyasallaşmalı ve bunun kurumlarını örgütlemeliydik. “Kültürel bir topluluk” olarak geleceğimiz yoktu. Hatta, bazılarının “ulusal kurtuluşun reçetesi” gibi sundukları sosyal-kültürel faaliyetleri ve anavatana dönüşü bile olması gerektiği gibi örgütleyemezdik. Çünkü bütün bu etkinlikleri örgütlemek veya böylesi etkinliklere katılmak için bir politik bilinç, yani “ulus olma bilinci” gerekiyordu. “Çerkes”i bir alt kimlik olarak formuüe eden, kendisini bu alt kimliğe ve yaşadığı ülkeye ait hisseden bir “Çerkes kökenli”nin; kimliğini, kültürünü ve gelenek göreneklerini koruması ve vatana dönmek istemesi için yeterli motivasyonu ve heyecanı olmazdı. Üst olan, alt olanı ezerdi. “Altta kalanın canı çıksın!” misali... Ama bunun tersi; yani Çerkesi “bir üst kimlik” olarak formüle etmek; böylece ulus olmanın belirleyici ögelerinden dil birliğini yok etmek, vatanı elle tutulur, gözle görülür bir vizyon olmaktan çıkarmak, Çerkes halkının dikkatini ve enerjisini dağıtmak da doğru değildi. Bu nedenle, “alt-üst kimlik; anavatan, atavatan vs yoktur, Çerkes ve Çerkesya vardır” dedik. Önce “biz”i ve “vatan”ı tanımladık! Bu “biz” ve “vatan” aynı zamanda bir vizyondu. Çerkes halkının yok oluşa karşı dinamiklerini açığa çıkaracak, ulusal direniş damarlarına taze kan pompalayacak.

********

Ama bu “taktik” süreçte, sadece “biz”i ve “vatan”ı tanımlamadık. Yol ve yöntem üzerine de kafa yorduk. Ve anlattık. Ama en can alıcı ve “acıtıcı” olan kimliğin ve vatanın tanımlanması idi. Çünkü, bu tanımı yapmadan, yani üzerinde sosyal, kültürel ilişkilerimizin inşa edildiği temeli yıkmadan, Çerkes Ulusal Günlerini örgütlemek bile mümkün olamayacaktı/olmuyordu. Bu nedenle, uzun bir süre, belki de bıktırıncaya kadar, bu konuda yoğunlaştık. Ve herkes kimliği veya vatanı nasıl tanımlıyorsa, öyle saf tuttu. Uzun vadede birlikte yürümeleri mümkün olmayanlar bir araya geldiler. Hem “herkes Çerkestir, anavatan Kafkasyadır” deyip “Kafkasyalı” veya “Kuzey Kafkasyalı" kimliğinde ısrar edenler; hem de “Çerkes Adıge’dir, vatan Çerkesya'dır” diyenler arasında başka bir çok konuda; izlenecek yol ve yöntemde aynı şeyleri düşünmeyen insanlar vardı. Bu da gayet normaldi! Çünkü, sorun veya tartışma bir yerde düğümlenmiş ve soruna taraf olanlar bir kapıyı açmaya veya kapalı tutmaya çalışıyorlarsa, bir çok “ayrıntı” görünmez! olur. Gri tonlar kaybolur. Böyle bir süreçte, bir akademisyen gibi yazıp çizerek derdinizi anlatamazsınız. Politik bir dil kullanmalısınız. Geçici saflaşmayı göze almalısınız. Yoksa düğümü çözemez; kapıyı açamaz, yerinizde sayarsınız. Politik mücadelenin ruhunu anlamayan, yaşamı bazı elementleri belli oranlarda birleştirdikleri bir laboratuvar zannedenler “ideal” olanları yan yana getirdikleri bir hayal dünyası kurabilirler. Ama yaşam ideal; politik mücadele de akademik bir çalışma değildir. Eşitsiz gelişir. Dili ajitasyon ve propagandadır. Soyutlama yapılır, “ayrıntılar” atılır ve açılması gereken kapı zorlanır. Elbette ki herkes stratejik olanı, bu süreçlerin hepsini göğüsleyebilecek olanlarla birlikte yürümek ister; ama bu mümkün değildir. Politik mücadelenin ruhuna, bilimsel eşitsiz gelişim yasasına uymaz. “Dışarıda bakanlar”ın bu konulardaki eleştirileri biraz akademik, biraz da “entellektüel” gevezeliktir. Ama ne akademisyenlerin ne de gevezelerin dünyayı değiştirebildikleri görülmemiştir. Olumlulukları ve olumsuzlukları ile bu taktik süreci geride bıraktık. Bazıları uzatmaları oynasalar da, artık Çerkes Adıge'dir, Çerkesçe Adıgecedir ve vatan Çerkesya'dır. Geleceğimizi bu değerler üzerinde inşa edeceğiz.

********

Peki Çerkes Soykırımı ve Sürgünü bu sürecin neresindeydi? Çerkes halkının anavatanından koparılması sürecini neden bir “soykırım ve sürgün” olarak tanımlamak gerekiyordu? Çerkes halkının vatanında buluşmasını başka bir söylem üzerinde inşa etmek mümkün değil miydi? Değildi! Hala da değil... Çünkü biz çok uzun zaman önce vatanımızdan koparıldık. Dünyaya dağıldık, sürüldüğümüz topraklarda yeni bir yaşam kurduk. Ve asimile edildik... Diasporada yok olduğumuzu, yok oluşun durdurulmasının mümkün olmadığını görüp, tekrar vatanımıza dönmemiz gerektiğini söyleyenler elbette ki, politik yaşamımızda ve geleceğimizi inşa yolunda ileri bir adım attılar. Ama bizi yok edenlerle veya yok edenlerin formüle ettikleri statüko ile bağları bütünüyle koparamadılar. Belki de o günün şartları buna izin vermedi! Ve “ulusal bilinç”in önemini kavramadılar. Halbuki diasporada yaşayan Çerkes halkı, artık, vatanından sürülmüş kuşak ve onların çocuklarından ibaret değildi. Diasporada doğup büyümüşlerdi. Yaşamları ve hayalleri doğup büyüdükleri topraklar üzerinde şekillenmişti. Ve bizim buna direnecek, hafızamızı canlı tutacak bir örgütlülüğümüz ve mücadelemiz olmamıştı. Böyle bir insan topluluğunun vatanı ile bağları, tabiri caizse, nostaljiktir. Hayatın akışına direnebilecek bir politik bilince sahip olmadan; yeniden vatana dönüşün önündeki engelleri aşacak, zorlukları göğüsleyecek ve hiç görmediği bir yerde “sıfırdan” başlayacak bir iradesinin olması mümkün değildir. “Göçmen”, “göç” gibi tanımlar hem doğru değillerdi; hem de ulusal bilincin gelişmesine, Çerkeslerin vatanlarına dönüşlerinin önündeki engelleri aşmalarına hizmet etmiyorlardı. Bu tanımlar, sürüldüğümüz ülkeleri vatan bellememiz ve vatana dönüşü politik bir talep olarak dile getirmememiz için yapılmıştı. Ama bizim ulusal dinamiklerimiz hala güçlü olsaydı bile, artık sadece kendi irademizle ve isteğimizle vatanımıza geri dönmemiz mümkün değildi. Çünkü Çerkesya'da sınırları tutan, yasaları yapan bir güç, bir irade vardı. Bu irade Çerkeslerin vatanlarına dönüş hakkını tanımadıkça, gerekli yasal değişiklikleri yapmadıkça, vatana dönüş mümkün olmayacak; ya da binbir dereden geçtikten sonra, ancak bireysel olana izin verecek; ama hep kontrol altında tutacaktı. Anavatana dönmek imkansız denemezdi, ama izin verilen biçimi ile “Çerkes Sorunu”nun çözülmesi mümkün değildi. Ve biz kendiliğinden, ekonomik nedenlerle veya doğal afetler sonucu vatanını terk etmiş; göç etmiş bir insan topluluğu değildik. Bize böyle bir topluluk muamelesi yapılması haksızlıktı. Çerkes halkı Çerkesya'nın yerli halkıydı. Rusya İmparatorluğu'nun yayılmacı emellerinin kurbanı oldu. Vatanından sürgün edildi. Bu gerçeğin anlatılması, Çerkes halkının “sürgün halk” statüsü alması gerekiyordu. Çünkü bu statü, RF'na bazı yükümlülükler getirirken, bizim yeniden vatanımıza dönüş hakkımızın ve vatanımızda birlik olmamızın hukuki altyapısı olacaktı. Nasıl ki artık diasporada bize bazı demokratik hakların verilmesi yeterli değilse, verilecek hak ve özgürlükleri dahi kullanabilecek gücümüz yoksa, bu nedenle pozitif ayrımcılık talep ediyor ve yok ettikleri her şeyi yeniden inşa etmelerini istiyorsak; vatanımıza yeniden dönüşümüzün de maddi ve manevi olarak desteklenmesini, bunun yasalarının yapılmasını talep etmeliydik. Çerkes Soykırımının ve Sürgününün tanınmasının sonuçları bunlar olacaktı.

********

Ama politik mücadele dümdüz bir hat izlemiyor, izleyemiyor. Satranç gibi, "hamle-karşı hamle" ile her gün yeni bir biçim kazanıyor. “Çerkes”, “Çerkesya” veya “Çerkes Soykırımı ve Sürgünü” politik yaşamımıza girince, birileri, hatta biz bu kavramları anlatırken bize karşı çıkanlar bile, bu tanımlar üzerinde kendi politikalarını yaptılar. Çerkes halkının birliği ve birleşmesi demek olan Çerkesya, oldu “bağımsız Çerkesya”. Çerkes Sorunu'nu çözmenin bir aracı olan Çerkes Soykırım ve Sürgünü ise, RF'na düşmanlık yapmanın bir aracı. Sanki, bağımsız olmadan Çerkesya olmaz; Rusya Federasyonu'na küfretmeden Çerkes Soykırım ve Sürgünü dile getirilemez gibi! Biz “Bağımsız Çerkesya” düşüncesi ile aramıza duvar ördük. Çünkü, “kendi kaderini tayin etme hakkı” da demek olan bu talep, aynı zamanda sınırları bütün dünya tarafından tanınan bir devletin bölünmesi demek olduğu için, başka birçok soruna neden oluyor. Bağımsızlık bir hak, ama aynı zamanda bir çıkar çatışmasıdır. Gücünüz varsa, elbette bunu talep edersiniz. Ama RF ile çatışmayı göze alamayan, kimseye “biz barışçı, demokratik yöntemlerle bağımsızlık istiyoruz” masalı anlatmasın. Çünkü çıkar çatışması varsa ve eğer taraflardan birinin kazancı, diğeri için büyük bir kayıp anlamına geliyorsa, savaş kaçınılmazdır. Ve “bağımsızlık” talebi, Çerkes Ulusal Hareketi'nin daha baştan “bölücü” damgası yemesi, dünyanın demokratik güçlerinden izole ve Rusya düşmanı güçlerin oyuncağı olması; daha da önemlisi “bölücü” karakteri ile RF'nda bir düşman olarak algılanması; bunun sonucu olarak RF'nda yaşayan halklar ile Çerkesler ve Çerkesya ile diaspora arasına duvar örülmesi demektir. Hiçbir şey bilmiyorsanız şunu düşünün: RF, “bağımsızlık” talebi olan Çerkesleri sınırdan içeri sokar mı? Vatanına geri dönmesine müsaade eder mi? Bu durumda vatanımızla bağ kurmayı, “bağımsız Çerkesya”nın kurulmasından veya RF'nun yıkılmasından sonraya mı erteleyelim? Bazıları “Çerkesya kurulsa bile ben geri dönmem” diyen, Rusya'ya nefretleri, Çerkesya sevgilerinden daha büyük olan bu arkadaşlar, RF yarın “Soykırım” kelimesini kullanmadan, sonuçlarını telafi etmek istese, onlar buna da karşı çıkar; bağımsız Çerkesya'yı yeterli görmez, “Nato üyesi Çerkesya” isterler herhalde. Çünkü “amaçları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek”! Yani, bu arkadaşlar bağımsız Çerkesya'yı, Çerkes Ulusal Sorunu'nu çözmek için değil; RF'nu parçalamak için istiyorlar. Çerkes Soykırımı ve Sürgünü'nü de RF'na karşı nefreti ve öfkeyi büyütmek için dillerine doladılar. Barış, kardeşlik, barışçıl mücadele... hikaye bunlar. Rus'tan, RF'dan ve Rus olan herşeyden nefret ediyorlar. Bu nedenle öfkeyi ve nefreti büyütüyorlar. Biz ise Çerkes halkının birliği ve birleşmesi demek olan bir Çerkesya istiyoruz. Derdimiz, bağımsızlık, RF'nun parçalanması veya sınırların yeniden çizilmesi değil; RF'nun demokratikleşmesi. Bu nedenle bizim Çerkesyamız bir demokrasi  sorunudur. Çerkes halkının tarihi toprakları üzerindeki haklarının, demokratik hak ve özgürlüklerinin tanınması, birleşmesi, geleceğini garanti altına almasıdır. Çerkes Soykırım ve Sürgününün tanınması veya RF'nun tarihi ile yüzleşmesiyle bunun ve barışın, kardeşliğin, birlikte yaşamanın kapısı açılacaktır. Bu, bizim için sözlerden ve tanımlardan daha önemli!

********

İşte bizim 21 Mayıs'ta vatanımıza, Çerkesya'ya gitmeye karar vermemizin politik nedeni budur. Ama başkalarının aklı ile düşünmeye alışmış olanlar, bu kararımızın altında başka bir akıl aradılar.

Niye bu kadar karmaşık düşündüler bilmiyorum? Halbuki biz niyetimizi çok açık yazdık: 21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü, yani Çerkes halkının vatanından koparıldığı, dünyaya dağıtıldığı gündür. Bunu tersine çevirmek, aynı gün, vatanımıza geri dönmek istediğimizi dile getirmek istiyoruz.

Çerkesya'da şartların kötü olması ve giderek daha da kötüleşmesi; oraya gitmemenin değil; tam tersine gitmenin nedenidir.

Ki, Çerkesya'da hak ve özgürlüklerin gökten zembille ineceğini zannedenler, nedense, “Yeni Türkiye”de Çerkeslere bir yer açılmamış olmasına kızıyor, artık siyasi arenada daha görünür olmak istiyorlar. Peki diasporada görünür olmak gerekiyor da, vatanda neden gerekli değil?

Eğer gerçekten vatanımıza dönmek, orada yaşamak istiyorsak; bunu istemeli, istediğimizi göstermeli ve pratikte örgütlemeliyiz. Senede 10 kişi bile oturum başvurusu yapmazken, kotalardan yakınmak komiktir. Veya orada yaşamak istemeyenlerin “ev veya arsa yardımı” istemesi!

Bizim 21 Mayıs'ta Çerkesya'ya gitmemizden rahatsız olanların politik profillerine bakın. Bunlar, “Suriye Çerkeslerinin Vatanı Çerkesya'dır” kampanyamızı da kirletmiş; Suriye Çerkesleri'nin çoğu vatanımıza gitmeye çalışırken, “Türkiye'ye uçaklar kaldırmış”, RF'nda tutunamayanların hikayelerini anlatarak vatanı kötülemişlerdi.

Elbette Suriye savaşındaki tutumu ve genel olarak Çerkesya'da demografik yapının radikal bir şekilde değişmesini istememesi nedeniyle RF, Çerkeslerin vatanlarına dönmelerini zorlaştırdı; ama artık biliyoruz ki, Suriye Çerkesleri Çerkesya'da sokağa atılmadılar! Hepsine imkanlar dahilinde yardım eli uzatıldı.

21 Mayıs'ta Çerkesya'dayız. Hazırlıklar tamam. Anavatanımızda da heyecanla ve sevinçle bizleri bekliyorlar.

18 Mayıs gecesi yola çıkıyoruz. 20 Mayıs sabahı Nalçık'tayız...

Etkinliğe katılacak arkadaşlar, yanlarına “azıklarını” ve 21 Mayıs'ta giyecekleri milli kıyafetlerimizi veya günün anlamına uyacak bir şeyler alsınlar.

Ve şunu bilsinler:

Tarihi bir adım atıyoruz. Bu etkinliğe katılanların ileride, yüzlerinde bir tebessümle ve gururla “ben de oradaydım” diyebilecekleri bir adım.

Eleştirilere aldırmayın. Hiçbirşeyin değeri “yaşanırken” tam olarak anlaşılmaz. Yoksa bugün milyonlar eden tabloların sahibi ressamlar, tablolarını yaptıkları yıllarda yoksulluk içinde yaşamazlardı.

“Prangaya vurulmuş insan, kendisini, özgür insandan daha güvende hisseder!” derler. Pranga statükodur, alışkanlıktır, önyargıdır, korkulardır. Prangalarından kurtulamayanlar, kendilerini güvende hissetikleri limanlarda dolaşmaya devam etsinler. Biz 21 Mayıs'ta Nalçık'ta olacağız. Vatanımızı soluyacağız. Diasporanın kalbinin vatan için, vatan ile birlikte attığını göstereceğiz.

    Allah yolumuzu açık etsin!

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks