DEVLET OLMAYAN 'DEVLET' veya DEVLETİ OLMAYAN ULUS: BASKLAR ( EUSKALDUNAK ) VE EUSKAL HERRİA - BİTTİ

#5890 Ekleme Tarihi 25/07/2020 11:24:50

Benim çıkardığım ve üzerinde bir önyargıya kapılmadan, herhangi bir insanımızı veya kurumumuzu suçlamadan, soğukkanlı ama ciddi ciddi düşünmemiz gereken birkaç başlık var. Bunları açabilirsek sanırım bundan sonrasının politikalarını yaparken hepimize yararı olacaktır.

1) “Transnational” veya “hybrid” kimlik konusu.

Bunun, içerisinde yaşanılan ülkeye nasıl gelindiği ile direk ilişkisi olmakla birlikte, diaspora yaşamı uzadıkça “anavatandan nasıl çıkıldığı” konusunu unutturan veya önemsizleştiren; diaspora ve hatta “göçmen” kimliğini güçlendiren bir fonksiyonunun olduğunu düşünüyorum. Hele hele halen içerisinde yaşanılan ülkede daha iyi yaşam koşullarına kavuşulmuş, nisbi bir “huzur” bulunmuşsa.

Transnational kimliği ifade etmenin birkaç yöntemi var. “Bask-Amerikan”, “Bask kökenli Amerikalı” veya “hem Bask ülkesi vatanım, hem de Amerika” gibi...

Bunların hepsinde ortak olan, içerisinde yaşanılan ülkelerin ekonomik-siyasal ilişkilerinin bir parçası olunması nedeniyle, etnik kimliğin geçmişe özlem, bir nostalji olması veya kültürel bir karakter alması iken; içerisinde yaşanılan ülkenin kimliğinin maddi temellerinin olması ve daha güçlü bağlar örmesi.

Bir başka boyutu, içerisinde yaşanılan ülkelerin “kötülükleri”yle mücadele etmek yerine, bunlardan bir kaçış kapısı olması.

Yani transnational kimlik tanımı yapanlar, içerisinde yaşadıkları ülkelerin kimlikleri nedeniyle anavatanlarıyla; etnik-kültürel-nostaljik kimlikleri nedeniyle de içerisinde yaşadıkları ülkelerle tam bütünleşemiyorlar. Bir “ara kimlik” çıkıyor ortaya.

Anavatan özlemi veya nostaljik kimlik onları avutan ve yaşadıkları ülkelerde sorumluluk almaktan uzaklaştıran bir rol oynuyor.

Attachment

Bask ülkesinde, mesela, yine Marco Bernal’ın araştırmalarından İspanya’nın merkez ve sağ partilerinin uzantılarına oy verenlerin % 90’dan fazlasının kendilerini “Bask-İspanyol” diye tanımlayanlar; yani “hybrid” kimlikliler oldukları görülüyor.

Yalnız Bask kimliğine sahip çıkanlar ezici bir çoğunlukla muhalif siyasal örgütlenmelere destek veriyorlar.

Diasporada etnik kimlikleri için politik taleplerinin olmamasında kendilerini “göçmen topluluklar” olarak görmeleri önemli bir rol oynuyorsa da, politik taleplerinin olmaması “etnik kimlikleri”ni eritmiş ve anavatanları ile ilişkilerini zayıflatmış.

Kısaca, “Taransnational” kimlik sanki her iki kimliği de pasifize etme işlevi görüyor.

2) Kendilerini etnik kimlikleri ile tanımlayanların ulusal mücadeleye katkıları daha fazla.

Gerek istatistiklerden ve gerekse siyasal tercihlerden görülebileceği gibi, bu kesim de sahiplenme daha fazla. Hatta mücadeleye diasporadan bilfiil katılanlar da böyle etnik-ulusal kimliğine sahip çıkanlar.

İlginç olan ama, ulusal mücadeleye aktif olarak katılıyor ama “anavatana dönüş”ü bunlar da bir ideoloiji, bir politika şeklinde formüle etmiyorlar. "Dönüş" değil, "ulusal mücadeleye katılmak" olarak formüle ediyorlar.

Attachment

Özellikle Peru, Şili ve Uruguay diasporasından aktif destek almalarının nedeni bu kesim ile Bask Yurtseverlerinin politik tercihlerinin örtüşmesi veya Bask Yurtsever Hareketi'nin evrensel-insani değerlere sahip çıkıp taleplerini bu zeminde formüle etmesi olabilir.

Yani yurtsever hareket evrensel değerlere sahip çıktıkça etnik kimlik güçlenmiş, destek büyümüş. Etnik kimlik güçlendikçe de yurtsever hareket büyümüş.

Bu bana biraz da “ne kadar çok yurtsever, o kadar çok internasyonel; ne kadar çok internasyonel, o kadar çok yurtsever” deyişini hatırlatıyor.

Attachment

3) Anavatanın ekonomik-siyasi gelişimi ile anavatana dönüş yapanların sayısı arasında direk bir ilişki yok.

Bask ülkesi son yıllarda ekonomik olarak da, siyasi olarak hayli gelişti. Hatta İspanya’nın en zengin bölgesi. İstikrarlı büyümeye devam ediyor, dışarıdan göçmen alıyor.

Keza siyasi statüsü de dün ile karşılaştırılamaz bile. Artık devleti olmayan bir ulus diye tanımlanıyor; bağımsızlığın arifesinde deniyor.

Ama buna rağmen diasporada yaşayan Baskların anavatana dönüşlerini niteliksel olarak büyütecek bir faktör olamamış bu gelişme. Aynı durumu Hırvat diasporası için de söyleyebiliriz.

Bir de anavatan ile ilişkilerin gelişmesi konusu var. Bu da, Bask örneğinden yola çıkarsak, anavatana dönüşü kesinlikle arttıracaktır diyemiyoruz.

Diasporada yaşayan Baskların neredeyse % 70-80’i anavatanlarını görmüşler, sık sık ziyaret ediyorlar, hatta bir kısmı orada bir süre yaşamış; ama kesin dönüş yapmamışlar.

Bunun da birçok nedeni olmalı. Yaşanılan ülkeyle olan maddi manevi bağlar, hayallerde idealize edilen anavatan ile gözlerle görülen anavatan arasındaki farklar bunlar arasında sayılabilir.

Sonuçta, anavatanın ekonomik ve siyasi gelişmesi; anavatanla diaspora arasındaki ilişkilerin veya gidiş gelişlerin artması ile anavatana dönüş arasında mutlak bir paralellik kurmak doğru değil.

4) Son olarak vurgulamak istediğim “ne zaman ve hangi şartlarda toplu dönüş olabilir veya bu gerçekten mümkün mü?” sorusu cevaplanamıyor.

Bask Yurtseverleri, aslında çok ciddi bir nüfus transferine ihtiyaç duydukları halde böyle bir şeyden söz etmiyorlar bile. Öncelikle kendi işlerine bakıyorlar. Üzerinde durdukları ve son yıllarda ağırlık verdikleri konu “Bask kimliği”ni geliştirmek ve bireysel dönüşleri özendirmek; bunun altyapısını hazırlamak.

Bask ülkesinde ulusal mücadele bağımsızlık, etnik kimliği geliştirme de dil eksenli olmuş. İrlanda’da da üç aşağı beş yukarı aynı. Yerli halklarda ise “topraklarına sahip çıkma” ve “neo liberalizmin yağma”sına direnme eksenli oluyor. Ama onlar da etnik kimliklerini, kültürlerini ve dillerini korumayı öncelikleri olarak görüyorlar.

Mapuche gazetesi “Azkintuwe”nin kurucusu ve yöneticisi olan Pedro Cayuqueo, kendisi ile yapılan bir söyleşide “...Mapuche halkı güçlü bir kültürel birlik duygusuna sahiptir. Mapucheler arasında geniş bir politik görüş çeşitliliği mevcut, fakat kültürel eğilim ve kimlik son derece geniş ve derindir. Geleneksel serenomiler, ritüeller ve çeşitli kütürel öğeler, politikaya ilgisi sönük olanlar arasında bile paylaşılır... Kuvvetli bir kültürel gelenek içinde yetişen yeni Mapuche kuşağı, inşa halinde olan politik ve ulusal bir kimlik şekillendiriyor...” derken etnik kimliği korumanın ve geliştirmenin politik mücadeleye olan pozitif katkısını vurguluyordu.

Basklar daha 3-5 yaşlarındaki çocuklara “var olmayı” ve “birlikte yaşamayı”; yani “ulusal varlıkları”nı korumayı ve hem Bask olmayanlarla hem de kendileri gibi düşünmeyenlerle birlikte yaşamayı öğretmeye çalışıyorlar. Buna büyük önem veriyorlar.

Maoriler de “Te Ataarangi” adını verdikleri dil okullarını örgütlemeye başladıklarında 5 ilke belirlemişler kendilerine:

1- Sprich kein Englisch ( ingilizce konuşma ), 2- verhalte dich nicht unangemessen ( davranışlarına dikkat et ), 3- schubse andere nicht, verhalte dich anderen gegenüber herablassend ( başkalarını dışlama, onlara karşı alçakgönüllü ol ), 4- wenn du dran bist, darfst du antworten ( sıra sana gelmeden konuşma ), 5- behalte anderen gegenüber eine positive Einstellung ( başkalarına karşı pozitif davran ).

Burada sözü geçen “başkaları” sadece Maori olmayanlar değil. Bu ilkeleri özellikle koymuşlar, çünkü kazanmak ve örgütlemek istedikleri Maorilerin yarıdan fazlası yabancılarla evliymiş ve Maorice konuşabilen çok az insan varmış. Bu nedenle insanlarının kendilerini rahat ve özgür hissetmeleri büyük öneme sahipmiş.

Dil okullarındaki ilk dersleri neredeyse bir meditasyon, bir ayin havasında geçmiş. Ama zamanla hiç de kolay olmayan bir dili küllerinden yeniden yaratmışlar. Geleceğe güvenle bakıyorlar.

Bizler her ne kadar artık “kentli” olmuşsak da diaspora yaşamı, asimilasyon ve kimliğimizi koruma refleksleri nedeniyle henüz “kentli” gibi düşünüp davranamıyoruz.

Diasporik toplumların hepsinde görülen eksik ve zaaflar bizde de var. Artık neyin “kimliğimiz” olduğu veya olması gerektiği ve neyin “hayatın akışına” direnmeye çalışan geri yanımız olduğu konusunu daha ciddi ele almamız gerekir diye düşünüyorum.

Çünkü aramızda sağlıklı siyasi ilişkiler geliştiremememizin nedenlerinden biri de bu olsa gerek.

Politik olarak “şahane” şeyler söylemek yetmiyor, daha çağdaş politika yapmayı da öğrenmeli; geri yanlarımızın bize karşı kullanıldığını, bunların demokratik ilişkilerin geliştirilmesinin önünde engel olduklarını bilmeliyiz.

Attachment

Eskiden de böyleydi ve o zaman da bize: ulusal mücadeleye karşı kullanıldı:

“Dağlıların örf ve adetlerini bırakarak şeriata sarılmalarını öngören müridizmin aksine Rus yönetimi eski örf ve adetlerin kalkmamasını istiyor ve şeriat düzeninden korkuyordu. Rusya Kafkasya’nın direnişine güç veren İslam’ın ve müslüman din adamlarının etkisini, siyasi otoritesini engellemek için aşiretçi, kabileci düzeni, örf ve adetleri destekliyordu.” ( Çerkesya Gönül Yaram, Tamara V. Polovinkina, syf. 208 )

Tarih tekerrür etmemeli...

Biraz uzun, ayrıntılı ve belki de sıkıcı bir yazı oldu. Ama konuya ilgi duyanların zihinlerinde yeni bir pencere açacağını umuyorum. Belki diyorum, araştırma-tartışma konularını hayli ihmal etmiş olan kurumlarımızdan birilerini motive eder; bir merak uyandırırım. Asıl doğruları onlar bulacaklar...

Hazırlayan: Hatko Schamis

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks