
Çarlık Rusya’sının 18. ve 19. Yüzyıllarda 101 yıl süren Çerkesya’yı işgal savaşı boyunca işlediği suçların bir soykırım ve sürgün olduğu artık toplumumuzda genel bir kabul görüyor.
Bu konuda yeterince belge var, ama bizim hala bir arşivimiz ve dosyamız yok. Eğer soykırım, daha doğrusu soykırım ve sürgünün sonuçları üzerinden bir gelecek inşa etmeyi planlıyorsak, bunu hızla ve hukuki taleplerimizi de içerecek şekilde hazırlamamız gerekiyor.
Rusya Federasyonu, Çerkes halkının büyük çoğunluğunun diasporada yaşadığı; Rusya Federasyonu’ndaki Çerkeslerin farklı siyasi birimlere dağıtıldığı; bunun Çerkes halkının var olma ve gelişme dinamiğine zarar verdiği gerçeğini görmek istemiyor.
“İyiniyet”li yaklaşımlar Rusya Federasyonu’nu Çerkes Sorunu’nu çözmeye ikna etmiyor.
Bazıları "şu gürültü yapanlar olmasa, diaspora Çerkesleri vatana döner, Rusya izin verir" diye düşünüyor, ama bu, doğru değil.
"İyi niyetli" yaklaşımlar işe yaramadığı için yeni arayışlar başladı...
Rusya Federasyonu’nun eski devlet başkanı Boris Yeltzin’in 1994 yılında Çarlık Rusya’sını sömürgecilik ile suçlarken ve Çerkesya’nın direnişini, Çerkes halkının vatanını ve ulusal kültürünü savunma mücadelesi olarak tanımlaması önemli bir adımdı.
İki açıdan önemliydi: Birincisi, “Rusya demokratikleşmez, değişmez!” önyargısını yıktı. İkincisi, “Çerkesler, vatanlarını kendi istekleri ile terk ettiler, göç ettiler” yalanını.
Ama biz buna hazır değildik: tarih bilgimiz yeterli değildi, bir ulusal vizyonumuz yoktu, bu nedenle devamı gelmedi, getiremedik.
Boris Yeltzin’in bu çıkışının “bir ayyaşın dil sürçmesi” olduğunu söyleyenler, ya Rusya gibi bir devletin başkanının dilinin böyle sürçmesinin mümkün olmadığını bilmiyorlar; ya da insanların, Rusya’nın demokratikleşebileceğine inanmasını istemiyor, Çerkes Soykırımı'nın Rus düşmanlığını büyütmenin bir aracı olmaktan çıkmasından korkuyorlar.
“Göç mü ettik yoksa sürgün mü edildik” tartışmalarının bitmesi iyi bir gelişmedir. Ama içerisinde bazı riskleri de taşıyor. Bunun en önemli nedeni, Federasyonumuzun, bazı derneklerimizin ve büyüklerimizin geleceği öngörememeleri ve değişmemeleri.
Nedir veya neydi öngöremedikleri?
Sovyetler Birliği ve sosyalist blok çözüldükten sonra, etnik-ulusal mücadelelerin ve milliyetçiliğin yükseleceğini; bazılarının emperyalistler arası rekabette kullanılabilecek araçlar olacaklarını öngöremediler mesela.
İşte Ukrayna: ABD’nin veya Batı’nın desteği ve kışkırtması olmasaydı bu savaş çıkar mıydı? İran’ın desteği ve kışkırtmaları olmasaydı Filistin, Suriye, Lübnan böyle harap olur muydu?
Suçlu sadece saldırgan mı? İsrail, Batı ve Rusya mı? Bu saldırıları meşrulaştıracak yanlışlar önemsiz mi? Bir önderliğin görevi, karşı tarafın yapabileceklerini de öngörmek değil mi?
Bunu görenler, ne yazık ki yeni politik önermeler yapmak yerine, hayatın akışını; yani Çerkes milliyetçiliğini durdurmak istiyorlar…
Ama durmaz; Çerkes sorunu var oldukça, Çerkes milliyetçiliği de olacaktır, çünkü milliyetçilik, ulusal mücadelenin ideolojisidir.
Biz dünyadaki değişimi öngördük ve hızla bizim de değişmemiz gerektiğini anlattık.
Ama mikro milliyetçilikle suçlandık.
Çerkes halkının diasporada yok olacağı ve hızla “anavatana” dönmemiz gerektiği tespiti tabii ki doğruydu. Ama Dönüş Hareketi, Çerkes halkının “vatan” ve “coğrafi-siyasi birlik” gibi ulusal kimliği, ulusal blinci ve mücadeleyi güçlendiren parametrelerini "Dönüş" sonrasına ertelenmişti.
Farkındalar mı, bilmiyorum, ama hayat şimdi onların milliyetçilik, mikro milliyetçilik, bölücülük sandıkları bu boşluğu dolduruyor.
Ulusal mücadelenin en güçlü silahları, ulusal mücadeleyi ve Çerkes Ulusal Sorunu’nun çözümünü öncelemeyen grupların ve kendi aralarındaki çatışmalarda bizi “vekil güç” olarak kullanmak isteyebilecek güçlerin eline geçiyor.
Nedir bunlar?
1- Çerkes ( Adığe ) kimliği,
2- Tarihi vatanımız Çerkesya.
Kimse bu gidişatı “böleriz haa" diye tehditler savurarak durduramaz; kimsenin gücü Çerkes halkını bölmeye yetmez. Yapılması gereken doğrulara sahip çıkmak ve bunlarla birlikte bir çözüm önerisi geliştirmektir.
Çünkü bir ulusal mücadelenin ideolojisini ve başat parametrelerini dışarıda bırakarak, bırakın ulusal mücadeleyi örgütlemeyi, bu mücadelenin içinde kalmak bile mümkün değildir.
Görüyorsunuz, birçok eski “Birleşik Kafkasyacı” sanki sihirli bir el değmiş gibi, artık “modifiye edilmiş Birleşik Kafkasyacı”, hatta bizden daha çok “Çerkes”çi ve “Çerkesyacı” oldular.
Bazıları buna seviniyor, “ideolojik mücadeleyi kazandık” zannediyorlar; ama bu yeni süreç başka karmaşık sorunlar ve riskler çıkarıyor karşımıza.
Örnek olarak Ermenistan’daki gelişmeleri ve “Ortadoğu’nun coğrafi-siyasi olarak yeniden design edilmesi” sürecini anlatmıştım. Ama yazdıklarım “sessizlikle ölüme mahkum edildi”.
Halbuki tam da bu günlerin geleceğini anlatmıştım.
Ermenistan başbakanı Paşinyan, “Soykırımcı Türkiye” söyleminin Ermenistan’ın gelişmesine zarar verdiğini, demografik ve siyasi geleceğinin, hatta varlığının tehdit altında olduğunu söylüyor ve Ermenistan’ın hızla komşuları ile sorunlarını çözmeye çalışıyordu.
Soykırımı inkar etmiyor, ama bugün önceliğimiz soykırımı tanıtmak değil, diyordu.
Paşinyan’ı “inkarcı” diye suçlayanlar var. Ama Paşinyan, “eğer eski politikalarda ısrar edersek, Karabağ’dan sonra, Ermenistan’ı da kaybederiz” diyor. Çünkü Ermeni diasporasının büyük destekleri ile Ermenistan’a dönüş yapan Ermeniler bile Ermenistan’da iş ve aş olmadığı için gerisin geriye Avrupa’ya dönüyor veya Rusya Federasyonu’na gidiyorlar ve Ermenistan’ın ekonomik ve askeri olarak zayıflığı, birilerinin iştahını kabartıyor.
Filistin halkının sorunları daha büyük. Arap coğrafyasında çıkarları olan güçler bölgeye müdahale etmek istediklerinde önce Filistin halkını kullanıyorlar. Çünkü Filistin halkının süreci kontrol edebilecek ve yönetebilecek bir devleti yok. Daha da önemlisi, İsrail’in kabul etmesinin imkansız olduğu “haklı” taleplerle zehirlenmiş durumda.
Filistin halkının daha akılcı ve demokratik çözümler arayan önderleri bir bir yok edildikten sonra, meydan İsrail’in, örgütlenmesine ve gelişmesine destek verdiği Hamas gibi güçlere kaldı. Bunlar, kısa sürede Filistin ulusal mücadelesinin önderliğini ele geçirdiler.
İsrail niye bir gün savaşmak zorunda kalacağını bildiği bu güçlere destek verdi? Çünkü bu güçler, İsrail’in planladığı etnik temizliği ve soykırımı meşrulaştırabilecek yanlışlar yapabilirlerdi. Onları böyle yanlışlara yönlendirmek ve kışkırtmak kolaydı.
Filistin halkı neden bunlara destek verdi? Çünkü Filistin halkının “Devlet olma”, “geri dönüş” gibi ulusal haklarına sahip çıktılar.
Ama Filistin halkının gururunu okşayan "imkansız"ı, yani “Nehirden Denize Filistin”i de istediler. Gelecek kurguları, Yahudilerin ve İsrail’in yok edilmesi üzerine kurulmuştu.
Filistin’in bu büyük zafer projesinin, İsrail’in büyük yenilgisi anlamına geldiğini; bunun, “düşmanı” bir ölüm kalım savaşı psikolojine, Filistin halkını da İsrail’in “uzlaşmaz düşmanı” ülkelerin kucağına iteceğini; yani bir adım sonrasını düşünemediler.
Sun Tzu, 2000 yıl önce “Kazanamayacağın savaşa girme” demiş. Çinliler, bu nedenle sabırlı olmayı öğrendiler. Çünkü, savaş, ekonomik, askeri ve demografik güç demektir.
Bu gücün yoksa, savaşa girmemeli ve savaşa neden olabilecek söylemlerden uzak durmalısın.
Bazıları barışçıl-demokratik yöntemlerle herşeyi söyleyebileceklerini ve yapabileceklerini sanıyorlar. Ama herkes eğer sahnede-duvarda bir tüfek asılıysa, o tüfeğin bir gün kullanılacağını bilir.
Bu nedenle, bırakın savaşı kazanmayı, savaşacak gücünüz yoksa, duvara silahı asmamalısınız.
Tarafların rızası ve bölgeye istikrar getirecekse mümkün olan “bağımsızlık” talebi, karşı tarafın stratejik çıkarlarını tehdit ediyorsa, duvara asılan bir silahtır. Karşı tarafı önlem almaya zorlar.
Evet, mağdurların gururunu okşar, insanlar ölmek için kuyruğa girer, ama sonu çoğunlukla hüsranla biter…
Bu nedenle, demokratik mücadeleyi savunanlar duvara silah asmamalı; birlikte yaşamı savunmalı; ama demokratik hak ve özgürlüklere de tutarlı bir şekilde sahip çıkmalılar.
Eğer şu veya bu nedenle demokratik haklara sahip çıkmazlarsa, bu haklı taleplere sahip çıkanlar mücadelenin önderliğine geçerler. Filistin’de olduğu gibi.
Dönüş düşüncesini ulusal-siyasi bir hareket olarak formule edip, ona uluslaşma projesinin dışarıda bırakılan, ama insanların damarlarına taze kan pompalayacak parametrelerini eklediğimizde, yılanı deliğinden çıkardığımızı veya yılanın başı olduğumuzu zannedenler, bizi ezmek istediler. Kafkas halklarının birliği için!
Ama işte kendi yarattıkları bu yalan dünyanın altında eziliyorlar…
Tarihçiler, Rusya-Ukrayna savaşını, Çerkes Ulusal mücadelesinde önemli bir köşe taşı olarak yazacaklar. “Ben demiştim” diyeceğim ama, sadece dememiş, sayfalar dolusu yazmış, bu savaşın bize çok büyük etkisinin olacağını, hazırlık yapmamız gerektiğini anlatmıştım.
Sanırım mikro milliyetçi olduğum için bu yazılarım dikkat çekmedi.
Putin, 2007 yılında Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada Batı'ya, "ne yaptığınızın farkındayız, savaşsa savaş, biz hazırız" demişti.
Hemen bu konuşmayı Türkçeye çevirip yayınladım. Sonra da birkaç kere daha bu konuyu ve yapılan hazırlıkları yazdım.
Kurumlarımızın hızla bir durum değerlendirmesi yapmaları, toplantılar örgütlemeleri; “bir ( dünya ) savaş/ı durumunda tavrımız ne olmalı?” diye sorup bir tavır belirlemeleri ve dernek dernek dolaşıp bu tavrı Çerkes halkına anlatmaları gerekiyordu.
Bunu Suriye’deki kirli savaştan önce ve Gazze’deki provokasyondan sonra da yapmalıydılar. Ama yapmadılar…
Neden bizim için çok önemliydi bu savaş/lar?
Çünkü muhtemel savaşın bir tarafı Rusya Federasyonu’ydu ve Rusya Federasyonu’nda yaşanan her şey bizi doğrudan etkilerdi.
İki yönlü etkilerdi:
Birincisi, savaşan bir ülke, içeride ekonomik, siyasal, sosyal ve psikolojik önlemler alır. İkincisi, Rusya Federasyonu ile hesapları olanlar umutlanır, Rusya karşıtı cephe için kullanışlı hale gelirler.
İkisini de yaşıyoruz işte!
Rusya, anaokulu öğrencilerine bile “vatanseverlik” adı altında, silahı ve savaşı sevdirmeye çalışıyor; ekonomisini askerileştiriyor, demokratik hak ve özgürlükleri tırpanlamaya devam ediyor…
Bu, diğer yandan, Rusya Federasyonu’nun sonunun geldiğine inananları, Çerkesleri umutlandırıyor, harekete geçiriyor.
Bakın açık açık “Rusya’ya karşı öfkeyi ve nefreti büyütmeliyiz” diyorlar. Bazen “intikam değil, adalet istiyoruz” da diyorlar; ama düşmanlığı büyütecek hiçbir fırsatı da kaçırmıyorlar.
Dünyada, bir çok ülkede Rus yazar ve sanatçıların, kitaplarının, eserlerinin bile yasaklanması ve Rusya Federasyonu'na karşı nefretin büyütülmesi de bunların ekmeğine yağ sürüyor.
Bu sene bir de “Drau Faciası”nı ve Medet Önlü cinayetini dillerine doladılar. TİKA’nın desteği ile Drau’da bir anma örgütleniyor.
İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin örgütlediği Kırım Türkleri’nden oluşan Mavi Alay’ın başına gelenleri, aralarında çok az sayıda Kuzey Kafkasyalı olmasına rağmen, “Kuzey Kafkasyalıların katledilmesi” olarak anlatıyor; İngiltere’nin ve Türkiye’nin bu katliamdaki rolünden hiç bahsetmiyorlar. Sanki SSCB gitti bu insanları Drau’da öldürdü. Halbuki, SSCB istedi, onlar da, daha önce kullandıkları bu insanları SSCB’ye verdiler. ( https://www.sde.org.tr/analizler/kirim-tatarlari-mavi-alay-katliamini-unutma-analizi-22307 )
Medet Önlü, uluslararası karmaşık ilişkilerin, çelişkilerin ve yurtsever duruşunun kurbanı olmuştu. Türkiye’deki Çeçenlerin Suriye’deki kirli savaşa gönderilmelerine karşı çıkması, ABD’nin Boston şehrindeki bir saldırıda Çeçenlerin kullanılmış olmasını eleştirmesi, Çeçen İçkerya'nın fahri konsolosu olması gibi nedenlerle farklı güçlerin hedefi olan Medet Önlü cinayetinin 6 failinden 5’i Türkiyeliydi, kamera görüntülerinde CİA ajanı olan bir kadın vardı, bu nedenle o günlerde cinayetin faili olarak farklı güçlere işaret ediliyordu, ama bu sene Rusya Federasyonu hedef gösterildi. Halbuki o günlerde böyle konuşmuyorlardı. ( https://www.demokrathaber.org/medet-onlu-cinayetinde-sebep-suriye-mi ).
Bu durumda nasıl Rus düşmanı olmasın “Kafkasyalı” bir Çerkes?
Aslında bütün bunlar öngörülebilir ve önlem alınabilirdi. Ama Federasyonumuz, uyarılara kulaklarını tıkadı, hayatın akışının önüne barikat kurmaya çalıştı. Halbuki, "rüzgarın estiği yönde yelken açmaları gerekiyordu".
Ne demişti Kennedy kendisine Küba yenilgisinin nedenini soran gazeteciye: “Keşke bizi uyaran o gazeteciyi susturmasaydık!”
Son gelişmeler “Goble”cuların veya “Jamestown”cıların işi mi?
Bu, çok ucuz bir buluş! Ve yaftalama...
Geçmişimizde bir soykırım ve sürgün var, vatansızlaşma var, travma var, bunun sonucu olarak bir asimilasyon ve kimlik bunalımı var. Bugünün Rusyası bu sorunlara ve Çerkes halkının taleplerine kulaklarını tıkamış. Umutsuzluk ve öfke büyüyor.
Bir Çerkesin, buna ve bunun nedeni olan güce tepki duyması için bir Goble’a veya Jamestown’a ihtiyacı mı var?
Peki 21 Mayıs’ta ne oldu?
Önce sosyal medyada, 21 Mayıs’tan bir ay önce, Nalçık’ta, Maikop’ta ve Çerkessk’te 21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgününü Anma yürüyüşleri, yer ve zaman belirtilerek, ilan edildi.
O günlerde Maikop’tan ve Nalçık’tan arkadaşlara, “var mı böyle bir hazırlık?” diye sorduk. “Görüşmeler var, ama hala izin verilmedi, bu nedenle bir karar alınmadı” dediler.
Bu arada devlet yetkilileri ve FSB, böyle bir etkinliği örgütleme-katılma potansiyeli olan birkaç insanı görüşmeye çağırdı, gözlerini korkutmak için.
23 Mayıs’ta Nalçık’a bir kez daha sorduk: “kim örgütledi etkinliği?” diye. “Kimse! İnsanlar, yürüyüşe izin verilmemesini protesto ederek, gelenekselleşen yerde ve saatte toplandılar ve yürüdüler. İzin verilmemesine kızdıkları için de kaldırıma çıkmadılar, uyarılara rağmen caddede yürümeye devam ettiler" dediler.
"Bir grup, 21 Mayıs öncesi, özel bir bilgi ve planlama olmadan, yürüyüşün saatini ve yerini ilan ederek etkinliği sahiplenmek istedi. Ama insanlar 21 Mayıs Anma yürüyüşü için 20 yıldır orada, o saatte toplanıyorlar, yine orada toplanacakları biliniyordu. Herkes vardı, geleneksel-kendiliğinden bir etkinlikti” dediler arkadaşlar.
Sonra, en önde yürüyen ve tanınan 8 kişi gözaltına alındı. Türkiye dahil birçok anti demokratik ülkede yapılan rutin bir uygulama.
Amerika’da İsrail’in Gazze’deki katliamlarını protesto edenler de gözaltına alınmışlardı, bazıları üniversiteden atıldı, bursları kesildi. Avrupa’da Filistin bayrakları bile yasaklandı. Bazı yabancıların oturum izinleri iptal edildi. Türkiye’de yüzlerce öğrenci tutuklandı…
Bunların hepsi Nalçık’taki gibi “barışçıl eylemler”di ve insanlar ifade özgürlüğü-gösteri yürüyüşü haklarını kullanırken gözaltına alındılar, tutuklandılar, hatta işkence gördüler.
Ama birilerinin Nalçık’ta ve Maikop’ta gözaltına alınanlarla ilgili söylemleri ve tavırları “demokratik hak ve özgürlükleri” savunmanın ötesine geçti. “Soykırım devam ediyor” başlıkları atanlar oldu!
Demokratik mücadeleye inanan insanlar, düşünce özgürlüğünü ve demokratik hak ve özgürlükleri “ama, fakat” veya “kim yaptı?”, “tam olarak ne oldu?” demeden savunmalı; kurumlarımız da gözaltına alınanların derhal serbest bırakılmasını talep etmeliler. Yoksa, sahip çıkılmayan her doğru, yanlış insanların elinde bir silaha dönüşür.
Öyle de oldu: Dünyanın her yerinde şahit olduğumuz bir anti demokratik uygulama, daha çok gürültü yapanın daha cesur olduğunu sananların diline düştü. “Yürüyüş hakkının ihlali”, Rusya Federasyonu’na nefreti ve öfkeyi büyütmenin bir bahanesi oldu.
Halbuki kendileri izin verilmediği için yıllardır Türkiye’de Rusya Federasyonu konsoloslukları önünde eylem yapmıyorlar. Nalçık’taki gençler gibi cesur olup, konsolosluğun önüne gitseydiler, onlar da, hem de karga tulumba gözaltına alınırlardı.
Bundan sonra ne olacak? Bizi nasıl bir gelecek bekliyor?
Dünya çok kutuplu da olsa, kapitalizmin krizi derinleşerek devam edecek. Bu, büyük güçler arasındaki çatışmanın da devam etmesi anlamına geliyor.
Rusya Federasyonu, bu çatışmanın taraflarından biri. Ve Rusya Federasyonu’nda yaşayan yerel-etnik gruplar, potansiyel iç çatışma alanları. Dolayısıyla, bu etnik-ulusal topluluklar her zaman Rusya Federasyonu ile çatışan güçlerin ilgi odağı olmaya devam edecekler.
Putin, “Lenin, Rusya’nın devletlilik geleneğinin altına dinamit ekti” demişti, yani ulusal kimlikleri ve demokratik hak ve özgürlükleri bir tehdit olarak algılıyor. Bu nedenle etnik-ulusal topluluklar ile siyasi örgütlerini zayıflatmaya ve Rusya Federasyonu’nu üniterleştirmeye devam edecek. Dışarıda yeni çatışmalara girmesi ve bu çatışmaları içeriye “çeki düzen” vermek için kullanması sürpriz olmamalı.
Ama Rusya halkları uzun süre böyle yaşamak istemeyeceklerdir. Bu nedenle, muhalif-demokratik grupların ve hareketlerin çıkması da sürpriz olmamalı.
Çerkeslerin askeri ve siyasi potansiyeli ve gücü Rusya’yı yorar, ama değiştirmeye yetmez. Rusya karşıtı bir ittifakın eşit bir üyesi olması da mümkün değildir. Zelensky’i madara eden “müttefikleri”, bize Allah bilir neler yaparlar?
Biz, öncelikle kazanımlarımızı; Cumhuriyetlerimizi ekonomik, siyasi ve demografik olarak güçlendirmeye odaklanmalıyız. Bunun için gerektiğinde durmasını, hatta geri adım atmasını bilmeliyiz.
Ve geleceğe Rusya Federasyonu halkları ile birlikte yürümeliyiz.
Bu, bazı lümpenlerin dillerine doladıkları gibi, “Rusçuluk” değil; demokratik mücadele ile Rusya Federasyonu’nun değişeceğine inanmak, gücünü ve sınırlarını bilmektir.
Bakın Filistin için kimse bir şey yapıyor mu? İsrail, Batı'nın desteği ile Gazze'de resmen bir soykırım yapıyor, hiç birinin sesi çıkıyor mu?
Bizim için de çıkmaz!
Buna paralel olarak hızla bir ulusal vizyon inşa etmeliyiz. Bu vizyon, Çerkes ulusunu inşa etme, uluslaşma olmalıdır.
Artık kimlik, bayrak, dil ve vatan kaosu bitmelidir.
Biz Çerkes ( Adığe ) ulusuyuz. Vatanımız Çerkesya, dilimiz Çerkesçedir. Nüfusumuzun çoğu, soykırım ve sürgün mağduru olarak dünyaya dağıldı, vatanda farklı siyasi birimlerde yaşıyoruz.
Bu dağılmışlığa ve bölünmüşlüğe son verilmesi; Çerkes halkının yeniden tarihi vatanı Çerkesya’da birlik içinde yaşaması bir ulusal vizyon olmalıdır.
Kurumlarımız artık gelişmelerden “hayat”ı sorumlu tutmaktan vazgeçmeli, hayatın eteklerine tutunarak onunla birlikte geleceğe yürümelidir.
Rusya Federasyonu mutlaka değişecek ve demokratikleşecek, biz ulusal taleplerimizle bu değişimin ve demokratikleşmenin içinde olmalıyız.
Kafkasya Halklarının Birliği, bugünün değil; ulusal devletlerinin, zamanı geldiğinde, gündeme getirecekleri bir konudur. O gün gelene kadar Kafkas halkları arasındaki ilişki, yardımlaşma ve dayanışma eksenli olmalıdır. Birlikte örgütlenme değil!
Kimse “Rusya ve Rus değişmez, onların kanı bozuk” vs gibi ırkçı söylemlere inanmasın. Birileri, Rusya’nın demokratikleşebileceği umudunu bitirmek, “tek yol, Rusya İmparatorluğunun dağılması” inancını güçlendirmek ve nefreti büyütmek için bu lafları ağızlarına doladılar.
Hitler Almanya’sı bile yıkıldı ve Hitler sonrası Almanya “kollektif sorumluluk” anlayışı ile inşa edildi. Rusya da değişir, değişecek! Biz o günlere hazırlanmalıyız. Rusya’nın bütün halkları ile birlikte.
“Çerkesya’nın Yeniden İnşası” vizyonu, artık tek ulusal vizyondur. Ve birilerinin "Çerkesya" söylemi Rusya'da yasakmış, tehlikeliymiş gibi imalar yapmaları sadece bir manipulasyondur.
Çerkesya, yasak ve tehlikeli değildir. Yoksa Rusya Federasyonu'nda "Çerkesya Kitapevi", "Çerkesya Ensemble", "Çerkesya Film Stüdyosu" olmazdı. Krasnodar'da "Çerkesya Filmleri Haftası" düzenlenmezdi. Adığe Cumhuriyeti'nde Susanna Paranuk'un defilesinde panoda kocaman "Made in Circassa" yazmazdı.
Herkes tercihini yapmalıdır:
Ya Çerkes ulusal mücadelesinin siyasi merkezinin vatan olduğunu bilerek, Rusya Federasyonu ve Çerkesya halkları ile birlikte, barış içinde birlikte yaşama iradesi ile, demokratik bir mücadele ile Çerkesya’yı yeniden inşa edeceğiz ya da Çerkesya’yı, Ukrayna gibi küresel güçlerin bir hesaplaşma alanı haline getirecekler.
Üçüncü bir yol yok!
Hatko Schamis
26.05.2025




