WUBIH ADIGE'DİR, ADIGE ÇERKESTİR...

#781 Ekleme Tarihi 23/12/2015 08:44:30
Çerkes halkının ulusal kimliğine sahip çıkması ve ulusal kimliği ile örgütlenip, Çerkesya'yı yeniden inşa etmek için vatana dönmesi gerektiğini anlattığımız yıllarda birileri bilinçli olarak Çerkes, hatta Adige kimliğini bulanıklaştırmaya çalışmışlardı. Ellerindeki enstrümanlardan biri de "Wubıhlar"dı. Kimlik tartışmalarının geri çekilmiş olması nedeniyle, artık Wubıh lafının ağızlara dahi alınmıyor olması bile, tek başına, o yıllarda birilerinin nasıl yapay sorunlar çıkardıklarının bir göstergesi. Bizler her uluslaşmanın olmazsa olmazı "ortak-tek dil"i; yani Almanların Almancasının, Fransızların Fransızcasının... olması gibi, Çerkes halkının da Çerkesçe'sinin olması gerektiğini savunuyorduk. Çerkeslerin de bütün uluslar gibi tek bir dilleri olmalıydı ve bunun Çerkesya'da kaç halk yaşayacağı veya kaç dil konuşulacağı ile alakası yoktu. Hatta biz, Çerkesya'da yalnızca Çerkesler yaşamıyor, diğer halklar da kendi anadillerini yaşamın her alanında örgütleyebilmeli, ulusal varlıklarını koruyabilmeli diyorduk. Ama Çerkesin de bir dili olmalıydı. Ve Çerkesya, bugün üzerinde yaşayan her halkın varlığını garanti edecek, çok uluslu, demokratik bir devlet olarak örgütlenmeliydi. Ama diasporadaki yapıyı, daha doğrusu keşmekeşi devam ettirmek isteyenler uyduruk argümanlarla çıktılar karşımıza. Bunlardan en tehlikelisi ve Çerkes halkına en çok zarar verecek olanı da Wubıh'ların Adıge ( Çerkes ) değil; ayrı bir halk olduğu iddiasıydı. Sanki "Wubıh" kimliğine sahip çıkan bir kitle ve halk varmış gibi gösterebilmek için, "ben wubıh'ım, ama Adıge değilim. Beni nereye koyacaksınız?" diyenler türemişti. Bunların bir kısmı Adıge'ydi, Abhaz'dı... bir kısmı da fake! Daha çirkin olanı ise, hem "Çerkesim" diyor, hem de kurumlarımızın Çerkes kimliği ile yeniden örgütlenmesine karşı çıkıyorlardı!!! Tam bir komedi. Ama kurumlarımız bu komedyenlere karşı ve ulusal kimliğimizle örgütlenme konusunda, kimseyi kırmamak veya dışlamamak adına, irade gösteremediler. Halbuki bir insan neden kendini ulusal-etnik kimliği ile tanımlar? Bu kimliği yaşatmak için! Yoksa, "ben işçiyim" der, "ben insanım" veya herhangi bir şeyim der. Ama "Çerkesim" demez. Kendisini etnik kimliği ile tanımlamaz. Ki bu nedenle bizler "Çerkes kimliğine, Çerkes kalmak isteyenler sahip çıkarlar. Öncelikle Çerkes kalmak isteyenleri örgütlemeliyiz" diyorduk. Bu gerçek Wubıh olduklarını iddia edenler için de geçerliydi. Yani, "ben Wubıh'ım" diyenin bir gelecek vizyonu olmalıydı. Birileri buna "Wubıhya" falan gibi cevaplar vermişlerdi. Ama sanki bir oyun oynuyor havasındaydılar, ciddiyetten uzaktılar. Wubıhların 2000 yıl önce hangi kimlik altında ve nerede yaşadıkları, sonrasında nasıl bir süreçten geçtikleri ve özellikle Rus-Çerkes savaşı yıllarında Çerkesya'nın ve Çerkes ( Adıge ) halkının ayrılmaz bir parçası haline geldiklerini herkes bilir. Velev ki uluslaşamamış veya uluslaşma sürecinde olan bütün halkların yaşadıkları bu sorun bizde de yaşanıyor ve "Wubıhlar", kendi "etnik" kimlikleri ile örgütlenmek ve kendi geleceklerini inşa etmek istiyorlar. Kendi adıma, uluslaşmanın sonuçta bir bilinç ve ruhsal şekillenme olduğuna inandığım için, ne kimseyi zorla Adıge ( Çerkes ) yapmaya çalışırım, ne de Adıge ( Çerkes ) olduğunu söyleyen birine "hayır değilsin" derim. Ama Adıge olmadıklarını söyleyen, buna rağmen ayrı örgütlenmek istemeyen; kurumlarımızın Çerkes ( Adıge ) kimliği ile örgülenmesine karşı çıkanların nasıl bir gelecek vizyonları olabilirdi ki? Tarihi Wubıh topraklarına dönmek ve burada etnik-ulusal bir siyasal örgütlenme mi inşa etmek istiyorlardı? "İsteyenin bir gözü, vermeyenin iki göz kara" hesabı, diyelim ki istiyorlar. Peki böyle bir şey mümkün mü? Eğer tarihi topraklarını Ruslardan kurtarmak, bunun için savaşmak ( ve tabii kazanmak ) istemiyorlarsa, pratik ve hukuki olarak bunun önü tıkalı. Dünyada örnekleri var. Mesela İnsan Hakları İnter Amerikan mahkemesinin Paraguay’ın Sawhoyamaxa Yerlileri ile ilgili 2006 yılında aldığı bir karar var: “The Court had an opportunity to examine the validity of the restrictions imposed on indigenous property in. The Court reviewed its jurisprudence on indigenous land rights and drew the following conclusions: 1) traditional possession of their lands by indigenous people has equivalent effects to those of a state-granted full property title; 2) traditional possession entitles indigenous people to demand official recognition and registration of property title; 3) the members of indigenous peoples who have unwillingly left their traditional lands, or lost possession therof, maintain property rights thereto, even though they lack legal title, unless the lands have been lawfully transferred to third parties in ;od faith; and 4) the members of indigenous peoples who have unwillingly lost possession of their lands, when those lands have been lawfully transferred to innocent third parties, are entitled to restitution thereof or to obtain other lands of equal extension and quality. The Court determined that the indigenous people’s right to restitution for the loss of property is related to their unique dependency on land. If such relationship exists after a prolonged period of time, restitution shall be awarded. On the other hand, if the indigenous community no longer exercises the customs or traditions that made them so dependent on land, then the state has no duty to provide restitution…” ( I/A Court H.R., Sawhoyamaxa Indigenous Community v. Paraguay. Merits, Reparations and Costs. Judgment of March 29, 2006. Series C No. 146 ) Yani, konumuzla direk ilgili olan konuda, özetle şu kararı alıyor mahkeme: “Aradan uzun bir zaman sonra geçtiği halde, eğer bir yerli halk, kendisini tarihsel topraklarına bağımlı kılan gelenek göreneklerini yaşatmışsa, tarihsel topraklarının kendilerine geri verilmesi gerekir. Yok eğer yaşatamamışlarsa, o zaman devletin bu toprakları onlara geri verme zorunluluğu yoktur”. Bunun ne anlama geldiğini bir düşünün! Ama sadece böyle mahkeme kararlarında değil, uluslararası kurumların deklerasyonlarında da açık açık ilan edilmiştir bir halkın ne talep edebileceği, bunun için hangi şartları yerine getirmesi gerektiği. Mesela Birleşmiş Milletler Özel Rapotörünün sunduğu ve dünyanın kabul ettiği tanım şöyle: „Who are Indigenous Peoples? People who inhabited a land before it was conquered by colonial societies and who consider themselves distinct from the societies currently ;verning those territories are called Indigenous Peoples. …those which having a historical continuity with pre-invasion and pre-colonial societies that developed on their territories, consider themselves distinct from other sectors of societies now prevailing in those territories, or parts of them. They form at present non-dominant sectors of society and are determined to preserve, develop, and transmit to future generations their ancestral territories, and their ethnic identity, as the basis of their continued existence as peoples, in accordance with their own cultural patterns, social institutions and legal systems. (Martinez-Cobo, 1984) ( …işgal ve sömürgeleştirme öncesi tarihsel topraklarında örgütledikleri toplumlar ile tarihsel bir devamlılık gösteren ve kendilerini şimdi bu topraklarda yaşayan topluluklardan farklı görenler yerli halklar diye tanımlanırlar…) …The Indigenous Peoples of the world are very diverse. They live in nearly all the countries on all the continents of the world and form a spectrum of humanity, ranging from traditional hunter-gatherers and subsistence farmers to legal scholars. In some countries, Indigenous Peoples form the majority of the population; others comprise small minorities. Indigenous Peoples are concerned with preserving land, protecting language and promoting culture. Some Indigenous Peoples strive to preserve traditional ways of life, while others seek greater participation in the current state structures. Like all cultures and civilizations, Indigenous Peoples are always adjusting and adapting to changes in the world. Indigenous Peoples recognize their common plight and work for their self-determination; based on their respect for the earth. Despite such extensive diversity in Indigenous communities throughout the world, all Indigenous Peoples have one thing in common - they all share a history of injustice. Indigenous Peoples have been killed, tortured and enslaved. In many cases, they have been the victims of genocide. They have been denied the right to participate in ;verning processes of the current state systems. Conquest and colonization have attempted to steal their dignity and identity as indigenous peoples, as well as the fundamental right of self-determination. The United Nations International Covenant on Civil and Political Rights and the International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights state that all peoples have the right of self-determination by virtue of which they “freely determine their political status and freely pursue their economic, social and cultural development”. (Part one, Article one, 1966) However, because there has been dispute over the exact meaning of the term “peoples”, it is not clear exactly to whom “peoples” refers. Some state ;vernments oppose use of the term “peoples” in regards to Indigenous Peoples because they fear its association with the right of secession and independent statehood. Those states would prefer the terms “tribes” or “populations”, which do not have those associations…” Özetle, "…bütün halkların politik statülerini belirleme, kendi ekonomik-sosyal-kültürel ilişkilerini geliştirme; yani kendi kaderlerini tayin etme hakları vardır. Ama “halklar”ın ne anlama geldiği, kimlerin “halklar” olarak tanımlanacakları açık değildir. Bazı devletler Yerli Halklar için “halk” deyimini kullanmak istemiyorlar, çünkü bu durumda örgütlerinin ayrılma ve bağımsız devlet olma haklarının olacağından korkuyorlar. Bu devletler “kabile” veya “insan topluluğu” terimini kullanmayı tercih ediyorlar…" Yazının veya pasajın tamamını çevirmediğim için kusuruma bakmayın; ama konumuzla ilgili olan en önemli cümleler çevirdiklerim. Anlatılmak istenen şudur: Bir insan topluluğunun topraklarında hak iddaa edebilmesi için bu topraklarda yeşeren etnik kimliğin, dilin, kültürün yaşatılabilmiş olması gerekiyor. Ki korunması için bu topraklara sahip olabilme hakkı olsun. Bu olmadığında ne oluyor? Inter Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararda da görülebileceği gibi yetki hükümete veriliyor. Sonra, her yerli insan topluluğu “halk” olarak kabul edilmiyor, bu nedenle bütün topluluklar aynı haklara sahip değiller. “Halk” terimi, kendi ayırt edici özelliklerine ve net bir kimliğe sahip olan insan topluluğunu işaret ediyor. Bu terim, söz konusu halk insafsızca kendi toprağından sürülmüş ve başka bir nüfus tarafından yapay yollarla yerinden edilmiş olsa bile bir toprak parçasıyla ilişkiyi gerektiriyor. Yani, bir insan topluluğunu “halk“ olarak niteleyebilmemiz için gerekli kriterlerin başında “kendine özgü bir toprak birliği“nin olup olmadığı geliyor. Bu konuda uluslararası platformlarda BM’in “Critescu“ ve “Capototorti“ raporları kriter olarak alınır. Bu raporlar, kendi kaderini tayin hakkına sahip bir halk olarak tanınma iddiasında bulunan herhangi bir nüfusun karşılaması gereken dört kapsamlı ölçüt önerirler: 1- Ayırt edici bir dil, din ve kültür; 2- Paylaşılmış bir tarih ve deneyim; 3- Kendi ayrı kimliğini koruma iradesi; 4- Kendine özgü bir toprak birliği. Bu nedenle bazı devletler yerli halklar için “kabile” terimini kullanıyorlar. Çünkü sözkonusu yerli insan topluluğunun bir “halk” olduğunu kabul ettiklerinde “kendi kaderini tayin etme hakları”nı da kabul etmek zorunda kalacaklarından korkuyorlar. Bu politik-hukuki gerçeklikten yola çıktığımızda bir Wubıh'ın: 1) "Yerli halk", daha doğrusu "halk" statüsü alması, bunu uluslararası kurumlara ve RF'na kabul ettirebilmesi mümkün mü? 2) Böyle bir Wubıh halkı var mı? Peki “Adıgeler, Wubıhlar ve Abazalar hep birlikte Çerkes halkını oluştururlar” söyleminin ne gibi sonuçları olacak, bu söylem kimin işine yarayacaktır? “Çerkesler, Adıge-Wubıh-Abaza’lardır” dediğimizde bu halklar otomatik olarak kabile düzeyine düşürülmektedir. Ve bir kabilenin de “kendi kaderini tayin hakkı” veya ona bu hakkın tanınması zorunluluğu yoktur. Bu, Çerkes halkının Çerkesya üzerinde hak iddia edememesi demektir. Ama en az bunun kadar önemli ve tehlikeli olan, "Wubıh’lar bir Adige kabilesi değil, kendisi bir halktır" dediğinizde tarihte Wubıhların yaşadıkları topraklarda söz sahibi olabilmeleri için Adige dili, kültürü ve gelenek göreneklerinden belirgin bir şekilde farklı olduğu dönemdeki Wubıh dilini, kültürünü ve gelenek göreneklerini yaşatan Wubıhların var olması gerekmektedir. Yoksa bu topraklar üzerinde karar verme yetkisi tek başına RF’na geçecektir. Diyelim ki birileri gerçekten kendini bu işe adadı ve yüzlerce yıl öncesinin Wubıh dilini, kültürünü, gelenek göreneklerini öğrendi. Ama böyle bir grup Wubıh’ın varlığı bile, tarihi Wubıh topraklarının kendilerine geri verilmesine yetmiyor. Yukarıda örneğini verdiğim mahkeme kararının 3. ve 4. maddelerinde; 3) "... the members of indigenous peoples who have unwillingly left their traditional lands, or lost possession therof, maintain property rights thereto, even though they lack legal title, unless the lands have been lawfully transferred to third parties in ;od faith; and 4) the members of indigenous peoples who have unwillingly lost possession of their lands, when those lands have been lawfully transferred to innocent third parties, are entitled to restitution thereof or to obtain other lands of equal extension and quality...” denilmektedir. Yani topraklarını şu veya bu nedenle terkeden, sürülen ve şimdi topraklarına yeniden sahip olmak isteyen bir yerli halk, bu hakka sahip olsa dahi, eğer tarihsel toprakları yasal yollardan masum üçüncü şahıslara geçmişse, bu durumda aynı büyüklükte ve değerde başka topraklara yerleşmeye rıza göstermesi gerekir diyor. Bu durumda “yeniden Wubıhlaşanlar”ın tarihi topraklarında sıradan insanlar gibi yerleşmekten başka hakları olmayacaktır. Çünkü yerli halklara tanınan siyasal, sosyal, ekonomik haklardan yararlanmak için asimile olmuş olsalar dahi hala o topraklarda yaşıyor olmak zorundalar. Tekrar anavatanlarına dönenler otomatik olarak bu hakkı elde etmiyorlar. Benzeri bir durum 1990’ların başında Kolombiya’da yaşanmıştı. Bu yıllarda pek çok Latin Amerika devleti yerlilere üzerinde yaşadıkları toprakların kolektif mülkiyeti hakkını: bu topraklar üzerinde siyasal-idari özerklik ( bazı ülkelerde -örneğin Kolombiya’da- insan haklarıyla çelişmemesi kaydıyla bu topraklarda örfi hukuklarını uygulama hakkı dahil ); anadilin yerli bölgelerinde resmi dil sayılması; iki-dilli, iki-kültürlü eğitim gibi haklar tanımıştı. Kolombiya’da 1991’de kabul edilen yeni Anayasa, farklı kabilelere ait olan toprakların bir özerk yönetim altında birleştirilmesine de olanak sağlıyordu. Asimile olmuş yerli kabileleri, bu yeni yasaların kendilerine sağladığı olanaklardan yararlanmak üzere, yeniden “yerlileşme” sürecine girdiler. Sierra Nevada’da yaşayan üç cemaat uzun yıllar tarihsel toprakları üzerinde hak mücadelesi vermişlerdi. Ancak üç kabilenin topraklarının kesişme noktasındaki Sierra Nevada’nın yerli bölgesine dönüşebilmesi için yitik dördüncü etninin de küllerinden yeniden doğması gerekiyordu. Kolombiya’nın en etkili yerli örgütü ONIC, 30 Ağustos 1993 tarihinde „Kankuamo yerlilerinin yeniden canlandığı” müjdesini verdi. Kankuamo’lar Sierra Nevada’da Arhuaco (İka), Kogui (Kaggaba) ve Arsario (Wiwa)’larla birlikte yaşamış dördüncü bir etnik gruptu. Çoğu uzman tarafından kesinlikle asimile olmuş kabul ediliyorlardı. Kuşaklar öncesinde Hıristiyanlığı kabul etmiş Kankuamo’ların torunları, saçlarını kestirmiş, manta (yerli giysisi) ve poporo’larını (koka tüketiminde kullanılan bir alet) terk etmiş ve dillerini unutmuşlardı. İşte Kankuamo’ların uzun yıllar süren çabalarla dillerini öğrenmeleri ve gelenek göreneklerini yeniden günlük yaşamlarına hakim kılmalarıyla Sierra Nevada’da yaşayan yerlilerin toprak bütünlüğü sağlanmış ve otonom bir yerli yönetimi kurulabilmiştir. Bu başarılamasaydı böyle bir yönetim mümkün olamayacaktı! Bu durum, bizim için de geçerlidir. Diyelim ki, vatanımızdaki kurumlarımızın ve Bilimler Akademisinin Wubıhların "Çerkes ( Adıge )" oldukları veya Çerkes halkının alt etnik topluluğu olduğu yönündeki kararlarını tanımıyorlar ve kendilerini Çerkes (Adıge ) hissetmiyorlar. Bu durumda ulusal mücadeledeki ciddiyetsizlikleri nedeniyle veya birilerinin dolduruşuna gelerek Wubıhları dillerine dolayanlar bir kez daha düşünmeliler: Bu söylem Çerkesya’nın bölünmesinden ve tarihi Wubıh topraklarının kaybedilmesinden; daha doğrusu RF’na hediye edilmesinden, daha da önemlisi, Çerkes halkının tarihsel toprakları üzerinde kendi kaderini tayin etme hakkını kaybetmesinden başka hiçbirşeye yaramıyor. Bu, ihanet değil de nedir? Hatko Schamis
Tarik Topcu'nun fotoğrafı.
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks