DÜNYANIN HALLERİ...

#801 Ekleme Tarihi 07/01/2016 10:16:24
Şamis yazı içi Dünya yeniden paylaşılıyor. Ne kadar sürecek ve ortaya nasıl bir dünya çıkacak bilmiyoruz. Ama çok can yakacağı kesin... Savaş şimdilik Orta Doğu'da yoğunlaştı, ama yeni çatışma alanlarının ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalı. Mesela Kafkasya'da Azarbeycan ile Ermenistan patlamaya hazır bomba gibiler... Afrika kaynıyor. Ukrayna zaten cepte bir joker. Rolünü oynayacağı doğru zamanı bekliyor. Yani savaş, her an dünyanın herhangi bir yerinde patlayabilir. Çünkü sistem tıkandı. Paylaşım tamamlanıp yeni dengeler kuruluncaya kadar böyle devam edecek... Ama her çatışma ve savaş birilerinin kışkırtması ile çıkmıyor. Ve süreç "kadir-i mutlak" bir güç tarafından planlanmış da, her şey bir plan dahilinde olmuyor. Bu komplocu bakış açısı doğru değil. Çatışan güçler var. Biri bir hamle yapıyor, diğeri karşılık veriyor...Yeni bir durum çıkıyor ortaya. Sonra yeni bir hamle ve karşı hamle! Bu nedenle, kimin eli kimin cebinde, anlamak kolay değil. Ve her gün yeni bir sürprizle uyanıyoruz. ;rdion düğümü Suriye'ydi. RF'nun müdahalesi sonrasında tam çözüm menziline girildi diye düşünülürken, Suudi hanedanlığı yeni bir provakasyona imza attı. Nemr'in idamı yasal mı? Yasal elbette. Ama meşru değil, insan haklarına aykırı ve çatışmayı yaymaya, derinleştirmeye hizmet ediyor. Böyle durumlarda, iyi niyetli veya kafasında başka bir hinlik olmayan devletler en azından beklerler... Dünyada örneği çok! Hedefte İran mı var? Sanmıyorum... Belki dolaylı olarak İran'a da ayar verilmek isteniyor, ama asıl hedef RF. Çünkü, RF şimdi gerçekten zor bir durumda. İran'a tam destek verse, Mısır veya Ürdün gibi ülkelerle ( sunni dünya ) ilişkileri bütünüyle kopacak. Destek vermese, bu defa Orta Doğu'yu yeniden design etmek için stratejik ama pragmatik ortaklık kurduğu İran'ı üzecek... Kötülüklerin anası ABD. Çünkü "tek kutuplu dünya düzeni"ni devam ettirmek istiyor. Bunun için muhtemel rakiplerini oyunun dışına itmeye, güçten düşürmeye, mümkünse parçalayıp sisteme dahil etmeye çalışıyor. Sopası ise Suudi hanedanlığı, İsrail ve Türkiye. Ve bu ülkelerin örgütledikleri, silahlandırdıkları, her türlü lojistik desteği verdikleri "Cihatçılar"! Önce "Orta Doğu Şeytan Üçgeni"ne ideolojik ayar verdiler. Cihat'ı "kafirlerin topraklarına" taşımak isteyen, bu nedenle yakın vadede bir islami devlet kurma hedefi olmayan El Kaide'yi "uyuttular".  Yerine, önceliği islam ülkelerinde cihat ve devletleşme olan, bu nedenle sapkın dedikleri mezhepleri düşman ilan eden İŞİD'i örgütlediler. Bunun hazırlıkları taa 2003'te başladı... Zaten yüzyıllardır var olan mezhepçiliğin yeniden hortlatılmasının altında yatan neden budur. Çünkü, din ile, mezhepçilik ile gözleri kör edilen insanlar daha iyi savaşırlar. Ölmek sorun değil; tam tersine bir ödüldür onlar için... Bu nedenle, yoksul, umutsuz, gelecek vizyonu olmayan, biraz da maceracı ve ruh hastası binlerce genç cennete gitmek için kuyruğa girdiler. Türkiye'yi, İsrail'i, Suudi hanedanlığını bir araya getiren "din kardeşliği" değil; stratejik-politik çıkarlarıdır. Ki, bu üç ülkeyi destekleyen BATI'lı devletler de islamdan, müslümanlıktan haz almazlar. Yani politik mücadele dinsel motiflerle örgütlendi. Ve sorun "teolojik" değil; "teopolitik"... Şiilik ve İran, başta Suudi Arabistan olmak üzere siyasi olarak körfez ülkelerini ve bu ülkelerin ekonomik çıkarlarını, İran’ın "yıkılması-yok edilmesi gerekir" dediği İsrail'i ve tabii körfezden akacak petrol ve doğal gaz ile RF'na bağımlı olmaktan kurtulmak isteyen BATI'yı tehdit ediyor... Eğer kazanırlarsa, hepsi karlı çıkacak bu kirli savaştan: İsrail, varlığını tehdit eden güçlerden; Suudi Arabistan ekonomik-politik rakibi ve düşmanı İran ile müttefiklerinden kurtulacak. ABD ve Batı ise RF'nu köşeye sıkıştıracaklar. Türkiye ise, bir yandan sunni kardeşliği ekseninde ittifak kurduğu Körfez ülkelerinden gelecek petrolün, gazın ve dolarların hayalini kuruyor; diğer yandan Kürt sorunundan kurtulma hesapları yapıyor. Hepsi islamı; daha doğrusu islamın Vahabist-tekfirci yorumunu stratejik-politik hedeflerine ulaşmak için kullanıyorlar. Bölgede işleri bitince sanırım İŞİD'in ipini çekecek, veya İŞİD ile birlikte yine El Kadie'yi sürecekler piyasa... Cihat'ı "kafir"lerin topraklarına taşımak için! Topyekün bir savaş çıkar mı ve savaşı kim kazanacak bilmiyorum. Ama RF’nun, yalnız ekonomik çıkarlarını değil; siyasi varlığını da tehdit eden bu savaşı kaybetmemek için elindeki bütün kozları kullanacağını ve bu savaşın çok uzun süreceğini düşünüyorum. Son günlerde-aylarda Türkiye Kürdistanı'nda çatışmaların yoğunlaşmasının dünyadaki ve bölgedeki gelişmelerle doğrudan ilişkisi var. Önce şunu görelim: Kürtler açısından düşünürseniz, Kürdistan'a siyasi bir statü kazandırabilmek için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Kürdistan'ı paylaşmış olan ülkelerde savaş var. Şu veya bu biçimde savaşın tarafı olmuş durumdalar. Bu ülkelerin veya bazılarının sınırları-rejimleri değişecek. Keza bölgeye müdahale eden ülkeler sahada savaşacak müttefikler arıyorlar. Bulduklarını silahlandırıyorlar. Bu durum Kürtlerin, silahlı güçlerinin meşrulaşmalarını sağlıyor. Ama kurulacak ve bölgenin geleceğini şekillendirecek masaya oturabilmeleri için, taraf olmaları gerekiyor. Hem politik sürecin, hem de savaşın. "Bu bir it dalaşı" veya "ne Esad ne de İsrail bizi ilgilendirmiyor" derlerse, masaya oturamazlar. Biz zannediyoruz ki, askeri güçler işi bitirecek. Hayır, siyasi haritayı askeri güçlerle desteklenen siyasiler çizerler. Bunun için masaya oturmaları, masaya oturmak için taraf olmaları gerekiyor. Irakta, Libya'da, Suriye'de... Şavaşa dahil olan ülkeler de asıl olarak savaş sonrasındaki paylaşım masasında olmak istediler. Bu nedenle Kürtlerin bugün bölgede yaşanan savaştan çıkarları var. Tabii bu, Kürtler savaş istiyor veya savaş çıkarttılar demek de değildir. Aklı başında hiç kimse savaş istemez. Ama iki taraf için de bir yıkım demek olan savaş tehdidi, daha avantajlı olanın elini güçlendirir. Silahlanma yarışının nedeni de budur. Askeri üstünlük kurmaktır. Caydırıcı olmaktır. Ve avantajlı olan, gücünü abartan veya dengeleri doğru okuyamayan, eğer savaş kaçınılmaz olmuşsa, savaşı başlatır. Eğri oturalım doğru konuşalım: Kürtler ne Suriye'de ne de Türkiye'de savaş istemediler. Yüz yıldır istedikleri, varlıklarını garanti altına almak, buna bir siyasi statü kazandırmaktır. Türkiye'de de siyasi statü istediler. "Özerklik veya federasyon olabilir, tartışalım" dediler. HDP'nin "Türkiyelileşme" söylemi buna denk geliyordu. Ama birileri Kürtlere teslim olmayı dayattıkları için HDP’nin "Türkiyelileşme" sloganından ulusal taleplerden ve mücadeleden vazgeçmeyi anladılar. Halbuki, gerek Oslo görüşmelerinde, gerekse “Çözüm Süreci”nde devlet ile Kürt temsilciler arasında yapılan görüşmelerde asıl olarak Kürtlerin siyasi statüsü tartışılmıştı. Hatta HDP anayasa taslağı görüşmelerine de bugün hendeklerle destekli olarak ilan ettikleri taleplerle gittiler. Ve devlet Kürtlerle masaya oturdu, tartıştı, taleplerini kısmen kabul etti. İsterseniz Cumuraşkanı Erdoğan'ın miting meydanlarında ve TV'lerde söylediklerine bakın... Ama Suriye savaşı Türkiye'nin öngördüğü ve istediği gibi gelişmedi. Büyük ihtimalle de istemediği bir şekilde sonuçlanacak. İşte Türkiye'nin Kürt sorununa bakış açısını asıl değiştiren, Erdoğan'ı ve saatlerini Erdoğan'a göre ayarlayanları "Kürt sorunu bizim sorunumuzdur", "Kürdistan eyaleti niye olmasın" dan "Ne Kürt sorunu be!" ye getiren sahadaki bu gelişmedir. Ateşkesi devlet bozdu. Belki de barış görüşmelerinde ve Kürtlere siyasi bir statü verilmesi konusunda samimi değildi. Veya önce hem Suriye'de, hem Irak'ta kazanmanın ve Türkiye'de Kürtleri "arka bahçe"den yoksun bırakarak diz çöktürmenin hesabını yapıyordu. Ama Türkiye'nin Suriye'de kaybetme, dahası Kürtlerin bu savaştan teritoryal bütünlüğünü sağlamış bir siyasi statü ile çıkma ihtimali belirince işler değişti. Hem Kürtler için, hem de devlet için. Kürtler daha avantajlı bir duruma geçtiler. HDP "Türkiyelileşme" ve "Barış" söylemlerinde samimi miydi? Elbette samimiydi. Ama "Türkiyelileşme"den ve barıştan anladıkları ve kamuoyuna anlattıkları, koşulsuz silah bırakmak değil; savaşın "Kürt halkının taleplerini de dikkate alacak bir şekilde" sonuçlanması ve Türkiye'nin demokratikleşmesi idi. Bu nedenle kimseyi aldatmadılar. Ama olmadı... Ve süreci silahlı güçler belirlemeye, yönetmeye başladı. Ben talepleri konusunda Kürtleri haklı buluyorum. Her halk gibi Kürtlerin de tarihi vatanları Kürdistan'da özgürce, gelecek kaygısı olmadan yaşama; bunun için demokratik hak ve özgürlüklerine sahip olma hakları var. Bu, Türkiye'nin demokratikleşmesi ile mümkün. Sınırlarının değişmesi gerekmiyor. Bu düşüncem, Çerkes halkı için istediklerimle de örtüşüyor. Yani ben Çerkeslerin de RF'nun demokratikleşmesi ile demokratik hak ve özgürlüklerine kavuşmalarını, Çerkesya'da gelecek kayısı olmadan ve RF halkları ile kardeşçe birlikte yaşamalarını istiyorum. Keşke savaş hiç olmasaydı. Devlet demokratikleşseydi ve Kürt sorununa, sadece Kürt sorununa değil; Türkiye'de yaşayan tüm azınlıkların sorunlarına barışçıl bir çözüm bulsaydı. Ve keşke bütün Anadolu halkları barış içinde kardeşçe yaşayabilse... Bunun artık çok zor olduğunun farkındayım. Hendekler sadece sokaklarda değil; Türk ve Kürt halkları arasında kazılıyor. Silahlar kardeşliği bitiriyor. Ki, sanırım devlet de artık son kozlarını oynuyor. Ve büyük ihtimal Suriye'de kurulacak Kürt bölgesi ile Türkiye Kürtleri arasına bir duvar örmek, Kürtleri tehcir edip buralara artık Türkiye'de kalıcı olacakları belli olan Suriyelileri yerleştirmek, böylece demografik yapıyı değiştirmek istiyor. Türkiye'nin, Kürtlere siyasi bir statü vermeden, silahların bırakılmasını istemesi gerçekçi değildir. Doğrusu, silahların susması ve müzakeredir. Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Kürt halkının varlığının anayasal garanti altına alınmasıdır. Ve hiçbir kural tanımayan bu savaş, bu vahşet bitmelidir. Savaşta her şey mübah değildir. Çocukların, kadınların veya yaşlıların hedef alınarak öldürülmeleri, cenazelerinin günlerce sokaklarda kalması, gömülmelerine izin verilmemesi ve tehcir "savaş gerçeği" ile açıklanamaz. Bizim de savaşa karşı kendi gücümüzle, örgütlülüğümüzle ve gelecek vizyonumuz ile çelişmeyecek tavırlar almamız gerekiyor. Bizim böyle bir savaşı ve sonuçlarını göğüsleyebilecek gücümüz yok. Keza izlenen yol ve yöntem bize ve gelecek vizyonumuza uymaz. Bu nedenle, organik bir ilişki veya işbirliği mümkün de değil; doğru da... Ama vahşete göz yummak, sessiz kalmak da olmaz. Sonra, tutarlı olmalıyız. Savaşa karşı olup, savaşın nedenlerini görmezden gelmek, kayıtsız şartsız "silah bırakılması"nı istemek, vahşeti kınamamak, şehitler edebiyatı yapmak doğru değildir. Keza, bu savaşta ölen Çerkesler Kürtler tarafından özellikle hedef alınmıyorlar. Bu demo;jiye, ölen Çerkesler üzerinden Çerkes halkının Kürt halkına düşmanlaştırılmasına izin verilmemelidir. Şehitler edebiyatı da doğru değildir. Türkiye Cumhuriyeti ordusundaki Çerkesler vatanları için, milletleri veya namusları için savaşmıyorlar. Bu tutarsız söylemler, hem savaşa karşı olmakla çelişir, hem de "vatan bilinci"ni çarpıtır, Çerkes halkının Türkiye'ye aidiyetlerini güçlendirirler. Daha da önemlisi, bizim bu karmaşık ve tehlikeli süreçten en az zararla, hatta karlı çıkmamızın yolu, vatana dönüş talebimizi yükseltmekten geçiyor. Suriye, Ürdün, Türkiye gibi, içerisinde yaşadığımız ülkeler ister istemez bizi de kendi sorunlarının bir parçası haline getirecekler. Hatta getirdiler bile. Buna karşı, barışı tutarlı bir şekilde savunmalı, Çerkes gençlerini savaşa sürükleyecek, savaşı özendirecek, herhangi bir halka veya ülkeye, özellikle de RF'na düşmanlık ve nefret tohumları ekecek söylemlerden uzak durmalı, birilerinin bizi manipule etmelerine izin vermemeliyiz. Çatışma ve savaş ortamında insanlar duygusallaşırlar. Bunu bilenler, Çerkes halkını kendi saflarına çekmek veya birilerine düşmanlaştırmak için bize "şehitler" hediye edebilir; birilerini tutuklayabilir, her şeyi abartabilir, yalan yanlış haberlerle provokasyonlar örgütlemek isteyebilirler. Buna karşı soğukkanlı ve uyanık olmalı, Çerkes halkının çıkarlarını öncelemeliyiz. Çerkes halkını temsil etme iddiası olan kurumlar da Çerkes kamuoyunu daha hızlı, tutarlı ve bilinçli bilgilendirmeli; şu anda üzerinde yaşadığımız topraklara ait olmadığımızı ve vatana dönmek istediğimizi daha yüksek sesle dile getirmeliler.
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks