GEMİLERİ YAKTIK, ÇERKESYA İÇİN... GEREKİRSE BEDENLERİMİZİ DE YAKACAĞIZ!

#199 Ekleme Tarihi 13/10/2015 10:03:07
05 Mayıs 2011 Perşembe Saat 20:21   Birkaç gündür yaptığımız çağrılardan/görüşmelerden bir sonuç alamadık ve 21 Mayıs’ta Taksim’de „Birlik“ olmak için bir irade oluşmadı. Bu durumda herkes kendi programını hayata geçirecek. Yurtseverler olarak saat 15’te Taksim’de Rus Konsolosluğu önünde toplanacak, oradan da Beşiktaş’a yürüyeceğiz. Ama kafalarında „neden bizim de Taksim’de saat 13 00’da örgütlenecek eyleme katılmadığımız“ sorusu olanlar için bir kez daha özetlemek istiyorum. Biz, Çerkeslerin ( Adıgelerin ) uluslaşması gerektiğini söylüyoruz; çünkü yaşadığımız çağda uluslaşamayan toplumların gerek dış müdahaleler/etkenler ve gerekse ulus öncesi ilişkilerin veya farklılıkların neden olduğu çıkar hesapları ve „iç çatışmalar“ nedeniyle yok olduklarına inanıyoruz. Ve biz eğer varlığımızı devam ettirmek istiyorsak çağa ayak uydurmak, oyunu kurallarına göre oynamak zorundayız. Aksi takdirde tarihin sayfalarına gömülmüş toplumlar arasında yerimizi alırız. Ama uluslaşmak, laboratuvarda birkaç kimyasal maddeyi karıştırıp yeni bir madde yaratmak gibi bir işlem veya birkaç insanın istemleriyle gerçekleşebilecek bir toplumsal örgütlenme değildir. Yüzyılların birikimi vardır uluslaşma süreçlerinde ve bizim tarihin belli bir döneminde toplumların gelişimine yaptığımız ufak katkılarımızın sonuçları ancak yüzlerce, binlerce yılda kendini gösterir. Yani dünya ve insanlık bizim basit günübirlik politikalarımızla şekillenmiyor, bu süreç yüzlerce, binlerce yıl sürüyor. Ulus devletler ve milliyetçilik akımları şunun şurasında 200, bilemediniz 300 yıldır tarih sahnesindeler; ama bunları ortaya çıkaran sürecin arkasında yüzlerce yıllık sosyal, iktisadi, kültürel, tarihsel bir birikim vardır. Belli bir dönemde yapılan siyasi müdahaleler ve ortaya çıkan örgütlenmeler kimseyi yanıltmamalıdır. Eğer sözkonusu toplumların tarihsel gelişimlerine ve dokularına uymuyorsa, çağa ayak uydurma yeteneğine sahip değilse böylesi örgütlenmeler veya müdahaleler kalıcı olmuyor, bir süre sonra yıkılıp gidiyorlar. Yani „Papa isteyince herkes Hiristiyan olmuyor“. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Yüzlerce yıl hüküm süren Roma gibi Osmanlı devleti, Avusturya-Macaristan…ve yakın dönemde SSCB, Yu;slavya… tarih oldular. Onlarca ve hatta yüzlerce yıl birlikte yaşamış olmak dahi yetmedi halkları birarada tutabilmek için. Yetmez de, çünkü toplumları demokratik ve barışçıl yöntemlerle ve kendi istekleriyle birleştirecek kavramları bir insanın veya devletin yaratamayacağı ve yokedemeyeceği kadar uzun ve kapsamlı bir gelişim süreci ortaya çıkarır. Bu süreçte ekonomi, politika, kültür, din, coğrafya, gelenekler gibi bir sürü faktör etkili olur. İnsanları birarada tutabilmek için geliştirilen yapay kavramların ve kimliklerin birleştirici olamadıklarını görmek için uzaklara gitmeye gerek yok. Yüzlerce yıllık Anadoluluk ve hatta Osmanlılık gibi kavramlar veya kimlikler bile yetmemiştir halkları birarada tutabilmek veya bir potada eritebilmek için. Çünkü bir yerden sonra insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarına cevap verememiş, onlara daha güzel ve güvenli bir yaşam sunamamışlardır. Osmanlı  devleti birlik ve bütünlüğünü koruyabilmek için büyük çabalar sarfetmiş, kapsamlı reform denemelerine girişmişti. Mesela 2.Mahmut “Ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hıristiyan’ını kilisede, Musevi’sini havrada fark ederim. Aralarında fark yoktur. Cümlesi hakkında muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evlâdımdır” diyerek „ümmet“ kavramına darbe indirmiş, halkı yapay bir kavram olan “Osmanlılık” etrafında birleştirmeye çalışmıştı. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile 1876 ve 1908 Anayasaları da aynı amaca hizmet ediyordu. Ama tutmadı ve Fransız devriminden esinlenen ulusalcı akımlar, Balkan ve Arap halklarının isyanları engellenemedi. Ama bu imparatorluklar „çok kültürlü, dinli, uluslu…“ karakterlerine ters düştükleri, birilerini asli unsur ilan edip diğerlerini „ötekileştirdikleri“ için çökmediler. Ve çöküşü farkedip bunu engellemek için verdikleri „tavizler“ de bu devletleri kurtarmaya yetmedi. İmparatorluklar dünyada değişen ekonomik ve politik ilişkiler, dengeler nedeniyle; yükselen kapitalizm/burjuvazi yeni bir devlet ve toplum örgütlenmesine ihtiyaç hissettiği için çöktüler. Yani hiçbir imparatorluk durup dururken çökmemiş, hiçbir milliyetçi-ulusal hareket de sebepsiz yere; birkaç sapığın projesi olarak ortaya çıkmamıştır. Milliyetçi hareketlerin ve ulus devletlerin ortaya çıkışı, farklılıklara; düşmanlıklara ve savaşlara neden olmuştur demek doğru değildir. Farklılıklar, düşmanlıklar ve savaşlar uluslaşma hareketleri ve onun ideolojisi milliyetçilik yokken de vardı. Hem de daha acımasız bir şekilde. Kabileler, kardeş kabileleri köleleştiriyor ve hatta yokediyorlardı. İmparatorluklar arasındaki savaşların biri bitip diğer başlıyordu. Uluslaşma hareketleri dini, etnik, feodal nedenlerle parçalara bölünmüş; birbiri ile sürekli çatışan insan topluluklarını tarihsel birikimlerine uygun bir zeminde veya belli sınırlar içerisinde birleştirmiş; ilkel-feodal ilişkileri çözmüş ve onlara ortak bir kimlik vermiştir. İlerici bir rol oynamıştır. Bu nedenle milliyetçilik modern zamanların ideolojisi, bir modernleşme hareketidir. Ve henüz tamamlanmamıştır. Uluslar veya devletler arasında bu süreçte yaşanan düşmanlıkların veya savaşların sorumlusunun uluslaşma hareketleri olduğunu iddaa etmek, bugün emperyalistlerin „demokrasi, insan hakları ve özgürlük götürme“ iddaasıyla çıkardıkları savaşlara ve öldürülen milyonlara bakarak „insan hakları, demokrasi ve özgürlük kötü birşey. Savaş ve gözyaşından başka birşey getirmiyor“ demekten farksızdır.  Aynı şekilde ulus devlet ve uluslaşma çağı kapandı demek de doğru değildir. Biten, birkaç etnik topluluktan veya ulustan bir hakim ulus yaratma ve diğerlerini yoketme projesidir. Bu şövenist devlet modeli çökmüştür. Bunun yerine ya etnik toplulukların veya ulusların varlıklarını ve haklarını garanti eden federal devletler kuruluyor, ya da ulus olabilme dinamiklerine sahip topluluklar ayrılıp uluslaşıyor; hatta devletleşiyorlar. Dünyayı ekonomik ve politik olarak şekillendiren güçlerin çıkarları ile çelişmiyor bu durum. İşte biz Yurtseverler bu durumu bir fırsat olarak görüyor, Çerkes ulusunu ve vatanımız Çerkesya’yı örgütlememiz gerektiğini anlatıyoruz. Varlığımızı başka hiçbir siyasal örgütlenme biçimi garanti edemez. Bizi diğer Çerkes siyasetlerinden veya Kuzey Kafkasya kimliği altında örgütlenen gruplardan ayıran da budur. Kafkasyalılık veya Kuzey Kafkasyalılık yapay bir kavramdır. İddaa edildiği gibi siyasal değil; coğrafik bir tanımlama, bir kültür havzasıdır. Günümüzde bir insan topluluğunun siyasal örgütlenmesi dendiğinde anlaşılan ulustur veya devlettir. Bu nedenle eğer bir ulustan sözediyorsak, uluslaşmaya hizmet etmeyen örgütlenmeler siyasal örgütlenmeler olamazlar. Yüzlerce yıl yaşamış bir Osmanlı devleti bile ortak bir kimlik yaratamamışken, 2 yıl dahi yaşayamamış bir devletin; tarihinde ortak hiçbir siyasi örgütlenmesi olmayan bir coğrafyanın, hele hele bugün üzerinde kendi siyasal kurumları olan halkların birlikte uluslaşabileceklerini iddaa etmek ütopyadan da öte bir fantazidir. Bu nedenle biz Kafkasya veya Kuzey Kafkasya gibi kavramlara itibar etmiyor, uluslaşmaya hizmet edecek değerleri ve ilkeleri öne çıkarıyoruz. Ulusal kimliğimizi ve dokularımızı güçlendirecek örgütlenmeleri yaratmak istiyoruz. Anavatanımızda çoğalmak istiyoruz. Bu ortak bir kimlik ve ortak dil demektir, ortak bir gelecek ülküsü demektir. Bırakın Kafkasya’yı, Kuzey Kafkasya halklarının bile böyle bir ortaklığı yoktur ve bunu yaratabilmenin tek yolu önce „kurtarmak“, sonra yukarıdan aşağıya zorla devlet inşa etmektir. Ki bu nedenle Kafkasya veya Kuzey Kafkasya ekseninde örgütlenenlerin hepsi ya tehlikeyi sezip „kültürel faaliyetlerde“ karar kılıyorlar ya da „bağımsızlık“ dolayısıyla da „savaş tamtamları“ çalıyorlar. 21 Mayıs etkinliklerine işte bu fark damgasını vuruyor, vuracak. Bir yerde 21 Mayıs’ın „Soykırım ve Sürgün“ mü, yoksa sadece „Sürgün“ mü olduğuna; „anma ile mi yetinelim, yoksa taleplerimiz de olsun mu“ya karar veremeyenlerin bir etkinliği olacak. Başka bir yerde „milliyetçi olmayan yollardan ve ulus devleti reddderek Abhazya, Çeçenya ve Çerkesya’yı örgütleyeceklerini iddaa eden ( nasıl olacaksa? )“ ve sorumsuzca attıkları bağımsızlık sloganlarıyla ( bunu eğer anavatanda demokratik-barışçıl yollarla örgütleyebilecek altyapınız veya örgütlülüğünüz yoksa sloganlarınızdan etkilenen samimi insanların gideceği tek yer dağlar, değirmenine su taşıyacağınız tek hareket de bu dağlarda örgütlü olanlardır ) Çerkes ve Çerkesya hareketini meşru zeminden çıkarıp provakasyona açık hale getirmeye ve bu yolla demokratik ülkelerden ve çevrelerden alabileceğimiz desteği bitirmeye çalışanlar…( Bkz. Çeçenya! ) Ve biz Çerkesya Yurtseverleri! Bizler Çerkesiz, Adıgeyiz. Çerkesya’nın yerli halkıyız. Çarlık Rusyasına karşı özgürlük savaşımızı kaybettik, soykırımdan geçirildik ve topraklarımızdan sürüldük. Ama Çerkesya vatanımızdır ve bizler vatanımızda dönmek, orada uluslaşmak istiyoruz. Kuzey Kafkasya halkları ile komşu ve kardeşiz. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olacağız. Ama bütün Kuzey Kafkasya Halkları Çerkes olmadığı gibi birlik de bugünün değil, yarının gündemidir. İçerisinde yaşadığımız dünya, uluslararası yasalar ve RF Anayasası bizlerin tarihi topraklarımızda birleşmemize, tek bir halk olmamıza; diasporada ulusal bir azınlık olarak tanınmamıza olanak sunuyor. Konjonktür de bizlerin böylesi ulusal hak özgürlüklerimizi barışçıl ve demokratik yollardan talep etmemize elverişli. Talep edeceğiz, masaya oturacağız, görüşeceğiz; gerekirse kavga edecek ve yeniden görüşeceğiz. Taa ki Çerkesya’yı inşa edinceye kadar… 21 Mayıs, bütün Kuzey Kafkasya Halklarının değil; Çerkes halkının soykırıma uğradığı ve sürgün edildiği tarihi simgeler. Bu tarihte Çarlık Rusyası ile hala savaşan tek ülke Çerkesya’dır; Çerkesler ve Çerkeslerle kader ortaklığı yapmış olan kabilelerdir. Çerkeslerden başka hiçbir halkın 21 Mayıs’ın kendi halklarının da Soykırım ve Sürgün günü olduğu iddaası yoktur. Abhazlar „Sürgün“ derken, Çeçenler ve Osetler bunu dahi söylemiyorlar. Bu nedenle doğru tanımlama „21 Mayıs Çerkes Soykırım ve Sürgünü“dür. Ama yok başka bir halk da böyle bir iddaa da bulunuyorsa, kimsenin elini kolunu bağlamıyoruz. Bunu kendi örgütlülükleri ve olanakları  ile örgütlemeliler. Tıpkı  1915’te soykırıma uğradıklarını söyleyen Ermeniler ve Süryaniler gibi. Her iki halk da bu tarihte Osmanlı devleti tarafından soykırıma uğradıklarını söyler, bunun tanınması mücadelesi verirler. Ama kendi örgütlülükleri ve kendi talepleri ile. Eğer söylemlerimiz, yöntemlerimiz ve gelecek ülkümüz çakışırsa hayat zaten bizleri biraraya getirir. Çerkesya Yurtseverleri olarak zor ve uzun bir yolculuğa çıktığımızın farkındayız. Yalnız siyasi ilişkileri değil; 150 yıldır bizleri teslim almış bu siyasi söylemlerin üzerine inşa edilen ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkileri de değiştirmeye çalışıyoruz. Yerleşik değerler, önyargılar ve hatta ev-aile ilişkileri bile zaman zaman karşımıza bir engel olarak çıkıyor. Eleştiriler, saldırılar, hakaretler; izole etme veya yalnızlaştırma çabaları…hiçbiri sürpriz değil bizim için. Dünya yuvarlak diyenlerin öldürüldükleri, eşitlik özgürlük isteyenlerin derilerinin yüzüldüğü günlerden bugünlere geldiğimizi; insanlığı ileriye taşıyan tüm fikirlerin ve farklı  seslerin ilk ortaya çıktıklarında kendilerinden önceki düzeni sarstıkları için zararlı ilan edildiklerini, acımasız bir şekilde yaftalanarak düşman ilan edildiklerini biliyoruz. Osmanlı, Rusya, Avusturya-Macaristan gibi hayatta kalma mücadelesi veren çok uluslu imparatorluklarda da milliyetçi fikirler önce zararlı ilan edilmiş, milliyetçi ve yurtsever aydınlar zindanlara atılmış veya sürgünlere yollanmışlardı. Ancak tarih ve insanlığın gelişim süreci bu imparatorlukların varislerini de milliyetçi veya yurtsever olmak zorunda bırakmıştır. Bizler 21 Mayıs’ta bu perspektifle önce saat 15 00’da Taksim’de RF’nun Çerkes soykırım ve sürgününü tanımasını talep edecek, oradan Beşiktaş’a yürüyerek 21 Mayıs ile ilgili tereddütlerini aşamamış Kaf Fed’in Beşiktaş’taki eylemine destek verecek, demokratikleşme ve birlik istediğimizi göstereceğiz. Kimseye şuraya gidin veya gitmeyin demiyoruz. Herkes kendi özgür iradesi ve siyasi öngörüsü ile karar verecektir nereye gideceğine veya kime destek vereceğine. Ama nasıl ki daha dün Ufuk Tavkul gibi Adigelere hakaretler eden, tarih çarpıtıcısı bir Türkçüyü davet edip konuşturanlar veya alkışlayanlar Çerkeslerin çıkarlarını temsil edemezlerse; bu tip insanların etkinlikleri de bizlerin çıkarlarına denk düşmeyecektir. Etnik köken olarak Çerkes veya „Çerkes kurumları“ olmalarının hiçbir önemi yoktur. Bizlere yatıp kalkıp hakaret eden, milliyetçi ve hatta ırkçı vs diye suçlayan; ama kendi ulusal kimlikleri ile örgütlenmiş diğer Kuzey Kafkasya halklarını, hatta bizlere hakaret edenleri bir kez olsun eleştirmeyenlerin ne kadar Çerkes veya dost oldukları da şüphelidir. Böylelerinin bir etkinliğe katılımımızın, desteğimizin aynı zamanda bu yanlışlara da destek veya prim vermek anlamına geleceğini unutmamalıyız. Bizlerin başkalarını dışladığı  doğru değildir. Birlik istediğimizi defalarca kere dile getirdik. Eylemimize de herkes kendi kimliği ve pankartı ile katılabilir. Hatta 14 Mayıs’ta Recep Genel arkadaşımızın moderatörlüğünde yapılacak toplantıda öneriler getirebilir. Yeni bir siyasetiz, daha doğrusu siyaset olmaya çalışıyoruz; ama gemileri yakarak yola çıktık. Ve Çerkesya için en değerli varlıklarımızı feda etmeye hazırız…

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks