Hatko Schamis : 21 MAYIS SONRASI... EYLEM ÖĞRETİYOR!

#1415 Ekleme Tarihi 12/06/2017 07:11:32

 21 Mayıs’ta neden vatana gidiyoruz ve neden etkinliği bu formatta örgütlüyoruz sanırım artık biliniyor. Gerek vatanda gerekse diasporada yarattığı olumlu hava görülüyor. Bu etkinliği her sene üzerine bir şeyler katarak büyütmek, geliştirmek, hak arama mücadelesinin bir aracına dönüştürmek istiyoruz.

Biz kimiz? Kendimize Çerkesya Hareketi diyoruz. Dönüş geleneğinden geliyoruz. Hiç bir kuruma alternatif  değiliz, alternatif dernekler örgütlemek istemiyoruz. Sorulduğunda „Kaf Fed’in bir bileşeni“ olduğumuzu, onu geliştirmek, büyütmek, demokratikleştirmek ve Çerkes ulusal hareketine önderlik yapacak bir kuruma dönüştürmek istediğimizi söylüyoruz. Bir kurumun demokratikleşmesi o kurumun demokrasi mücadelesinin bir parçası ve içerisinde farklı düşüncelerin örgütlenme haklarının olması ile mümkündür. Bu anlamda bizim daha homojen bir grup olarak kurumlarımızda faaliyet göstermemiz bir çelişki değil; bilakis, demokratik kitle örgütü mantığına ve ruhuna uygun olandır. Bütün demokratik kitle örgütlerinde, sendikalarda, derneklerde, meslek odalarında… bu örgütlere politik olarak yön vermeye çalışan, yönetime talip olan, kendi içinde daha homojen gruplar vardır. Bu grupların varlığı örgütlere dinamizm katar, rekabet ortamı getirir, herkesi kendisini geliştirmeye zorlar. Bizim kurumlarımızda henüz böyle bir demokratik işleyiş yok. Bunun objektif ve subjektif nedenleri var. Objektif olan, hala Çerkes sorununun sosyal-kültürel faaliyetlerle çözülebileceğine ve kurumlarımızın böyle faaliyetler için var olduğuna inanılması, bu inancın birileri tarafından sürekli pompalanmasıdır. Bu nedenle kurumlarımızda politik arayışlar içerisinde olanlara şüphe ile yaklaşılmakta, politik faaliyetlerin kurumlarımızı böleceği sanılmakta, bunun sonucu olarak kurumlarımız sosyalleşmenin araçlarına dönüşmekte ve politik faaliyetlere ilgi azalmaktadır. Bu yanlış anlayışın kökleri 12 Eylül sonrasında derneklerimizin yeniden faaliyete geçtikleri günlere kadar gider… Subjektif olan ise, Çerkes ulusal hareketini kontrol altında tutmak, tekellerine almak isteyenlerin, kurumlarımızı bilerek apolitikleştirmeye çalışmalarıdır. Çünkü böyle bir kitleyi kontrol altında tutmak, yönetmek ve yönlendirmek daha kolaydır. Biz bu kısır döngüyü kırmak istiyoruz! Derneklerimiz elbetteki olmalıdır ve derneklerimizde elbetteki sosyal kültürel faaliyetler olmalıdır. Ama bu faaliyetler, geleceğimizi inşa perspektifi ile örgütlenmelidir. Bir vizyonumuz olmalıdır. Bunu başarırsak, sosyal kültürel faaliyetler bitmeyecek, ama artık sosyalleşmeye değil; ulusal bilincin gelişmesine ve Çerkes Sorunu’nun çözümüne hizmet edecekler. Bu dönüşümden rahatsız olanların aramızdan ve kurumlarımızdan ayrılmalarını göze almalıyız. ******* Kim olduğumuzu ve ne istediğimizi bir çok platformda dile getirdik. Mesela geçen sene İstanbul’da, 21 Mayıs etkinliğini anlatmak için gittiğimiz İKKD’de bizim kim olduğumuzu soran Ümit Dinçer’e şunu söylemiştik. „Kaf Fed’e bağlı derneklerin üyeleriyiz, bazılarının yöneticileri ve Federasyon delegeleriyiz. Ama Kaf Fed’in çok geniş bir çalışma veya temsiliyet alanı var. Biz bunlardan sadece birine yoğunlaşıyoruz: Çerkes halkının çıkarlarına...“ Federasyonumuzun, kendi ulusal örgütlenmeleri ile kararlar alan halkları temsil etme iddiasını absürd buluyoruz. Çünkü bizim, kendi mekanizmaları içerisinde kararlar alan halkları temsil etmemiz mümkün değildir. Bu durum bizi, kararları alınırken müdahil olamadığımız günahların ve sevapların muhattabı yapıyor ve zaman zaman bu halklarla karşı karşıya getiriyor. İlişkileri zehirliyor. ( İşte 21 Mayıs 2017 anmaları. Biz 13 Mayıs’ta Kefken’deydik. Abhaz Fed 21 Mayıs’ta. Neden birlikte örgütlenemedi ve hangi eylem Abhazları temsil ediyor? Bu konuda kamuoyuna yapılan açıklamalar doğru değil. Asıl sorun, temsilde ve içerikte. Bunu herkes biliyor, ama kimse açıkça dile getirmiyor… ) Abhazya varsa, Abhaz halkını „Abhaz“ kimlikli; Oset-Alan Cumhuriyeti varsa, Oset halkını Oset-Alan kimlikli örgütler temsil eder. Aksi, eşyanın doğasına aykırıdır. Bunu söylemek Çerkes, Abhaz, Oset veya Çeçen halklarının kardeşlik veya komşuluk ilişkilerini zedelemez. Yardımlaşmalarının ve dayanışmalarının önünde bir engel teşkil etmez. Kardeş olmak, aynı olmak ve tek bir kimlik altında toplanmak değildir. Bütün Kuzey Kafkas halklarını Çerkes kimliği altında toplamaya çalışmak „Çerkes Şövenizmi“dir. Bunu hiç bir Kuzey Kafkas halkı kabul etmez. Ki, birileri bunu bildikleri için son zamanlarda bize „Adıge“ diyor, Çerkes ulusal mücadelesi ve Çerkes halkının birliği için olmazsa olmaz „Çerkes“ kimliğini yok etmeye çalışıyorlar.

Elbette ki biz „Adığe“yiz. Adıgey Cumhuriyeti’nin „Adıgeleri“ de, Kabardey Balkarya Cumhuriyeti’nin „Kabardeyleri“ de, Karaçay Çerkessk Cumhuriyeti’nin „Çerkesleri“ de ve Shapsugh bölgesinin „Shapsughları“ da Adigedir. Ama aynı dili konuşan, tek bir halk olan Adıgelerin birlik olabilmeleri, tek bir siyasi birimde yaşamaları, bunu siyasi ve hukuki olarak talep edebilmeleri için „Çerkes“ kimliği altında toplanmaları gerekiyor. Eğer „Adıgeler“ olarak Rusya Federasyonu’ndan veya uluslararası kurumlardan bir talepte bulunursak, bize „Adıge Cumhuriyeti’niz var. Daha ne istiyorsunuz?“ diyecekler. Çünkü hukuki olarak bir halka, bir etnik topluluğa bundan daha fazlası verilmiyor. Bu, Çerkes halkına kurulmuş büyük bir tuzaktır. Çok şükür vatanda bu oyun bozuldu. Çerkesya’da Çerkesin ayak bastığı, yaşadığı her yerde Çerkesler „Çerkesim-Sı Adığ“ diyorlar. „Tek dil, tek halk, tek vatan“ sloganları atıyor, 12 yıldızlı bayrağımızı sahipleniyorlar. Diasporanın da bu konuda daha duyarlı olması gerekiyor. Basklar, Basklı yurtsever örgütlerin bütün uyarılarına ve referandumu protesto etmelerine rağmen bu oyuna gelmiş, tarihte üzerinde ulusal kimlikleri ile devlet kurdukları Navarro’yu kaybetmişlerdir. Biz bu hatayı yapmamalıyız! Artık bütün Kuzey Kafkas halkları ulusal kimliklerine sahip çıkmalı ve bu kimlikleri ekseninde örgütlenmeli, sonra bu örgütler veya halklar arasında eşgüdüm sağlayacak mekanizmalar yaratılmalıdır. Biçimi tartışılır…

Biz Çerkes kimliğini tanımlarken elbetteki ‚Adığe‘ diyoruz. Çünkü anadilimizde kendimizi „Adığe“ diye tanımlıyoruz ve dünyada kendisini anadilinde „Adığe“ diye tanımlayan Çerkeslerden başka bir halk yoktur. Ve artık vatanı ile, diasporası ile Çerkes halkı tek bir kimlik, tek bir dil ve tek bir bayrak altında toplanmalıdır. Bunun sancılı bir süreç olduğunu ve belki birilerini üzdüğümüzü biliyoruz, ama uluslaşmanın başka bir yolu yoktur. „Demokratik ulus“ olamaz mı, diye soranlar, bu tezi formule edenlerin yazılarını daha iyi okumalılar. „Demokratik ulus“ ile kastedilen, tek bir ulus değil; birbirlerinin hak ve özgürlüklerine, kimliklerine saygı duyan, birlikte yaşama iradesi olan bir uluslar topluluğudur. Coğrafya eksenli bir birliktir. Kürt ulusu Kürt, Türk ulusu da Türk olarak veya Kürt dili Kürtçe, Türk dili de Türkçe olarak kalmaya devam etmektedir.   Bunun bizdeki karşılığı, bütün Kafkas halklarının veya uluslarının tek bir kimlik veya dil altında toplanması değil; bu halkların, kimliklerine, dillerine karşılıklı saygı ve eşitlik temelinde birliğidir. Biz tam da bunu istiyoruz. Bize „ırkçı“ veya „bölücü“ yakıştırması yapanlar, söylediklerimizi çarpıtıyorlar. Biz Çerkes kimliğini başka kimliklerden üstün veya diğer kimlikleri Çerkes kimliklerinden aşağı görmüyoruz. Her halkın kimliği, dili ve kültürü değerlidir. Eşittir. Yaşatılmalıdır. Ve örgütlenmelidir… Kafkas halklarının birliği, bu halkların örgütlerinin veya devletlerinin birliği olmalıdır. Dünyada bir çok devlet etnik ve dini toplulukları, devletleri veya halkları tek bir kimlik altında toplamaya çalışmış, ama başaramamıştır. Artık „eşitler“in siyasi birliği arayışı içindeler. Bizler bu deneyimleri görmek, bunlardan dersler çıkarmak zorundayız. Ama bize göre, Çerkes olmak için ille de Çerkes kanı taşımak veya genlerimizin bilmem ne haphuplob olması gerekmiyor. Çerkes halkının diline, kültürüne sahip çıkmak, gelecek vizyonunu paylaşmak, bunun için mücadele etmek yeterli Çerkes kimliğini taşımak-Çerkes olmak için. Biz asla „Ben Çerkesim“ diyene „yok sen Çerkes değilsin“ veya Çerkes ulusal mücadelesine destek vermek isteyene „yok sen karışma“ demeyiz. Ki 7-8 sene önceki ilk yazılarımızda bile „bir gün Çerkesya Yurtseveri Osetler, Abhazlar, Çeçenler… Ermeniler, Kürtler, Türkler, Ruslar da olacaktır!“ dedik. Kurtuluş savaşlarına canımızla kanımızla destek verdiğimiz Türklerin, Abhazların... bizim ulusal mücadelemize destek vereceklerine yürekten inanıyoruz. Bu nedenle kimseyle aynı çatı atında olmaktan rahatsız değiliz.

Ama ‚Çerkes halkları‘ veya ‚Çerkes dilleri‘ gibi uyuruk şeyler söylemeden, kimlikleri ve bayrakları çorba yapmadan, her halkın kimliğine ve kimliği ekseninde örgütlenme hakkına saygı duyarak… Bakın son zamanlarda „Çerkes“ dememek için, „Adıge, Abhaz, Oset, Çeçen…“ veya „Çerkes-Abhaz“ değil de, „Adıge-Abhaz“ diyorlar. Neden kendilerine, örgütlerine „Abaza, İron, Di;r, Nohçi…" değil de "Abhaz, Oset, Çeçen…“ diyorlar da, bize gelince „Çerkes değil, Adığe’siniz“ diyorlar? Neden Adıge-Abhaz değil de, „Çerkes-Abhaz Dernekleri Federasyonu“ olmasın? Diğer halkları kamuoyunda bilinen kurumsal-siyasal kimlikleri ile tanımlıyorlar da, neden Çerkesler’e kendilerini anadillerinde ifade ettikleri şekliyle ‚Adığe‘ diyorlar? Burada bir hinlik yok mu?

Kısaca, Çerkes kimliğini güçlendirecek, Çerkes ulusal bilincini geliştirecek ve Çerkes Sorunu’nun çözümüne hizmet edecek çalışmalardır bizim önceliğimiz… Bu konuda bizimle birlikte çalışacak herkese kapımız açık. Kimseye etnik kökenini veya dinini sormayız. Kimsenin kanını veya genini test etmeyiz… Ama kimsenin bizi, örgütlerimizi, mücadelemizi ve geleceğimizi kendi çıkarlarına göre design etmesine izin vermeyeceğiz. ******* 21 Mayıs’ta Çerkesya’dayız etkinliğini ilk olarak 2014 yılında örgütlemeye çalıştık. Avrupa Çerkes Dernekleri Federasyonu Başkanı Ömer Faruk Tamzok ile konuştuk. Ama Ömer abi, kendi çevresi ile istişare yaptıktan sonra, „olmaz, geç kaldık, vs…“ deyince örgütleyemedik etkinliği. Ertesi sene, sadece Bülent Atçı ile fikir alışverişinde bulunduk ve etkinliği Çerkesya Hareketi olarak örgütlemeye karar verdik. 1 Ocak 2015’te kamuoyuna duyurduk. Ve hemen ardından dernekleri dolaşarak etkinliği anlatmaya başladık. Öncesinde Federasyonumuz ile konuşsak daha mı iyi olurdu bilmiyorum. Belki de bize hep kuşkuyla baktıkları için böyle bir etkinliği sahiplenebileceklerine inanmadık. Veya müdahil olurlarsa biçim-içerik konusunda anlaşamayacağımızı düşündük. Sonuçta etkinliği kamuoyuna anlatmaya başladıktan sonra, bir vesileyle görüştük. „Keşke etkinliği kamuoyuna duyurmadan önce bizimle görüşseydiniz. Biz de böyle bir etkinlik örgütlemek istiyorduk“ dediler. „Eğer Federasyonumuz bu etkinliği örgütleyecekse, biz bundan mutlu oluruz.“ dedik ve bu görüşmeden sonra organizasyonu Federasyonumuz üstlendi.

Formatı tam bizim istediğimiz gibi olmadı, mesela biz vatanda daha çok halkla kaynaşmak, sokakları tanımak istiyorduk. Belki de ilk olması, etkinlik öncesi tartışmaların neden olduğu kuşkular vs nedeniyle yapamadık. Ama güzel bir organizasyon oldu. “Rüya gibi…” geçti. Her yerde coşkuyla karşılandık. “Diasporanın şimdiye kadar örgütlediği en doğru etkinlik” dendi. Ve kuşkuların yersiz, dedikoduların boş olduğu çıktı ortaya. ******* Neden 21 Mayıslarda vatana gitmek gerektiği konusunu yeterince anlattığım için her şeyi bir kez daha burada tekrar etmek istemiyorum... Özetle: 21 Mayıs etkinliklerinin artık kamuoyuna ve ilgili-yetkili kurumlara bir mesaj vermesi, hayata geçirilebilir veya muhatabının da kabul edebileceği bir talebinin olması ve diaspora Çerkeslerine Rusya Federasyonu’nda siyasi ve hukuki statü kazandırma formatı ile örgütlenmesi gerektiğine inanıyorduk… Bir de, vatanda 21 Mayıs’ları artık gereksiz görenler, „150 yıllık yas mı olur“ diyenler türemişti. Sanki, sonuçları telafi edilmiş, adalet tesis edilmiş gibi. Bu anlayışa karşı, 21 Mayıs etkinliklerinin, hem de daha güçlü örgütlenmesi gerektiğini söyleyen yurtseverlere destek vermemiz gerektiğini düşündük… Elbette sadece 21 Mayıs’larda değil, mümkün olan her fırsatta vatana gidilmeli, vatanla ilişkiler kurulmalı, ortak örgütlenmeler yaratılmalı. Ama 21 Mayıs’ta vatanda olmak RF’na Çerkes sürgününü hatırlatmaktır. „Sürgün ağıdımızsa, dönüş şiarımızdır“ sloganını ete kemiğe büründürmektir. Politik bir „seyahat“tır! Etkinliğimize „turistik gezi“ diyen birileri çıktı. Amaçları etkinliği itibarsızlaştırmaktı. Tutmadı! Herkesin işte-güçte-okulda, hem de sınav döneminde oldukları bir tarihte turistik gezi mi olurdu? Neden etkinliği itibarsızlaştırmak istediler, çünkü „Dönüş“e karşılar ve bu düşüncenin güçlenmesini, örgütlenebilir bir formata sahip olmasını istemiyorlar. Bir de „provokasyon“ diyenler vardı. Bunlar „Çerkesya“ söyleminden bile rahatsızlardı. Rusya’nın böyle bir etkinliğe izin vermeyeceğine, içeride baskıyı arttıracağına ve gidiş gelişlerin zorlaşacağına inanıyorlardı. Bence asıl kaygıları, her kelimesinin doğru, tek bir harfinin bile değişmemesi gerektiğine inandıkları kendi „Dönüş Paradigmaları“nın değişiyor olmasıydı. Haksız da değillerdi. Biz gerçekten de „Dönüş Hareketi“nin formatını değiştirmek, güncellemek istiyoruz. Bireysel çabalar ile vatana dönüş düşüncesinin gerçekçi olmadığını, tek tük dönüşlerin yaraya merhem olmayacağını düşünüyoruz. „Nasıl ki Türkiye’de dilimizi, kültürümüzü yaşatmak için kurslar, burslar açmamıza izin verilmesi yeterli değilse, devlet desteği ve pozitif ayrımcılık istiyorsak; 150 yıldır diasporada yaşayan bir insan topluluğunun valizini alıp vatanına dönmesi de mümkün değildir, Dönüş’ün mutlaka devlet desteği olmalı, bunun için siyasi ve hukuki tanımının yapılması gerekir“ diyoruz. Düşünün, vatandan her sene binlerce Çerkes iş bulmak, daha iyi yaşamak için başka ülkelere, Moskova’ya, Leningrad’a giderken diasporadan 3-5 kişinin vatana dönmesinin etkisi/yararı ne olabilir? Neyi değiştirebilir? Veya diasporada asimilasyon almış başını giderken bir kaç kişiyi bataklıktan çekip kurtarmanın? Dönüş Hareketi artık ulusal bilinci güçlendirecek bir vizyona, bu vizyonu örgütleyecek bir mekanizmaya sahip olmalı; daha kitlesel dönüşleri mümkün kılacak hukuki ve siyasi kazanımlar için mücadele etmelidir. Elbette amacımıza sadece 21 Mayıs’larda vatana giderek ulaşamayacağız, mutlaka başka yöntemler ve etkinlikler üzerine de kafa yorulmalı. Ama biz biryerlerden başlamak istedik… Umarız başkaları üzerine bir şeyler katar! ******* Etkinliği örgütleme sürecinde bazı öneriler geldi, daha doğrusu, fikir ayrılıkları çıktı. Mesela katılımcı sayısını fazla arttırmayalım diyenler oldu. Aslında vatana bir temsilci heyetin gitmesi fikri daha çok yatıyordu kafalarına. Ama böyle ifade etmediler kendilerini. Bunun yerine, vatanda etkinlik üzerine duyulan kuşkulardan veya dedikodulardan bahsettiler. Ve maddi sorunlardan. Böyle bir format, bizim örgütlemek istediğimiz „21 Mayıs Etkinliği“nin içini boşaltmak olurdu. Kabul etmedik! Çünkü biz etkinliği her sene büyütmeyi, katılımı arttırmayı düşünüyorduk. Dünyanın her tarafından Çerkesler etkinliğe güçlü ve kalabalık bir şekilde katılsın istiyorduk. Önümüzdeki senelerde bunu örgütlemeyi planlıyorduk. İlk senelerde öngörememe veya iyi planlayamama nedeniyle bazı maddi veya başka sorunlar çıkabilirdi, çıktı da, ama zamanla bunları da aşacaktık. Bunu derken, bir gün her şey mükemmel olacak demiyorum. Hatasız, herkesin her şeyden memnun olduğu kitlesel etkinlik olmaz. Birileri mutlaka birşeyleri eleştirecektir. Birinin eleştirdiğini başkası beğenecektir… Çünkü yaşları, meslekleri, alışkanlıkları, beklentileri farklı insanların katıldığı etkinliklerde ortayı bulmak, herkesi memnun etmek mümkün değildir. Biri, „yorulduk, otele gidelim“ der; diğeri „ya buraya otelde yatmaya mı geldik?“. Biri daha ucuz olanı ister, diğeri daha kaliteli olanı. Biri müzeyi görmek ister, diğeri çarşıyı. Biri yolculuk daha çabuk bitsin ister, diğeri yolculuğun keyfini çıkartır… Ve bu beklentilerin karşılanmaması memnuniyetsizliği büyütür. Böyle bir kitleyi „zapt’u rapt“ altına almaya çalışmak, yapılabilecek en büyük hatadır. Nerede, ne kadar müdahale edeceğini bilmelisin, aşırıya kaçmamalısın. Yoksa insanları hayatından bezdirir, moral ve coşkuyu düşürür, memnuniyetsizliği büyütürsün. Elbette yemede içmede aşırıya kaçılması veya disiplinsizlik güzel değil. Ama bunlara doğru müdahale etmek lazım. Eğer moraller bozulursa, etkinlik insanlara zehir olur. Bir kez morali bozulan bundan sonra bardağın hep boş tarafını görmeye başlar. Etrafına negatif enerji yayar. En doğrusu, bu konuları ilgili-yetkili arkadaşlarla konuşmak ve/veya etkinlik sonrası dile getirmektir. ******* Peki 21 Mayıs etkinliğini DÇB mi örgütlüyordu? Veya 21 Mayıs’ları Taksim’de „muhataplarından kaçırmak“ mı istiyorduk? Birincisi, bu etkinliğin DÇB ile uzaktan yakından alakası yoktu. Biz düşündük, biz planladık. Ama elbetteki Federasyonumuz örgütlenmeyi üstlendikten sonra DÇB devreye girdi. DÇB üyesi olan Federasyonumuzun böyle bir etkinlik için üyesi olduğu DÇB ile istişare etmesi de doğaldır. Eğer DÇB ile hiç bir ilişkinizin olmasını istemiyorsanız, DÇB üyesi olan Kaf Fed’ten de çıkmalısınız. Dürüst olan budur. Bizim için önemli olan ise inisiyatifi elde tutmak, etkinliğin formatına ve içeriğine müdahale etmelerini engellemekti. Bunu da büyük oranda başardık. Taksim'de yaptıkları etkinliği "muhatabının yüzüne soykırımı-sürgünü haykırmak“, hatta bir kahramanlık gibi destanı gibi anlatırken, bizi ve Federasyonumuzu "korkaklık"la, 21 Mayısları muhatabından kaçırmakla suçlayan çevreleri ise anlamakta biraz zorlandık. 21 Mayıs’ı Taksim’de, RF elçiliğinin önünde anmak/protesto etmek elbette ki yanlış değil. Biz de katıldık bu anmalara. Hatta bugün 21 Mayıs’ları Taksim’de örgütleyenlerle eylemin içeriğinde ve sloganlarında anlaşamadığımız için iki sene kendi eylemimizi örgütledik Taksim‘de. Neden ayrı örgütledik, neye karşı çıkıyorduk? Bir yandan „intikam değil, adalet istiyoruz“ pankartı açarken, ardından „Katil Rusya Kafkasya’dan Defol“ gibi sloganlar atılmasına karşı çıkıyorduk. Çünkü bu iki slogan birbiri ile çelişiyordu. Birinci slogan bir adalet ister. İkincisi, intikam. Birincisinde, barış için hak-hukuk; yani adalet talebi var; ikincisinde „defol git“ talebi. Birinci slogan birlikte yaşam özlemini; ikincisi nefreti ve düşmanlığı büyütür. Bu ikisinin yan yana gelmesi mümkün değildir. Bu nedenle Taksim’deki eylemleri desteklemiyoruz, katılmıyoruz. Bizim vizyonumuzla çelişiyor. („İntikam Değil, Adalet İstiyoruz“ sloganı Çerkesya Hareketi’nin sloganıdır. 2010 yılında formule ettik. Bizim, misyonumuzun ve vizyonumuzun en özlü ifadesidir… Elbette herkes kullanabilir, ama görüldüğü gibi bazılarının ağzında iğreti duruyor! Politik duruşlarına ve ruh hallerine uymuyor.) Onlar „vatan“ derken, „kurtarılmış“ veya „Rus‘tan arındırılmış“ bir vatandan bahsediyorlar. „Defol“un başka bir anlamı yok. Başka bir şekilde anlaşılması mümkün değil. Biz ise tarihin tekerleğini geriye döndüremeyeceğimizi düşünüyoruz. Çerkesya’nın Rus’tan arındırılması düşüncesini daha büyük acılara neden olacak bir ütopya, Çarlık Rusya’sının Çerkesya’yı neden işgal-ilhak ettiğini anlamamak, tarihi doğru okumamak olarak görüyoruz. (Doğru olan Federasyonumuzun 21 Mayıs’ları Taksim’de doğru bir içerikle ve doğru bir formatta örgütlemesi idi. Ama fazla „temkinli“ oldukları için bu fırsatı kaçırdılar. Federasyonun ismini değiştirmekte geç kaldıkları gibi…) Kendilerine yönelik eleştirileri anlamıyorlar veya anlamamazlıktan geliyorlar. Taleplerini barışçıl yöntemlerle dile getirdikleri için, bunu demokratik bir hak olarak görüyorlar. Halbuki „defol“un kendisi bir savaş çağrısıdır. Nefreti ve düşmanlığı büyütmenin bir aracıdır. Zaten savaş „politikanın başka araçlarla, silahla, yapılması“ demektir. Yani askeri olan da bir politik savaştır aslında. Ve demokratik yöntemler ile askeri yöntemler arasındaki çizgi sanıldığından incedir. Bakın Suriye’ye, demokratik yöntemlerle islam hukukunu-şeriatı hakim kılmak isteyen Müslüman Kardeşler nasıl 2 senede El Kaide’ye veya İŞİD’e dönüştü. Gayri müslümlerden nefret eden, islamı kendileri gibi yorumlamayan herkesi tekfir eden bu grup, ortam olgunlaşınca boğaz kesen, kadınlara kızlara tecavüz eden canavarlara dönüştü. Bunun nedeni sadece Esad değildir. İhvan‘ın içinde-özünde bu potansiyel vardı. Bu nedenle, bugün attığınız sloganlar, topluma verdiğiniz mesajlar, „hurmalar-tırmalar“ hikayesinde olduğu gibi, yarın bir canavara dönüşebilirler. Önemli olan bugün elinizde silah olmaması değil; silahı kullanacak insanları yetiştiriyor, bunun için nefreti ve düşmanlığı büyütüyor olmanızdır. Bunu siz bilmiyor olabilirsiniz, ama başkaları biliyor. Ve buna karşı önlem alıyor. ****** Bu grubun bir yazarı, ne yazık ki kendisini ifade ederken, bir yandan birlik istediğini söylüyor, diğer yandan bütün sağlıklı diyalog yollarını tıkıyor. Ve aslında 21 Mayıs’larda birlik olmayı zorlaştırıyor. Hep başkalarının kendi doğrularını kabul etmelerini istiyor. „Biz doğru yolu bulduk. Korkaklık yapmayın, Rus’a uşaklık yapmayın, gelin bize katılın“ diyor. Zaten feleğin çemberinden de geçmiş, ateşlerde sınanmıştır! Böyle bir mantıkla birlik yapabilir mi? İstiklal'e tankla topla gitsek bile Türkiye’nin rahatsız olmayacağı, belki de sırtımızı sıvazlayacağı ve güvenlik güçlerinin bize zorluk çıkarmayacağı bir etkinliği göklere çıkarırken, daha sınırdan geçerken kaleşnikoflu askerlerin ve FSB'nin karşısına geçip "Çerkesiz, vatanımıza geldik" diyen, Nalçık'ta zırhlı araçların ve askerlerin arasında yürürken, "biz sürgün çocuklarıyız, işte yine buradayız..." mesajı veren bizleri "korkak" ve „kullanışlı“ ilan etmesi, akıl ve ruh sağlığının yerinde olmadığının bir göstergesi bence. Bir de, bu grubun bilmem hangi köyün, 21 Mayıs’ta örgütleyeceği bir toplantıyı bile „21 Mayıs etkinlikleri“ arasında sayarken, „21 Mayıs’ta Çerkesya’dayız“ etkinliğini unutması biraz ilginç! ******* 2015 yılında her üç Cumhuriyete de gittik. Böylece politik bir mesaj vermek, „Çerkesya“ söyleminin altını doldurmak istedik. Zor oldu. Günlerimiz yollarda geçti. Ama ilk olması nedeniyle, böyle gerekiyordu. Otobüsle değil uçakla gidelim diyenler de olmuştu. Otobüs yolculuğunu kaldıramayanlar veya işinden-okulundan bir hafta izin alamayacaklar nedeniyle. Elbette uçak ile gitmek de düşünülebilir. Gerekçeler haksız değil. Ama şimdiye kadar bunu yapmamış olmamızın da birçok nedeni var. Öncelikle otobüsle 40 saat yolculuk yapıp ve belki de sınırlarda sıkıntılar yaşayıp vatana gitmenin psikolojik etkisi var. Politik mücadelede böyledir: Fedakarlık çıtasını ne kadar yükseltirseniz, vicdanlarda-zihinlerde bıraktığınız iz de o kadar derin olur. Ki bu sene hemen herkes, „geçen sene sınırda o kadar eziyet çekmenize ve içeri alınmamanıza rağmen, bunca sıkıntıya katlanarak bu sene de gelmenize çok sevindik, gururlandık…“ derken bu gerçeği dile getirdiler. Sonra, uzun yolculuk boyunca insanlar birbirleri ile tanışıyor, dertleşiyor ve kaynaşıyorlar. Bu da çok önemli. Çünkü Türkiye’nin dört bir tarafından birbirini tanımayan insanlar katılıyor etkinliğe. Elbette tanışmak ve kaynaşmak herkesin yapabileceği bir iş değil, ama bunu becerenler arasında güzel dostlukların, hatta yoldaşlıkların kurulduğu da bir gerçektir. Uçakla gittiğimizde bunları başarmak mümkün değil. Bir de, pratik olarak, uçakla gidebilmek için bir uçak kiralamak gerekiyor. Ama özellikle ilk sene katılımın ne kadar olacağını bilmediğimizden, uçak kiralamak büyük bir riskti. Sonra uçakta belli bir sayıda yer ayırtmak da o kadar kolay değil. İsim soyisim istiyorlar ve yer ayırttıktan sonra, en geç üç gün içinde bir miktar ödeme yapmanız gerekiyor. Bu nedenle, uçak biletlerinin nispeten ucuz olduğu, yer ayırttığınız tarihte gitmek isteyenlerin belli olması gerekiyor. Keza uçakla gitme teklifi yapanlar, bilmem hangi tarihte uçak biletlerine bakıyor, bir veya iki kişi için fiyat alıyor, bu nedenle uçakla gitmenin daha ekonomik olduğunu sanıyorlar. Ama sayı artınca veya tarih yaklaşınca fiyat yükseliyor. Keza Çerkesya’da mobil olmak önemli. Bu sene otobüslerimize izin verilmeyince ilk gün ne kadar sıkıntı yaşadık herkes gördü. Uçakla gidip orada otobüs tutunca masraflar artıyor. Çerkesya’da hayat ucuz deil. Mesela bu sene 4 gün için tuttuğumuz otobüslere, neredeyse Türkiye’den tuttuğumuz otobüslere ödediğimiz kadar para ödedik. Maddi durumu iyi olmayan insanlar veya gençler-öğrenciler nereden bulsunlar bu kadar parayı? Ama kimsenin uçakla gelmesine de karşı değildik/değiliz. Etkinliğin tarihlerini ilan ettiğimizde isteyen uçak biletini alır ve gelip 21 Mayıs etkinliğine katılır. Veya Janberd arkadaşımızın bir önerisi vardı bu sene: Bir uzun bir de kısa program yapalım. Kısa program için uçak ayarlayalım. Çünkü herkes 8-10 izin alamıyor işinden-okulundan. Haklı. Bu sene böyle alternatifler üzerine de düşünmek gerekiyor. Öneri deyince, bir öneri de üç senedir etkinliği maddi manevi destekleyen, yaşadığımız sıkıntıları en iyi bilenlerden biri olan Bülent Atçı yaptı. Maddi kaynak bulmak için son günleri beklemeyelim. Bir „21 Mayıs“ hesabı açalım. Ve herkes aidat öder gibi ayda 40’ar-50’şer lira yatırsın. Böylece günü geldiğinde elimizde belli bir meblağ olur ve ne kadar genci finanse edebileceğimizi biliriz. Bence iyi bir fikir. Federasyonumuz eğer bu sene etkinliği örgütlemek istiyorsa böyle bir hesap açmasında yarar var. ******* Son olarak… İlk sene belki de bizim ne yapmaya çalıştığımızın bilinmemesi nedeniyle herkeste bir tedirginlik vardı. Bir yere giderken polisler otobüslere eskortluk yaptılar. Her hareketimizi 7/24 izlediler. Çok abartmışlardı yani. Elbette müzeler, gösteriler, yemekler güzeldi; ama biz daha çok halkın arasına karışmak, çarşı Pazar gezmek istiyorduk. Yaşam müzede değil, sokaktaydı. Bu, mümkün olmadı.   Bir de, biz sadece 21 Mayıs anmalarına katılmak için gitmiyoruz vatana. Soykırım ve Sürgün anması “21 Mayıs etkinliği”nin sadece bir parçası. Yoksa 20 Mayıs’ta gider, 22 Mayıs’ta da geri döneriz Türkiye’ye. 21 Mayıs etkinliğinin bir de yukarıda özetlemeye çalıştığım boyutu var. Bu nedenle etkinlik boyunca birçok duygu içiçe geçiyor. Direniş var, coşku var, sevinç ve hüzün var. Yas var, umut var… Bütün bu duygular içiçe. Ama bazı arkadaşlar 21 Mayıs etkinliğini sadece “Soykırım ve Sürgünü Vatanda Anma” olarak görüyorlar. Bu, doğru bir yaklaşım değil. 21 Mayıs’ta vatana sadece sürgünü anmak ve vatandaki soydaşlarımızla birlikte yas tutmak için gitmiyoruz. Daha “21 Mayıs’ta Çerkesya’dayız” ilanımızla bile dünyaya bir mesaj veriyoruz. Sonra sınırdan geçişte, geçerken sorgularda dile getirdiklerimizle, vatanda kurduğumuz ilişkilerle… etkinliğimizin anma ve yastan öte bir misyonu var.  2015 yılında vatandan gençler, bizim gençlerimize, 22 veya 23 Mayıs günü, birlikte düğün yapma önerisi yapmış, bizim sorumlu arkadaşlar “olmaz” demişlerdi. Bunu, 21 Mayıs etkinliğinin içeriğine uygun bulmamışlardı. Halbuki, “21 Mayıs’ta Çerkesya’dayız” etkinliğini sadece "Sürgünü Anmak ve Yas Tutmak” ile sınırlamak etkinliği tam anlamamak demektir. Vatandaki arkadaşlara sorduğumuzda bize “Burada 21 Mayıs Çerkes Soykırım ve Sürgünü anması 20 Mayıs akşamı başlar, 21 Mayıs günkü yürüyüşten ve anıtın önündeki etkinliklerden sonra biter, sonra herkes normal yaşamına döner” dediler. 21 Mayıs etkinliğinin yas boyutu bu kadardır. Elbette eğer Anma ve Yas bir hafta sürseydi veya sürerse, biz de o zaman bir hafta yasın veya anmanın gereğini yerine getirirdik/getiririz… Aslında Türkiye’de de böyle. İnsanlar katıldıkları etkinlik boyunca bir yas-anma ruh haline girer, sonra normal yaşamlarına devam ederler. Birilerinin bunu abartma eğilimine girmeleri, hatta neredeyse bütün bir Mayıs ayını yas ayı ilan etmeleri kendi sorunlarıdır. Bizi bağlamaz. Başka bir karar alınıncaya kadar, “21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü Anmaları ve Yası” 20 Mayıs akşamı başlar, 21 Mayıs günü etkinliklerden sonra biter. Yas ve anma programının bizim “21 Mayıs’ta Çerkesya’dayız” etkinliğimiz içindeki yeri de bu kadardır…  

Not: Haftaya biraz da 2016 ve 2017 yılındaki etkinliklerimizi daha yakından irdelemeye çalışacağım.

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks