VİZYON YOKSA, MİSYON “BAŞKALARININ MAŞASI OLMAK”TIR!

#820 Ekleme Tarihi 04/02/2016 11:03:21

*** 1 ***

Bir Rus savaş uçağının Türkiye-Suriye sınırında düşürülmesi nedeniyle RF ile Türkiye arasındaki ilişkilerin “bozulması” bizi de etkiledi. Uçak niçin düşürüldü kesin olarak bilmiyoruz, bir sürü iddia var; ama sonuçları Türkiye için de, biz Çerkesler için de iyi olmadı. Çerkesya’da yaşayan “Dönüşçü Çerkesler” haklı olarak tedirginler. RF’nun Türkiye’ye karşı uygulamaya başladığı yaptırımlardan etkileniyorlar. Çerkesya’ya dönüş yapmak veya herhangi bir nedenle gitmek isteyenler ise artık vize gibi ek bir sorunla da muhattap olacaklar. Yani Çerkesya ile ilişkiler zaten iyi değildi, şimdi daha da kötüleşti. Ama “Çerkespora”da ciddi bir tepki, hatta “nasıl bu günlere geldik?”, “nereye gidiyoruz?”, “bundan sonra ne yapmalı?” diye tartışan pek yok. Kaffed ve DÇB çıkan veya çıkması olası sorunları “ikili-diplomatik ilişkiler” içerisinde çözmeye çalışıyorlar. Çerkes halkını ve kurumlarını sorunun ve tartışmanın içine çekme, bu vesile ile Çerkes halkında ve uluslararası platformlarda Çerkes Sorunu’na bir duyarlılık yaratma ve belki de olumsuzluğu fırsata dönüştürüp süreçten politik kazanımla veya kazanımlarla çıkma çabası yok. Böyle bir perspektifleri yok! Önce “yapıyoruz, takip ediyoruz...” türü açıklamalarla ateşi düşürdüler; şimdi diplomatik kanalları, biraz da eş-dost ilişkilerini kullanarak hiç olmazsa statükoyu korumaya ve “dönüşçüler”e sahip çıkmaya çalışıyorlar. “Türkiye-RF ilişkileri eski haline dönmelidir” demek aslında bir skandal ama Çerkeslerin dünyasında değil. Bu sözlerin ne anlama geldiğini tartışan kimse de yok zaten. Belli ki anlamadılar veya çoğunluğun ruh halini yansıtıyor. Ama “RF da, Türkiye de kendince haklı” sözleri sanırım herkesi gülümsetmiştir. Türkiye’nin himayesinde “Kafkas İslam Ordusu” ve yalnız Kafkasya’yı değil; Orta Asya’yı da kurtarma ( Esad’ı, Kürtleri, ateistleri... hallettikten sonra ) hayalleri kuran bazıları, “Rusların Çerkes düşmanlığı bir kez daha teyit edildi” ve “dönüş artık mezara gömüldü” diyerek seviniyor olmalılar. Zaten uzun zamandır Çerkes halkını “vatana dönmek, orada yaşamak mümkün değil” ve “Çerkes Sorunu’na diasporada, RF’suz bir çözüm bulmalıyız”a ikna etmeye çalışıyorlardı, şimdi elleri biraz daha güçlendi! Ve artık diasporaya yalan yanlış haberler yaymak, manipulatif “gözaltı” veya “tutukluluk” halleri icat etmek zorunda değiller. 150 imzalı olduğu söylenen mektup ciddi değil. “Dönüşçü”ler arasında böyle düşünenler olabilir, ama kamuoyuna düşünce açıklayan ve başkalarının da kendileri gibi tavır almasını isteyenler ya tüzel bir kişilik olmalılar; ya da kamuoyuna açıkladıkları bildiriyi imzalamalılar. Yoksa bir algı operasyonu olur, manipulasyon olur. Bir de, geçmiş acıları ve bugün yaşadığımız sorunları kullanarak Çerkes kimliğine bir “ezeli ve ebedi Rus düşmanlığı” yapıştırmak isteyen çevrelerin oyuncağı olmak da, günümüz Rus devletinin sözcüsü olmak da gerekmiyor. Çünkü RF’nun aldığı tavırlar Çerkes halkının çıkarlarını gözetmiyor, Çerkes halkını başkalarından ayrı tutmuyor... Bu durumda en azından RF’nun haklı gerekçelerle de olsa aldığı tavırların Çerkes halkını mağdur ettiğini; bunu aşmak için RF’nun Çerkeslerin siyasi ve hukuki statüsünü tanıması gerektiğini dile getirmek gerekir... Çoğunluk ise konuya veya soruna ilgisiz... “Dernekçiliğe”ve normal hayatlarına devam ediyorlar. Yaşamlarını diasporada devam ettirmek istiyorlarsa dahi, eğer Çerkes kalmak istiyorlarsa, Çerkesya ile güçlü bağlarının olması gerektiğini anlamamışlar... Sanırım konuyla ilgili şimdiye kadar sadece 3 “ciddi” yazı yazıldı. Ama bunlar da, durumun fotoğrafını çekmekten, klişe bir iki eleştiriden öteye geçmiyor. Ve hala herkes haklı! Hiç özeleştiri yok. Elbette bir nedeni bilgisizlik. Ama kimse de konuları derinlemesine araştırma ihtiyacı duymuyor, net tavır almıyor, çünkü korkuyor. İktidardan korkuyor, “mahalle baskısı”ndan korkuyor, gerçeklerden korkuyor... Kurumlarımızın yöneticileri ve topluma önderlik yapması gereken “aydınlar” dahi. Altında toplumsal yapımıza ve karakterimize sinmiş olan narsizmin, populizmin ve bireyselliğin yattığı, sosyal ilişkilerin bozulması ve kaybedilmesi korkusu... Ne zavallı bir durum... Ne utanç verici bir korkaklık.  

*** 2 ***

  Kendi adıma yaşananlara şaşırmıyorum. Zaten uzun zamandır tek kutuplu  “Yeni Dünya Düzeni’nin hem ekonomik hem de siyasi olarak tıkandığını, egemen güçler arası rekabetin yeni bir paylaşım savaşına dönüştüğünü, şimdilik taşeronlar eliyle yürütülen yerel-bölgesel savaşlar yaşadığımızı, ama bunların her an topyekün bir savaşa, yeni bir paylaşım savaşına dönüşme potansiyeli taşıdığını, herkesin çıkarları ekseninde saf tuttuğunu, bizim de mutlaka ulusal bir tavır belirlememiz gerektiğini anlatıyorum. Çatışmanın, kendi içinde birbiriyle de rekabet eden, iki tarafı var: ABD öncülüğündeki saldırgan Batı ve Batı’nın dayattığı sisteme entegre olmak istemeyen, direnen, görece bağımsızlıklarını korumaya çalışan devletler. RF, Çin, İran... bu ikinci gruptalar. Kuzey Kore, Laos, Küba...gibi  bir kaç ülke hariç birbiri ile rekabet halinde olan ve çatışan ülkelerin ekonomik-politik sistemleri aynı. Hepsi kapitalist veya emperyalist... Çoğumuzu yanıltan da bu görüntü ve bilgisizlik! Evet ne ABD veya Batı insanlığa daha adil, baskısız-sömürüsüz ve daha güzel bir gelecek vaad ediyor; ne de RF veya Çin. Bir tarafta kapitalist, diğer tarafta sosyalist ülkeler veya daha hakça bir düzen ve bu eksende bir kutuplaşma yok. Ancak bu demek değildir ki, aralarında bir fark yok ve bugün dünyada yaşananlar bir “it dalaşı”. Var! Ama bu fark ideolojik değil, kapitalizmin doğasından, ekonomilerin eşitsiz gelişim yasasından kaynaklanıyor. Ayrıntıya girmeyeyim, merak eden “Kapital”i veya “Ekonomi Politiğin Temelleri”ni ( May Yayınları ) okusun. Özetle: Kapitalizmde değişmeyen sermayenin büyüme, sermayenin bileşimindeki payının artma ve bu nedenle kar oranlarının düşme eğilimi vardır. Bu “kar oranlarının düşme eğilimi” kapitalisti, değişen sermayeden ( yani işgücünden-insandan ) tasarruf yapmaya, değişmeyen sermayenin sermaye bileşimindeki payını azaltmaya ( yani başka ülkelere transfer etmeye veya yakıp yıkmaya ), daha ucuza hammadde bulmaya ve/veya daha çok üretmeye ( yeni pazarlar bulmaya, keşfetmeye-fethetmeye ) zorlar. Günümüzde sömürgeciliğin de, savaşların da, kutupların da... askerin, silahın, savaş kışkırtıcısı piskopatların da, halklar arasında düşmanlığın körüklenmesinin de nedeni budur. Ve dünyaya kapitalizm hakim olsa da savaşlar bitmeyecektir. Yoksa 1. ve 2. dünya-paylaşım savaşlarını açıklayamasınız... Bu nedenle savaşa karşı olanların genel olarak, 80 tekelin dünyanın toplam zenginliğinin % 50’sine sahip olduğu kapitalist sistemi sorgulamaları ve savaş tehlikesi ortaya çıktığında “saldırgan” olana tavır almaları gerekir.  Bu da yetmez! “Normal zamanlar”da barışa, kardeşliğe, insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmalı, sömürgecilerin savaşlarına asker yetiştiren, insanlar ve toplumlar arasında nefret ve düşmanlık tohumları eken her türden söylem ve düşünceyle aktif mücadele etmeliler. Rus savaş uçağının düşürülmesinin ve Suriye’de yaşanan savaşın bizimle doğrudan alakası olmadığı halde! bu kadar zarar görmemizden ders çıkarmayıp hala “dünya Çerkesleri ilgilendirmez” diyen ve eskiden olduğu gibi kapalı bir toplum olmamız gerektiğini söyleyenlere daha açık anlatayım: Bu mümkün değil. O sizin söylediğiniz yaşam biçimi kapitalizmle birlikte tarihe karıştı. Yani kapitalizm kapalı-köylü ekonomilerini ve sosyal siyasal ilişkilerini çözdü, pazara entegre etti. Ve tarihin tekerleği geriye dönmez. Nasıl ki Amerika’da bir bankanın iflas etmesi bizim tasarruflarımıza yansıyor, petrol fiyatlarının yükselmesi veya dünyanın herhangi bir yerindeki kuraklık ekonomimizi vuruyorsa... Biz katılmadığımız halde olimpiyat oyunlarına veya dünya kupasına ilgisiz kalamıyorsak veya “selfie çılgınlığı”bizim de yaşamımızın bir parçası olabiliyorsa dünyadaki bütün siyasal-sosyal gelişmelerden şu veya bu biçimde etkileniyoruz. Ve artık kimse, dünyada ve özellikle ABD, İngiltere, RF, Almanya... gibi ülkelerde veya çevresinde olup bitene “bizi ilgilendirmiyor” diyemez. Koca koca ülkeler ve işte Türkiye bile diyemiyor. Çünkü ilgilendirmiyorsa bile etkiliyor. Ekonomik olarak etkiliyor, siyasi olarak etkiliyor, insan olarak etkiliyor. Ve etkilediği için ilgilenmek zorunda kalıyor insanlar, örgütler veya devletler. Bu durumda doğru olan, geri gelmesi mümkün olmayan kapalı toplum hayalleri kurmak değil, bizi sistemin yıkıcı ve asimile eden etkilerinden koruyacak bağımsız siyasal örgütlenmeler yaratmak; bunun için önce bir vizyon sahibi olmak, sonra Çerkes ulusal sorununun nasıl çözüleceğine ve hedefe nasıl ulaşılacağına karar vermek, yani bir yol haritası çıkarmaktır. Bunu yaptığımızda dünyada-çevremizde yaşanan herhangi bir şeyin bizi nasıl etkileyeceğini, bizim sürece ne kadar ve nasıl müdahil olmamız gerektiğini biliriz. Daha doğru kararlar alırız. Yoksa olayların ve hayatın peşinden sürükleniriz, kendimizi kullandırırız. Ve asimile oluruz. Zaten milyonluk Çerkes halkının ( o yıllarda Osmanlı’nın nüfusu bile sadece 12 milyondur ) sürgün sonrası darmadağın olmasının, bu kadar kolay devşirilmesinin nedeni ulusal bir örgütlenmesinin-vizyonunun ve  küçük de olsa “kutup olabilecek” bir direniş odağının olmamasıdır. Böyle bir vizyon ve örgütlenme olmayınca ekonomik, politik, sosyal ve kültürel faliyetlerimiz Çerkes ulusal sorununun çözümüne hizmet etmez. Hatta zarar verir. Ama bir vizyonunuz yoksa bunu da göremezsiniz. Bir gece düzenlersiniz, çok iyi çalışıp binlerce Çerkesi salona doldurur, hatta halkoyunlarımızla, müziğimizle onları coşturur, iyi bir iş yaptığınızı sanırsınız. Ama politik olarak tercihleriniz doğru değilse sahne dekorasyonunuzla, davet ettiğiniz politikacıların veya yazarların Türkçü-şövenist konuşmaları ile bu binlerce Çerkesi zehirlemelerine neden olursunuz... Bir 21 Mayıs etkinliği örgütlersiniz, ama insanlara “kahrolsun Rusya” veya “Çerkesya’dan defol” gibi Çerkes Sorunu’nun çözülmesine hizmet etmeyen, Rus ve Rusya düşmanlığını büyüten sloganlar attırır, kamuoyuna yanlış mesajlar verirsiniz... Veya kendisi şehit olmamış, Çeçen halkını daha fazla kırdırmamak için doğru bir karar alarak teslim olmuş İmam Şamil’in henüz savaş devam ederken dile getirdiği düşünceleri paylaşarak, hatta bayraklaştırarak gençleri manipule eder, savaşa ve şehit olmaya özendirirsiniz...  

*** 3 ***

  Kafalarımız o kadar karışık ki farklı söylemlerin ve eylemlerin Çerkes ulusal sorununa farklı bakış açılarının veya herhangi bir ideolojik-politik aidiyetin yansıması olduklarının... silahlı Çeçen özgürlük hareketini veya Abhazya bağımsızlık savaşını meşru görüp desteklerken Kürt ulusal hareketini terörizm olarak görmenin; bağımsız Çerkesya veya Kafkasya  isterken Kürtlerin kendi kendilerini yönetme taleplerini bölücülük olarak mahkum etmenin en azından tutarsızlık olduğunun farkında bile değiliz. Hatta bu tutarsızlıklarının nedeninin ruhlarımıza sinmiş ve düşünce dünyamıza hakim olan Türk şövenizmi olduğunun bile... Bazıları farkında değiller, ama Çerkes sorununa Türk şövenizminin gözlükleri ile bakıyorlar. Mesela Çerkesya’nın-Kafkasya’nın kurtarılması şiarı “Esir Türkleri Kurtarma” hayallerinin Çerkes/Kafkas versiyonudur. Ki bu nedenle Kafkasya coğrafyasındaki bütün Rus düşmanı hareketler Türkçü-Turancı-Cihatçı çevreler tarafından destekleniyorlar ve “Çeçen hareketi”nin Türkiye’deki hamileri MHP-BBP çevreleri ve cihatçılar/dı. Bu yakınlaşma hem Kafkas halklarını zehirleyip, Türkçü-turancı-cihatçı düşüncelerin Kafkas halkları arasında yayılmasına neden oluyor hem de Çerkes Sorunu’na barışçı-demokratik çözüm bulma çabalarını baltalıyor. Bu nedenle böyle düşüncelerle ideolojik-politik olarak mücadele etmek, bu düşünceleri Çerkes halkının düşünce dünyasından ve pratiğinden atmak, en azından geriletmek elzemdir; Çerkes ulusal hareketinin önünü açar. Ama Türkçü-turancılar mutasyondan geçtiler, artık islami kimliği daha çok öne çıkartıyorlar. Bu da birçoklarını yanıltıyor, bu politik hareketlere tavır almayı zorlaştırıyor. Çünkü islama-müslümanlığa karşı olmak gibi gösteriliyor. Böyle propaganda yapılıyor. İslamı tartışmak istemiyorum. Bu konuda yeterli bilgiye sahip değilim. Ama genel olarak siyasal islama, herhangi bir dinin siyasal örgütlenme haline gelmesine karşıyım. Çünkü dinlerde “kutsallar” vardır, günahlar-sevaplar,  mutlak doğrular ve yanlışlar vardır. Bir insanın veya toplumsal grubun böyle ilkeleri olabilir; ama bir devletin ve siyasal iktidarın böyle ilkelerinin olması sistemi otoriterleştirir. Farklı olanın yaşam alanını daraltır. Çünkü kutsal olana muhalif olmak da, kutsal olana muhalefet edilmesini kabul etmek de kolay değildir... Ben müslümanın, hristiyanın, dindarın veya dinsizin... farklı etnik-ulusal toplulukların birbirlerinin hak ve özgürlüklerine ve yaşam tarzlarına saygı duydukları demokratik bir toplumsal yaşamı savunuyorum. Bunu garanti edecek bir siyasal sistem için mücadele ediyorum. Ve bu düşüncelere sahip olduğum için yurtsever olmadım, Çerkes ulusal mücadelesini kendime uydurmaya çalışmadım. Çerkes Sorununun ancak böyle bir politik mücadele ile çözülebileceğine inandığım için ben değiştim. Çerkes ulusal mücadelesi tipik bir ulusal kurtuluş mücadelesi değildir, karmaşıktır. Soykırım, ruhsal dünyamızda hala etkili olan bir travmadır. Sonra, vatanımızda bir kaç parçaya bölünmüşüz ve bu parçalar siyasal olarak kurumlaşmışlar. Bu, birlik olmamızın önündeki çok ciddi bir engeldir. Ve disporada onlarca ülkeye dağılmışız. Bu ülkelere entegre olmuşuz. Yani asimilasyon var, demografi  sorunumuz var, ekonomik sıkıntılar var. Ve bunlar “işgalcinin kovulması” ile, sosyalizm veya şeriat ile çözülebilecek sorunlar olmadıkları gibi, bu politik mücadeleleri örgütlemek için gerekli altyapıdan ve insan malzemesinden de yoksunuz. Mesela bir “sosyalist Çerkes” nerede örgütleyecek sosyalizmi? Kafkasya’da mı, Çerkesya’da mı, Çerkesya’nın herhangi bir Cumhuriyetinde mi? RF’na rağmen bu mümkün mü? Yoksa bütün RF’nu mu sosyalistleştireceğiz? Nasıl bir örgütlenme ile? Bu konuda şimdiye kadar hiçbir şey yazılmamış olması bile aslında “imkansız”ın itirafı değil mi? Veya nüfusa oranımızın % 2 bile olmadığı Bjeduğkale’de ( Krasnodar’da ) nasıl örgütleyecekler şeriatı? Ve nasıl ikna edecekler Kazakları, Rusları, Ermenileri... şeriata? Yoksa hepsini ganimet olarak köleleştirecekler mi? Umarov’un bile siyasi olarak sahiplenmediği ve uydurma haritasında yer vermediği bir coğrafyada şeriat nasıl örgütlenecek? Yoksa “Kafkas Emirliği” gibi Krasnodar’sız; Tuapse’siz, Soçi’siz bir Çerkesya mı örgütlemek istiyorlar? Peki denize çıkışı olmayan ve düşman! Rusya tarafından kuşatılmış bir Çerkesya nasıl yaşayacak? Bunlar hayali bile değil, uydurma düşüncelerdir. Ciddiyetsizdir. Uydurma olduğu için bu konularda hiç bir şey yazmıyor; “Çerkesya’sız bir Sosyalizm”i ve “Çerkesya’da örgütlenmesi mümkün olmayan bir şeriat”ı anlatarak Çerkes gençlerini sosyalizme veya şeriata; sol ve cihatçı örgütlere yönlendiriyor, en dinamik unsurlarımızı ve enerjimizi çarçur ediyorlar. Önce bir politik düşünceye angaje olmanın ve Çerkes sorununu bu politik düşünceye uydurmaya çalışmanın ve Çerkesya eksenli düşünmemenin sonuçlarıdır bunlar. Bu nedenle diaspora Çerkeslerinin, hiç dönmeyeceklerse bile vatan eksenli düşünmeleri; diaspora ile Çerkesya arasındaki ilişkileri güçlendirmeyecek ve Çerkesya’da örgütlenme şansı olmayan düşüncelere itibar etmemeleri gerekiyor. İlke olarak, örgütleyemeyeceğimiz, önderliğini yapamayacağımız bütün düşüncelere ve kimliklere mesafeli olmalıyız. Çünkü ideolojik olarak ikna ettiğimiz, aidiyetlerini güçlendirdiğimiz insanlara eğer bir mücadele alanı açamıyor, pratik olarak bu mücadeleyi örgütleyemiyorsak, samimi insanlar bizi beklemez, varolan örgütlere yönelirler. Çerkesya’dan yüzlerce insanın savaşmak için Suriye’ye gitmesi veya Kabardey Balkarya’da yurtsever-milliyetçi Çerkesleri de öldüren Emirlikçiler-Cihatçılar gibi... Yani başkalarına militan yetiştirmiş oluruz. Bazı güçlerin kullanmaya başladıkları Kafkas kimliğinden hızla kurtulmamız ve Çerkes ulusal mücadelesine zarar verecek düşüncelerin Çerkes kimliğine yapıştırılmasına izin vermememiz gerektiğini söylememin bir nedeni de budur.  

*** 4 ***

  Bütün bunlar yurtsever Çerkeslerin ve “dönüşçüler”in ideolojik-politik mücadele alanları ve konulardır. Bu mücadeleyi vermeden Çerkes ulusal bilincini geliştiremez; Çerkes halkını, Çerkes soykırımını da kullanarak Rus düşmanlığını körükleyen, Türkçü-cihatçı hegemonyadan kurtaramaz; yurtsever düşünceyi geliştiremeyiz. Çünkü Türkçü-cihatçı olanlar aynı zamanda Rus düşmanı; Rus düşmanı ve “diasporik” olanlar da genel olarak Türkçü-cihatçı’dırlar. Bu ikisi arasındaki sınır çok incedir. Ve bu zararlı düşüncelerle mücadelenin yerel ve evrensel boyutları vardır. Hem dünyanın neresinde olursa olsun alan kazanmalarına, güçlenmelerine karşı olmak; hem de Çerkesya’ya, toplumsal yaşamımıza ve kurumlarımıza girmelerini engellemek gerekir. Bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Ukrayna’da yaşananlardan ve AKP hükümetinin Orta Doğu’da oynadığı rol nedeniyle RF ile Türkiye’nin karşı karşıya gelmesinden, bunun bize verdiği zarardan çıkarılması gereken en önemli ders budur. Çünkü Amerika’nın-Batı’nın Ukrayna’da durdurulması, RF ile “olası” bir savaşın Çerkesya topraklarında cereyan etmesini engellemek; yeni dünya düzenine entegre olmayan devletleri “renkli devrimler”le ve faşistleri-cihatçıları kullanarak dize getiren Batı’yı Çerkesya’dan uzak tutmak demektir. Veya cihatçıların Suriye’de yenilmesi Çerkesya’da da cihatçı tehlikenin ve örgütlenmenin bertaraf edilmesi, azaltılması olacaktır. Eğer gerçekten Çerkes sorununun demokratik bir dünyada ve demokratik mücadele ile çözülebileceğine inanıyorsak, yaşadığımız ülkelerde ve hatta tüm dünyada demokrasinin ve barışın hakim olması için mücadele etmeli, en azından istemeliyiz. Bunu boşuna söylemiyoruz... Özellikle emperyalist bir ülkede faşistlerin iktidara gelmeleri dünya barışı için bir tehdittir. Çanlar yeni bir savaş için çalıyor demektir. Çünkü faşizm kitleler istediği için değil; sözkonusu emperyalist ülkenin tekelleri istediği için, bu tekellerin hammadde ve pazar ihtiyacına çözüm bulması, yani yeni bir paylaşım savaşı için iktidara getirilir. AKP hükümetinin oynadığı rol de bundan farksız. Batı’nın çıkarları için Afrika’da, Orta Doğu’da ve Asya’da rejimlerin değiştirilmesi ve sınırların yeniden çizilmesi işinde kullanılıyor. Elbette AKP’nin oynadığı rol basit bir “uşaklık” değildir. İhracata dayalı üretim yapan tekellerin, özellikle “Anadolu kaplanları”nın enerji ihtiyacı her geçen gün büyüyor. Ve AKP, hizmetlerinin karşılığı olarak Orta Doğu, Afrika ve Hazar enerji kaynaklarından ciddi bir pay almanın hesabını yapıyor. Belki de kendisine bu yönde sözler verildi. Türkiye’de artık Türkçe dışındaki dillerde de yayın yapılabiliyor olması, bu dillerin okullarda bazı şartlar altında seçmeli ders olarak öğretilmesi ve üniversitelerde enstitülerin açılması olumludur, ama Balkanlarda, Orta Doğu’da, Afrika’da, Kafkasya'da üstlendiği rol ve bataklığa saplandıktan sonra içine girilen süreç Türkiye halklarının, hiçbirinin çıkarına değildir. Eksilerin artılardan daha büyük olmasına neden olmaktadır. İşte bizim dünyadaki  ve Türkiye’deki bu gelişmeleri yakından izlememiz ve değişen durumlara göre çıkarlarımıza uygun politikalar geliştirmememiz gerekirken birileri ısrarla “bunların Çerkeslikle ne alakası var” diyorlar. Ama profillerine ve siyasi duruşlarına baktığımızda bunların:  1 )  “Statükoyu-sistemi veya devleti korumak isteyenler”, 2 ) “Çerkes halkının varlığını garanti altına alabilmesi için ulusal-siyasal kurumlarının olması gerektiğini bilmeyen; sosyal-kültürel faaliyetlerle dilimizi, kültürümüzü... hatta ulusal kimliğimizi yaşatmanın ve asimilasyonu durdurmanın mümkün olduğunu sananlar” olduğunu  görüyor, şaşırmıyoruz. Çünkü iktidarlar ve statükocular böylelerini sever, örgütlenmeleri için destek verirler. Ve poh pohlanmayı seven “Çerkes kişiliği” bundan mutluluk duyar. “Düşmanları”nın kendisini sevmesini marifet sanır. Geçmişte de böyleydi. Yani böyle bir “Çerkeslik” hep düşmanlarımızın elinde bir silah oldu. “...Rus yönetimi eski örf ve adetlerin kalkmasını istemiyor... aşiretçi, kabileci düzeni, örf ve adetleri destekliyordu...” ( Çerkesya Gönül Yaram, syf. 208 ) Neden? Çünkü bunlar, politik ilişkileri-süreçleri anlamanın ve mücadelenin ihtiyaçlarına göre örgütlenmenin, birliğin, disiplinin önündeki en büyük engellerdi. Hala da öyledir. Ve eğer bir ulusal mücadeleden “siyasi alanı” çıkarırsanız, geriye sosyal ve kültürel faaliyetler kalır. Ama bunlar ulusal bilinci geliştirmez, Çerkes halkının birlik ve beraberliğini güçlendirmezler. Hele hele eğer bu faaliyetlere politik bir örgütlenme önderlik yapmıyorsa veya örgütleyicilerinin politik vizyonları yoksa, sosyal kültürel faaliyetler “sosyalleşmekten” başka bir işe yaramazlar. Bu nedenle statükoyu korumak isteyenler sistemin ezdiği, asimile ettiği kesimlerin ve insan topluluklarının bağımsız-kendi çıkarları ekseninde siyasallaşmalarına karşı çıkar, yasaklar ve sosyal kültürel faaliyetlerle oyalanmalarını ister, siyasi alanı kendi çıkarlarına hizmet eden siyasi düşüncelerle doldururlar. Ama “Çerkes kalma mücadelesi” evrensel ve yerel boyutları olan demokratik haklar ve özgürlükler mücadelesidir. Sadece kendi küçük dünyamızda değil; yaşadığımız ülkelerde ve tüm dünyada demokrasiye ve demokratik mücadeleye destek vermeli, dünyada barış ve demokrasinin hakim  olmasını istemeliyiz. Çünkü üzerinde yaşadığımız ülke veya dünya gericileşir, militarize olur ve savaşa hazırlanırken biz kendi dünyamızı örgütleyemeyiz. Böyle zamanlarda herkes saf tutmak zorunda kalır. Herkes savaşa hazırlanır. Demokrasi ve demokratik ilişkiler rafa kaldırılır. Ara tonlar kaybolur. Nefret ve düşmanlık tohumları ekilir. Bu iklim bizi de etkisi altına alır. Sonuçları bize de yansır. Rus savaş uçağının düşürülmesinin bizi de etkilemesi, savaşın Suriye Çerkeslerini bütün dünyaya dağıtması, herşeylerini yitirmelerine neden olması, 12 Eylül Faşizminin kurumlarımızı kapatması veya Hitler Almanyasının SSCB’ye saldırması nedeniyle onbinlerce Çerkesin yaşamını yitirmesi, Adıgey’de neredeyse genç kalmaması ve Çerkesya’da ekonomik-sosyal  yaşamın elli yıl geriye gitmesi gibi ... Bu nedenle dünyaya ve çevremize ilgisiz kalmak değil; demokratik olana ve barışa taraf olmaktır Çerkeslik veya Çerkes halkının çıkarına olan. Çünkü diaspora ile Çerkesya arasındaki ilişkiler ancak böyle bir dünyada gelişir. Ve Çerkes Ulusal Sorunu ancak böyle bir dünyada çözülür.  

*** 5 ***

  Dünyaya “Çerkeslik” bahanesi ile kayıtsız kalanlar kendilerini geleceğe ve olası gelişmelere hazırlayamazlar. Rus savaş uçağının düşürülmesi sonrası yaşananlara hazırlıksız yakalandıkları gibi... AKP hükümetinin bugün Orta Doğu’da ve Suriye’de oynadığı, gelecekte RF’nda ve Asya’da oynayacağı söylenen rol ve Batı’nın Ukrayna’ya müdahalesi bugünlerin habercisiydi. Ama kimse bunları ciddiye almadı. Alanlar da bu gelişmelerin Çerkes sorunu ile bağını kuramadı. Çerkeslik sadece “sosyal-kültürel faaliyetler” olursa, nasıl kurabilsinler ki? Kimileri kayıtsız kaldılar, kimileri sistemin sözcülüğünü yaptılar. Köşeye sıkıştırılıyor olmasını fırsat bilip RF’na düşmanlık yapan ne kadar ülke ve güç varsa bunların bayrakları ile sokaklara çıkmayı, Çerkes soykırımını anlatma-tanıtma bahanesi ile bu ülkelerin kapılarını aşındırmayı marifet sandılar. ABD’nin RF’nu “en büyük tehdit” ilan etmesine ve RF’nun, Batı’nın bu ülkelerde kendisine düşman bir cephe örgütlediği uyarısı yapmasına rağmen... Batı, Türkiye ve Suudi Arabistan eliyle RF’na ve Asya’ya müdahale etmeye hazırlanıyordu. Bölgede ciddi bir cihatçı örgütlenme ağı yaratmışlardı. Türkiye’nin 70 Çerkes-Abhaz asker ve subayı Kafkasya’ya yerleştirdiği iddaa ediliyordu. Bugün Suriye’de savaşan binlerce Çeçen, Özbek, Tacik, Kırgız ve Uygur cihatçı yine Türkiye üzerinden Suriye’ye taşınmıştı. Ve Türkiye yapısal-siyasal olarak değişiyordu. Bir ABD projesi olan AKP eliyle ( ABD’ye, İsrail’e... şuna buna kafa tutmalar, “dünya beşten büyüktür” lafları kendisine biçilen rolü güçlendirmeye yarayan atraksiyonlar ve BM’den kurtulmak veya yapısını değiştirmek isteyen de asıl olarak Batı’dır ) militarize ediliyor ve geniş bir müslüman coğrafyaya müdahale edebilecek askeri-politik formasyondan geçiyordu. “Sunni islam”ın en gerici, en askeri ve en saldırgan yorumu olan “yerli ve milli” selefilik veya tekfircilikti bu ideolojik-politik formasyon. Bütün güvenlik güçleri bu eksende yeniden örgütlenirken sisteme uymayanlar “ergenekon” ve “paralel” operasyonları ile tasfiye edildiler. Artık demokratik eylemlere dahi nefretle ve vahşice saldıran; Şırnak’ta, Mardin’de, Diyarbakır’da duvarlara ırkçı-dinci sloganlar yazan, cesetlere İŞİD gibi işkence yapan, “politikleşmiş güvenlik güçleri” var Türkiye’nin.  Ve “Yeni Türkiye” vizonuna uymayan herkese ağız dolusu hakaret eden, sindiren “çamur medyası” ile kendilerinden farklı düşünen ve yaşayan herkesten nefret eden potansiyel katilleri... GMF’un ( German Marshall Fund ) bu hafta başında yayınladığı kamuoyu yoklaması ürkütücü. Bu kamuoyu yoklamasına göre Türkiye’nin ezici bir çoğunluğu artık kendisini birşeylere karşı olmakla, hatta nefret etmekle tanımlıyor. Öyle ki, insanlar “başka bir siyasi görüşe sahip bir komşunuzun olmasını ister misiniz”, “kızınızın-oğlunuzun sizinkinden farklı bir siyasi görüşü olan biri ile evlenmesini ister misiniz”, “çocuklarınızın başka siyasi düşünceleri olan ailelerin çocukları ile oynamasını ister misiniz” gibi sorulara % 75-80 oranında “hayır” yanıtı vermişler. Türkiye halklarının hepsi bu ruh hali içerisinde. Çerkesler de. Bu durumda bizim barışçı-demokratik düşünceleri örgütlememiz, ulusal birliği sağlamamız mümkün mü? Mümkün olmadığını, herkes yakın çevresinden ve sosyal medyadaki paylaşımlardan da görüyor.  Ki ben devrimcilik yaptığım zaman bile bu kadar tehdit ve hakaret mesajı almamıştım. Bu tehditleri savuranlar ve hakaret edenler Suudi Amerikalı yamyamlar değil, bu yamyamlarla aynı politik düşüncelere sahip Çerkesler. “Bunun nedeni ve sorumlusu Batı’dır”deyip geçemeyiz. Batı bunu birileri eliyle ve bazı politik düşünceleri yayarak-örgütleyerek yapıyor. Daha açık söyleyeyim: AKP eliyle ve Türkçü-cihatçı politik düşünceleri örgütleyerek. Hem dışta hem de içte nedenleri ve sonuçları var bu politikaların. Ve hepsi bizi de etkiliyor. Dışta, özellikle RF ile çatışmanın Çerkesya ile ilişkilerimizi bozması, Çerkes ulusal mücadelesini Rus düşmanlığı eksenine kaydırması; içte, ulusal birliğimize ve demokratik ilişkilere zarar vermesi, Çerkes gençlerini Türkçü-cihatçı politikaların ve savaşın askerleri haline getirmesi ve sosyal kültürel dokumuzu bozması nedeniyle... Bazıları bu durumdan rahatsız değiller. Bildiklerinden adım gibi emin olduğum hırsızlıklara, yolsuzluklara, adaletsizliklere, insan hakları ihlallerine, her türden pisliğe ve hatta Çerkes halkına doğrudan zarar veren politikalarına Rus düşmanı oldukları ve RF’nu yıkılacağına, bu yıkımdan özgür bir Çerkesya veya Kafkasya çıkacağına inandırıldıkları için gözlerini kapamış durumdalar. Çünkü itiraf edemeseler de Türkçü- cihatçı saikleri “Çerkeslik”lerinden daha güçlü. AKP iktidarı muhalifleri baskı ve tehdit ile sindirir; itibarsızlaştırır ve düşmanlaştırken bunlar “Çerkeslik” ölçüsünü kullanıyorlar. Ama nedense  “Çerkesmetre”leri sadece sol-demokrat insanların Çerkesliklerini ölçüyor. Kesinlikle samimi değiller. “Çerkeslik” maskesi altında Türkçü-cihatçı düşünceleri yayıyor ve AKP’ye hizmet ediyorlar.  

*** 6 ***

Başbakan Davutoğlu birkaç kez Balkanlarda, Orta Doğu’da, Kafkasya’da ve Asya’da soydaşlarının ve çıkarlarının olduğunu anlattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kafkas İslam Ordusu”nu diline doladı. Ukrayna’da bir “Özgür Kafkasya” parlamento grubu kuruldu. Kırım’da elektrik şebekesini patlatanlar Türkiye üzerinden Ukrayna’ya geçen “Kafkas Taburu”...

Ama cemiyetimizde kimse bunların ne anlama geldiğini merak etmiyor. AKP ve HDP sözkonusu olduğunda veya eften püften konularda sayfalar dolusu yazanlar, Çerkes halkının geleceğini belirleyecek kadar önemli olan bu süreçte ağızlarını açmıyor; Çerkes halkını uyarmıyor; sürece uygun ve ihtiyaçlara cevap verecek siyasi açılımlar yapmıyorlar... Ben söyleyeyim: Artık bir tarafta “Kafkas Taburu”, “Kafkas İslam Ordusu” ve “Kafkasya Emirliği”...; diğer tarafta “Kafkas Dernekleri/Federasyonu” var...Ve böyle giderse çok yakında dışarıdan bakan biri bu örgütler arasındaki farkı göremeyecek. “Kafkas mı? Onlar terörist...” diyecek. Aslında demeye de başladılar. İşte Hüsnü Mahalli bugünkü köşe yazısında, “Bayır Bucak denilen bölge 2012 yazında Türkiye tarafından gelen ve çoğunluğu Çeçen, Kafkas, Mısırlı, Faslı ve Suudi olan 10 bin kadar ruh hastası terörist tarafından işgal edildi...” diyor. Keza Rus ırkçılarının RF’daki terörist saldırılar sonrası Çeçen-Çerkes-Azeri ayrımı yapmadan sokaklarda “Kafkasyalı” aramaları; dünyanın, Çeçen muhaliflerin hepsini Rus düşmanı-cihatçı zannetmesi bunun bir sonucudur. Biz ise Kafkasya’ya aidiyetlerini güçlendirdiğiniz ama siyasi olarak önderlik yapamadığınız insanları hala olası “Kafkas Cephesi”nin potansiyel askerleri olarak yetiştirmeye devam ediyoruz. “Kafkaslılık ruhu”nu yaşatmaya çalışıyor, şu veya bu biçimde parçası olduğumuz Çeçen tarihinin ve İmam Şamil’in üzerimizdeki etkisini, gençlerimizin İmam Şamil’in veya Basaev Şamil’in sözlerini kendilerine rehber edinmelerini küçümsüyoruz. Halbuki artık, Rus ve Rusya düşmanı güçlerle, kimliklerle ve düşüncelerle aramıza duvar örmemiz, Çerkes kimliğine cihatçılığın ve Rus düşmanlığının yapıştırılmasına izin vermememiz ve Çerkesya ile ilişkileri güçlendirecek adımlar atmamız gerekiyor. Hem de hızla! Çerkesya Yurtseverlerinin geçen sene “21 Mayıs’ta Çerkesya’dayız” etkinliğini örgütlemelerinin, ısrarla derneklerimize “Kafkas” kimliğinden kurtulma çağrısı yapmalarının nedenlerinden biri budur. Çarlık Rusyasının atalarımıza yaptıkları zulümden, sürgün ve soykırımdan beslenen Rus düşmanlığının esir aldığı veya müslümanlık maskesi altında cihatçılara, cihatçıların hamiliğine-örgütleyiciliğine soyunduğu için AKP’ye sempati duyan çevrelerin düşüncelerimizi ve çabalarımızı “Rusya-Putin seviciliği” ve “Stokholm Sendromu” diyerek itibarsızlaştırmaya çalışmaları kendi Rus düşmanı-Türkçü-cihatçı vizyonlarını gizlemek içindir. RF’nun ve Putin’in ne olduğunu onlardan daha iyi biliyoruz. Ama Türkçü-cihatçı ve Rus düşmanı çizginin Çerkes Ulusal Sorunu’nu çözmeyeceğini, tam tersine çözümsüzlüğe sürükleyeceğini ve halen RF sınırları içerisinde olan Çerkesya ile ilişkilerimize zarar vereceğini de. Bu nedenle siyasi arenaya çıktığımız ilk günden beri “İntikam Değil Adalet İstiyoruz” sloganını şiar edindik kendimize. “Rusya Çerkesya’dan Defol” veya “kahrolsun...” gibi sloganlar atmadık. Çerkesya yürüyüşümüzde diasporanın değil, Çerkesya’nın belirleyici olacağını söyledik. RF’nun demokratikleşmesini ve RF’na rağmen değil; demokratik bir RF’nda Çerkesya’nın inşa edilmesini istiyoruz. Yani aramızdaki fark, onların yüzlerinin geçmişe; bizim yüzümüzün geleceğe dönük olmasıdır. Onlar RF’nun yıkılması saiki ile hareket ediyorlar; biz demokratikleşmesi ile. Onların vatanı üzerinde yaşamayacakları ama kurtarılması gereken! bir toprak paraçası; bizim vatanımız barışçıl ve demokratik yollardan inşa edilecek, Ruslar dahil bütün halkların kardeşçe yaşayacakları bir Çerkesya. Geleceklerini disporada-diasporadan örgütlemek istedikleri, RF’nu yıkma hayalleri Çerkesya’yı inşa etme hayallerinden daha güçlü olduğu için RF’nun kuşatılmasından, bir savaş tehtidinden, RF ile Türkiye ve diaspora ile Çerkesya arasındaki ilişkilerin bozulmasından rahatsız değiller, hatta seviniyorlar. Akıllarınca RF yıkılacak ve RF yıkılınca Çerkesya kurulacak. Ama biz savaşı ve insan kayıplarını göze alsak bile RF yıkılınca Ruslar buharlaşacak mı? Onların da bir devleti olmayacak mı? Burnumuzun dibinde bize düşman bir Rus devleti varken Çerkesya’nın ayakta kalması mümkün mü? Gürcüstan başarabiliyor mu? 2008’de kimse yardımına koşabildi mi? RF ile stratejik ilişkiler kuran Abhazya aptal mı? Boş-uydurma hayaller bunlar... Çerkesler, hergün onlarca insanın sokak ortasında kurşunlandığı, tecavüz edildiği; Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de milyonlarca insanın kanına giren, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yağmalayan Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın umurunda bile değildir. Hatırlayın, bu ülkelerin halklarına da cennet vaad etmişlerdi, yıkım, kan ve gözyaşından başka bir şey vermediler. Ama ellerindeki dünyanın en güçlü silahı “medya” eliyle gerçekleri gizliyor, ters yüz ediyor, insanları manipule ediyorlar. Amerika’da bir yılda polis kurşunu ile 1500 insan öldürüldü, Türkiye’de binlerce. Sadece “Cumhurbaşkanı’na hakaret etmek”ten 1900 kişiye soruşturma açıldı. Kimsenin sesi çıkıyor mu? Çifte standart değil mi bu? Bugün bütün ülkeler, halklar ve örgütler şu veya bu tarafta konumlanıyor, ittifaklar kuruyorlar. Bunu yaparken ideolojik-politik tercihlerden önce dünyadaki gerçekleri dikkate alıyor ve kendi çıkarlarını gözetiyorlar. Zaten dünyada ve çevrenizde yaşananlardan bağımsız olarak kafanıza göre ve istediğiniz gibi evinize çeki düzen veremezsiniz. İzin vermezler buna. Bu nedenle geleceği örgütleme iddaası olan politik örgütler işe “nasıl bir dünyada yaşıyoruz”u yanıtlayarak başlar; değişimleri yakından izler; yeni durumlara ve ihtiyaçlara göre stratejik-taktik açılımlar yaparlar. Bizim de yalnız Çerkesya’da değil; “dünyanın Çerkesya’sında” iddamız var. Dünyanın Çerkesya’sını yeniden inşa etmek; diasporada yaşayanlar dahil Çerkes halkının Çerkesya’da birlik olmasını istiyoruz. Bu, dünyada birçok gücü-ülkeyi, özellikle RF’nu ve Türkiye’yi ilgilendiren bir sorundur. Buna rıza gösterecek, destek verecek; insan haklarına saygılı demokratik bir dünya bizi hedefimize yakınlaştırır, çıkarlarımıza daha uygundur. Öyleyse dünya bizi ilgilendirmiyor, biz işimize bakalım diyemeyiz. Ukrayna’da, Suriye’de, RF ile Türkiye arasında yaşanan sorunların bize yansıması bunun bir göstergesi.  

*** 7 ***

  Biz kendimizi nasıl tanımlarsak tanımlayalım, siyasi ve hukuki bir ulusal kimliğimiz ve böyle bir kimlik mücadelemiz yok. “Biz Çerkesiz”demeyi, biraz Çerkesçe konuşmayı ve kültürel faaliyet örgütleyebilmeyi yeterli görüyoruz. Ulusal kimliğimizin sulandırılmasının verdiği zararı önemsemiyoruz. Bir kimliğin siyasi-hukuki güvence altına alınmasının öneminin farkında değiliz. Sanırım bu nedenle Kürtlerin “Kürtçe konuşma özgürlüğünüz var, Kürtçe kurslar açabiliyorsunuz, şarkılar söyleyebiliyorsunuz daha ne istiyorsunuz...” gibi sözlere neden itibar etmediklerini, ısrarla ulusal kimliklerinin anayasal güvence altına alınmasını talep etmelerinin nedenini, bu uğurda verdikleri mücadeleyi ve fedakarlıklarını anlamıyoruz. Dünyanın neresine gidersek gidelim, nüfus cüzdanını ve pasaportunu taşıdığımız ülkenin vatandaşı ve o milletten sayılıyoruz. Bu ülkenin vatandaşları ile aynı muameleye maruz kalıyoruz. Vatanımızda bile! Bu nedenle: Bugün ve hala Çerkeslerin en önemli sorunu, Rus savaş uçağının düşürülmüş olması, RF’nun TC vatandaşlarına karşı aldığı önlemler, vizeler veya dil-kültür değil; kimliktir. Çerkes kimliğinin siyasi ve hukuki statüsüdür. Dil, kültür, Çerkesya ile ilişkiler, etnik-ulusal kimliğimizle bağlantılı tüm hak ve özgürlükler bu siyasi-hukuki statünün kazanımları olacaktır. Bu kimlik olmadan ve tanınmadan, Çerkes halkı bir “hayalet halk” veya üzerinde yaşadığı ülkelerin vatandaşı muamelesi görür. Tarihsel ve hukuki hiçbir hakkı ve özgürlüğü olmaz. Kazanımları da kayıpları da konjonktüre veya birilerinin iki dudağının arasından çıkacak sözlere bağımlı olur. Belki “Dönüşçü Çerkeslerin oturumları iptal ediliyor”, “Çerkeslere RF’na girişlerinde sorun çıkarılıyor” gibi haberler herkesi heyecanlandırdı. Ama doğru değil bu haberler. RF yasalarına göre “Dönüşçü Çerkes” yoktur. Hatta Çerkesler “soydaş” bile değildir. Bu nedenle RF “dönüşçü Çerkesler”e ve Çerkesya’ya şu veya bu nedenle gitmek isteyen herkese “TC vatandaşı, Türk” muamelesi yapıyor. Ve Çerkesler TC vatandaşı oldukları, hukuki olarak “Türk” sayıldıkları için, RF ile TC arasındaki gerginliğin, RF’nun TC vatandaşlarına karşı yürürlüğe koyduğu yaptırımların kurbanı oluyorlar. Yani, bugün RF’nda Çerkeslere özel bir muamele yok. Çünkü RF için “Çerkes soydaş” yok! Ve eğer “Çerkesya” ve “Çerkes” yoksa... Nasıl Çerkeslere özel-negatif bir muamele olduğunu iddia edebiliriz? Uzun zamandır anlatıyoruz: Çerkes kimliği, Çerkesya, Çerkes halkının uluslaşması... vatanımızda ve diasporada siyasi ve hukuki bir statü kazanması... öncelikliğimiz olmalıdır. Bu nedenle Suriye Çerkeslerinin resmi yollardan, Çerkes kimliği ile Çerkesya’ya dönebilmeleri önemliydi. Bizim için bir fırsattı. Bu nedenle konuyu gücümüz yettiğince gündemde tutmaya çalıştık. Eğer Suriye Çerkesleri daha kararlı-tutarlı olabilselerdi ve bugün Çerfed etrafında kümelenen birileri “Suriye Çerkeslerinin canlarını kurtarıyoruz” bahanesiyle, gerçekte ise Suriye savaşında AKP’nin elini güçlendirmek için 2 uçak Suriye Çerkesini Türkiye’ye getirip kampanyayı baltalamasalardı... Eğer gerek Çerkesya’daki gerekse diasporadaki kurumlarımız duygusal olmayıp politik kazanımları önceleselerdi... “Suriye Çerkeslerinin vatanı Çerkesya’dır” talebiyle RF sınırlarını, olmadı uluslararası platformları zorlasaydık... bugün hiç olmazsa bir adım ileride olurduk. Geçen sene, onca olumsuzluğa rağmen, “21 Mayıs’ta Çerkesler olarak, Çerkes Soykırımını ve Sürgünü’nü anmak için, Çerkesya’ya geliyoruz” söyleminde ısrar etmemizin nedeni de Çerkes kimliğine siyasi ve hukuki statü kazandırma yönünde bir adım atmak istemekti. Günlerce tartışmak zorunda kaldık. Biz “Çerkesya” dedikçe, onlar ısrarla “Kafkasya” dediler. “Çerkes Soykırımı ve Sürgünü” dememizi istemediler. Çerkes kimliğine sahip çıkmıyoruz, bu kimliğe siyasi-hukuki bir statü kazandırma mücadelesi vermiyoruz... her fırsatta bütün Kuzey Kafkas halklarının bayrakları ile poz veriyoruz ve “Kafkas olalım, Nart olalım ama Çerkes olmayalım” diyoruz... bir yöneticimiz ( adını şimdilik açıklamayayım ) 21 Mayıs’ta Nalçık’ta sunulan gösterinin videosunu, içinden Çerkes kimliğini ve vatanı Çerkesya’yı tanımlayan bölümlerini çıkarak sosyal medyada paylaşıyor, yani resmen kamuoyunu manipule ediyor... Bu durumda  TC vatandaşı-Türk muamelesi görmemiz gayet normal değil mi? Elbette RF’nun politik bir tavrı var; ama buna karşı bizim bir tavrımız ve politikamız var mı? Daha kendisi etnik-ulusal kimliğine sahip çıkmayan bir halkı ve kurumlarını başkaları niye ciddiye alsınlar? Bakın Kürtlere de “kart  kurt” diyorlardı, çok değil 20 yılda herkes Kürt varlığını tanımak zorunda kaldı. Ve tanımakla kalmayacak bu kimliğe çok yakında siyasi ve hukuki bir statü verecekler.  Kıssa’dan hisse!  

*** 8 ***

  RF’nun TC’ne yaptırım kararı almasının Çerkeslerle bir alakası yok demiştim. Ama özel olarak Türklere karşı da alınmış değil bu kararlar. Pazartesi günü RF Baş konsolosluğu ile bir görüşme yaptık. Söyledikleri aynen şöyle: “Çerkeslere özel bir muamele yok. Elbette TC’ne ve TC vatandaşlarına karşı aldığımız yaptırım kararlarından Türkiye’de yaşayan Çerkeslerin de olumsuz etkilendiklerini biliyoruz. Bunu aşmak için size elimizden gelen yardımı yaparız. 21 Mayıs için dahil, vize konusunda kolaylık sağlarız. Ama savaş uçağımız düşürülmeseydi bile biz TC vatandaşlarına vize uygulamasına geçecektik. Çünkü teröristler RF’na Türkiye üzerinden girip çıkıyorlar..."  Diplomatik bir dil kullandı ve “teröristler” konusunu öne çıkardı. Ama bu konuyu da uzun zamandır anlatmaya çalışıyorum. Çerkes kimliğinin ve Çerkesya’nın siyasi ve hukuki olarak tanınması, Çerkes halkının Çerkesya’da uluslaşması bir demokrasi ve demokratik mücadeledir. İçerisinde yaşadığımız ülkelerin demokratikleşmesidir. Hem küresel hem de özel ölçekte demokratik yaşamı, etnik-ulusal, siyasal, sosyal, kültürel hak ve özgürlükleri savunmak ve sahiplenmektir. Nefret ve düşmanlık tohumları eken düşüncelere ve örgütlere tavır almaktır. Barıştır, saygıdır, sevgidir... Bir yaşam biçimidir. Yani “barışçıl ve yasal” yöntemler, tek başına, bir mücadelenin karakterini belirlemek için yeterli değildir. Ve “kahrol”, “defol”, “yıkıl”... gibi düşüncelerin barışçıl-yasal yöntemlerle veya düşünce özgürlüğü başlığı altında dile getirilmesi bu düşünceleri demokratik yapmaz. Çünkü demokraside ve demokratik mücadelede kimseyi komunist, feminist ateist, kafir, müslüman, Ermeni, Rus, Kürt veya Yunan die damgalamak, aşağılamak, dışlamak veya düşmanlaştırmak yoktur. Birlikte yaşama iradesi; herkesin, farklı olanın hak ve özgürlüklerini tanıma ve saygı duyma vardır. Ne yazık ki islamın tekfirci ve cihatçı yorumu bir süredir küresel ve bölgesel rekabetin ve çatışmaların aracı oldu. Türkiye veya AKP de bu aracı kullanıyor, hatta örgütlüyor. Buna kurumsal düzeyde tavır almadan, cihatçı-tekfirci güçlerin tehdit ettiği ülkelere, halklara ve insan topluluklarına güven veremeyiz, farklılıklarla birlikte yaşam kültürünü geliştiremeyiz, ulusal birliğimizi sağlayamayız... Hatta biz de tehdit veya düşman olarak algılanırız. Bizim bu düşüncelerimiz ne Rusya İmparatorluğunun Çerkes halkına yaptıklarını unutmak veya “Rusya seviciliği”dir, ne de Türkiye-AKP düşmanlığıdır. Çerkes halkının çıkarlarına odaklanmaktır. Çünkü Çerkes Sorunu’nun çözülmesi için dünyada, özellikle Çerkeslerin yaşadıkları ülkelerde ve RF’nda barış, demokrasi, kardeşlik, hukuk ve adalet hakim olmalıdır. İnsan hak ve özgürlüklerine saygı olmalıdır. Ve Çerkesler bu değerleri tutarlı bir şekilde sahiplenmelidir...
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks